Dün, beni hayretler içinde bırakan üç istihbarat aldım Kaynağını da açıklayacağım. Önce biraz geriye dönüyorum. * * * PHOENIX ŞEHRİNDE BİR EVE BASKINDA NE OLDU 2011 yılının temmuz ayında, Arizona eyaletinin Phoenix şehrinde bir ev, resmi görevlilerce basıldı. Evi basanlar, 11 Eylül sonrası Amerikan paranoyasının sembolü haline gelen “Homeland Security-İç Güvenlik Bakanlığı”nın adamlarıydı. Evi basılan […]
Dün, beni hayretler içinde bırakan üç istihbarat aldım
Kaynağını da açıklayacağım.
Önce biraz geriye dönüyorum.
Evi basılan kişi ben dahil çoğumuzun adını bugüne kadar belki de hiç işitmediğimiz bir insandı.
Adı Marc Turi’ydi.
Kendisi hakkında “illegal silah satışı” suçlamasıyla inceleme başlatılmıştı.
Bu baskın, düne kadar medyaya yansımadı…
İlk bakışta, tamamen Amerika’nın bir iç meselesi gibi görünüyordu.
Oysa hiç öyle değildi ve Türkiye dahil Ortadoğu’nun tam kalbine gidecek bir dizi olayın başlangıcıydı.
Bunu anlamak için, o temmuz gününden 4 ay önceye, yani 2011 yılının mart ayına dönmek gerekecekti.
TUHAF BİR DİLEKÇE GELİYOR VE ÖNCE REDDEDİLİYOR
O yılın mart ayında bir kişi, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na başvurarak, kimsenin beklemediği bir istekte bulundu.
Adı Marc Turi’ydi…
Dilekçesinde açık açık şunu yazmıştı:
“Libya’daki isyancılara silah satmak…”
O günlerde, Libya’daki içsavaş şiddetleniyordu.
CIA’nın elinde bu kişi ile ilgili yeterince bilgi vardı.
Turi, Ortadoğu’da ve Afrika’da karışıklık yaşayan ülkelere silah satıyordu.
Bunların çoğu eski Demirperde ülkelerinde üretilmiş Rus menşeli hafif silahlardı.
ABD Dışişleri Bakanlığı mart ayı sonunda Turi’nin bu isteğini reddetti.
Ancak Turi ikinci bir sürpriz adım attı. Bu defa, Katar’a 200 milyon dolar değerinde silah satmak için izin başvurusunda bulundu.
Dışişleri bu talebe hemen cevap vermedi. Aradan bir aydan fazla bir zaman geçti ve cevap verildi.
Katar’a silah satılabilirdi. Ancak bir şart vardı.
Silahların Amerikan menşeli olduğuna dair hiçbir iz bulunmayacaktı.
Peki o arada ne olmuştu da State Department bu ikinci başvuruya evet cevabı vermişti.
Asıl soru ise şuydu:
Daha 2 ay önce silah satış izni alan Marc Turi’nin evi neden basılmıştı?
AYNI GÜNLERDE BİR ORTADOĞU EMİRLİĞİNDE NELER OLUYOR
Aynı günlerde Birleşik Arap Emirlikleri ile ABD arasında direkt bazı görüşmeler yapılıyordu.
BAE, kendilerine satılan ABD menşeli silahların bir bölümünü Libya’daki muhaliflere göndermek istiyordu.
Obama yönetimi bunu reddetmiş ama yerine bir başka formül önermişti:
“ABD ile ilişkisi bulunmayacak silahları gönderebilirsiniz.”
Turi, muhtemelen bu görüşmelerden haberdardı. Çünkü ikinci başvurusunu aynı günlerde yapmıştı.
İzni de almıştı. Artık Libya’daki muhaliflere silah göndermek için tek engel kalıyordu.
NATO…
Çünkü NATO’nun Libya’ya silah taşıyacak gemileri kontrol etmeden bırakması gerekiyordu.
O da yapıldı…
LİBYA HÜKÜMETİNE GELEN KURYEDEN BAKIN NE ÇIKTI
Öyleyse Turi’nin evi niye basılmıştı?
Hadi biraz da “komploculuk” oynayalım.
Yine dün bana ulaşan çok önemli bir istihbarat daha var.
Geçtiğimiz aylarda Libya’daki geçici hükümeti hayretler içinde bırakan bir kurye ulaştırıldı.
Kurye, Katar’dan geliyordu ve içinde bir fatura vardı.
Katar, Kaddafi’nin yıkılması sırasında Libya’daki muhalif güçlere gönderdiği silahların parasını istiyordu.
İstenen para 1 milyar dolardı…
Libya hükümetinin bu isteğe ne cevap verdiğini henüz öğrenemedim.
Öğrenebildiğim şey, o günlerde Libya’ya gönderilen bu silahların bir bölümünün daha sonra Mali’nin kuzeyindeki El Kaide güçlerinin eline geçtiğiydi.
Baskın olayı aydınlanıyordu.
Aradan geçen iki ay içinde o silahların büyük ölçüde örgütlü ve hazırlıklı İslamcı militanların eline geçtiğine dair şüpheler başlamıştı.
Haklı bir soru: Bu derin istihbarat bana nasıl ulaştı?
YUKARIDA anlattığım olaylar bize şunu gösteriyor. Giderek karanlıklaşan bir ilişkiler iklimi bölgemize çöküyor.
Şimdi aynı şüpheler Suriye’de yaşanıyor…
Arap Baharı, Tahrir Meydanı’nda demokrasi sınavı veriyor.
1.5 yıl önce, “cuma namazından” başlayan demokrasi yürüyüşü, fena halde bir duvara çarpmak üzere.
Berlin Duvarı’ndan beter o duvarın adı “Referandumlu tek adam demokrasisi”…
Kaybeden muhtemelen “demokrasi” ve “seçim” kavramları olacak.
New York Times’taki köşesinde Ortadoğu’nun kaderini şu üç kavramla özetledi:
“Demir imparatorluklar, demir yumruk ve demir kubbeler…”
Ee hani nerede vatandaşlarına kadife gibi davranan “demokrasiler”…
Geç bunları anam babam…
O demokrasi başka bahara…
Ortadoğu ülkeleri, şimdi otoriter tek adamların karakışını yaşıyor.Tahrir asıl şimdi önem kazanıyor…