Bir süre önce ünlü yazar Adalet Ağaoğlu ile bir söyleşi yaptık. Adalet Hanım, söyleşide yarım kalan bazı noktalan, yanlış anlamalar olmaması için yazıyla tekrar anlatmak istedi. Malum yerim dar, onun da hoşgörüsüne sığınarak, biraz kısaltarak yayınlıyorum. Bugün söz Adalet Ağaoğlu’nda… Anayasa çalışmaları TBMM Anayasa çalışma grubu hâlâ daha darbe yasasını koymuş önlerine, “Şu madde şöyle […]
Bir süre önce ünlü yazar Adalet Ağaoğlu ile bir söyleşi yaptık. Adalet Hanım, söyleşide yarım kalan bazı noktalan, yanlış anlamalar olmaması için yazıyla tekrar anlatmak istedi. Malum yerim dar, onun da hoşgörüsüne sığınarak, biraz kısaltarak yayınlıyorum. Bugün söz Adalet Ağaoğlu’nda…
Anayasa çalışmaları
TBMM Anayasa çalışma grubu hâlâ daha darbe yasasını koymuş önlerine, “Şu madde şöyle mi iyi, böyle mi, şurası şöyle olmalı, burası böyle deyip durarak boşuna vakit geçirmekte. 1-4 arası maddeler altı kırmızıyla çizilmiş, dokunulmazlığıyla olduğu yerde olduğu gibi durmakta! Üstelik elde mevcut 12 Eylül Anayasası’nın askeri bölümlerinin 120-121-122 ve benzeri maddelerini değişen hayata, yani sivil bir anayasa yaklaşımlarına göre ayarlamak için bu TBMM çalışma grubu için değil 3 yıl, 30 yıl bile yetmez. Sayın Başbakan, “Evet evet, yeni anayasa çıkaracağız, hem de çabuk, seçimlerden önce!” deyip durmaktalar. Hele “toplumuna” son olarak yaptıkları açıklamalarına bakınca sanki “Anayasa çalışma grubunu ne yönde değiştirsem de Cumhuriyetin 100. yılında büyük lider diye heykelim dikile-bilsin” demeye getirmekteler. AKP hükümeti kendilerinden önceki hükümetlere kıyasla çok daha iyi çalışmış, yönetimde bazı olumlu adımlar da atılmıştır hakçasına… Ancak Sayın Başbakan partisinin aldığı oyların sağladığı egemenliğe fazla bel bağlamakta; öyle ki gitgide “tek otorite” üslubu edinmekte, benim az önceki -asıl amacının özlenen “tek lider” heykeline layık bulunmak- düşüncesi edinmemi kışkırtacak kadar…
Haklısınız Balçiçek Hanım
“Milletin yapacağı” yeni Anayasa’ya, “Evet” deyip, umut bağlamıştım çünkü son seçimlerde AKP Başkanı Tayyip Erdoğan Bey “Yeni Anayasa’yı millet yapacaktır!” deyip durmuşlardı üstüne basa basa… Ben de bu “Millet yapacak” sözverişinin altını iyice çizmiştim; ilk defa bir devlet adamından böyle bir girişim haberine -evet ilk defa- buna safçasına umut bağlamıştım. Ama artık hiçbir umudum kalmadı. Kendimi fena halde aldatılmış hissediyorum. Başbakan “Evet değişsin” referandumunun kabulünde oyu bulunanlara yalan söyledi.
Ergenekon davaları
Sivil idareye burnunu sokmuşların zabıtları ortada, bir bakıyoruz onlardan bazıları çoktan içeride, ötekilerine şöyle bir dokunulmamış bile… Evren Paşa nerelerde; 12 Eylül Anayasası eti buduyla yıllardır hayatımızı kuşatmakta, ekonomi, huzur, insan haklarına tümen tümen ihanetler: bütün bunların hesabı kendilerinden sorulmalı değil mi? Önemli duruşmalar gün ve saatlerde Silivri Mahkemesi kapılarına toplanan toplanana; görülmedik bir “mağdurlar” ordusu… Generallerin soruşturmaya tabi tutulmalarıyla, daha ilk başlarında orada gördüğüm şu manzara karşısında öfkeye kapıldım doğrusu, kapılmadım diyemem. Generallerin aileleri, eşleri, çocukları müthiş bir dayanışma içinde bayrak çekmişler, “Haksızlık bu!” diyerek mağdurlar sayfasına geçmişler. Genç bir hanım var, babasının avukatı imiş, olabilir de, ne güzel… Ama “Tepeden tırnağa saygıdeğer, dürüst babamı tutuklayamazsınız!” diyor. Özür dilerim, hem de tehditkâr tonlarla. Hani sanki babasının emir erlerine hitap ediyormuş gibi. Elimde değil, dayanamadım.
Kendi kendime “12 Eylül darbesinin mimlemesiyle tutuklanan yüzlerce genç, kadın, erkek, hele Diyarbakır F cezaevindekiler, öleni kalanı belirsiz hale gelmiş durumdalar tam 30 yıldır; sizlerin bir kerecik olsun ‘insanların yaşama hakkı’nı korumak adına şuncacık sesiniz çıkmamıştı” diye söylenip durmaktayım… Ateş düştüğü yeri yakar, diyeceğim ya, şimdi siz söyleyiverdiniz bunu. Gerçi ona bile cevabım var ya…
Zaman kalmamış, gelin biz en iyisi, dünya küresel bir hayatın içine doğru yuvarlanırken “demokrasi” kavramına bir dokunalım…
Kusursuz bir sistem olmayan demokrasi her zaman az buz bir uzlaşma içermiştir. Durumlara, ortamlara göre birtakım tavizler içerir. Bu nedenle demokratik sistem “Yaptık, oldu bitti” demeye gelmeyen, devamlı uğraşılması gereken bir özelliğe sahiptir. Günümüzdeki göç olayı demokratik sistemin üstüne eğilmeyi büsbütün gerekli kılmakta. Dünyanın her yanından çok çeşitli kültür ve seviyedeki insanlar oraya buraya gidip geliyorlar, aralarında yeni yerleşenler ve kültür krizini körükleyen durumlar yaşanıyor. Biz ve ötekiler gibi kamplar beliriyor.
Böylece bugünün dünyasında sınırlar artık coğrafyayla, taşla toprakla değil, fikirlerle çiziliyor!