YÖK Yasa Taslağı ‘Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru’ başlığı altında açıklandı. YÖK tarafından sadece rektörlere ve paydaş olarak ifade edilen sermaye temsilcilerine gönderilen taslağın tartışmaları, üniversitelerin asli bileşenleri (akademisyenler, öğrenciler ve üniversite çalışanları) sürecin dışında tutularak ilerletiliyor. YÖK’ün bu tutumunun taslağın içeriği nedeniyle üniversite bileşenlerinin yasa tasarısı karşısında ciddi bir muhalefet potansiyeli barınmasından kaynaklandığı ilk […]
YÖK Yasa Taslağı ‘Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru’ başlığı altında açıklandı. YÖK tarafından sadece rektörlere ve paydaş olarak ifade edilen sermaye temsilcilerine gönderilen taslağın tartışmaları, üniversitelerin asli bileşenleri (akademisyenler, öğrenciler ve üniversite çalışanları) sürecin dışında tutularak ilerletiliyor. YÖK’ün bu tutumunun taslağın içeriği nedeniyle üniversite bileşenlerinin yasa tasarısı karşısında ciddi bir muhalefet potansiyeli barınmasından kaynaklandığı ilk elden söylenebilir. Yasa tasarısı, 90’lı yıllardan itibaren sermayenin çeşitli raporlar, stratejik belgeler ve kongreler aracılığıyla ortaya koyduğu yükseköğretimin piyasalaştırılmasına dair beklentilerinin güncel ihtiyaçlarını içermektedir.
YÖK Yasa Taslağı’nın siyasi iktidarın ülkede yürüttüğü neoliberal programla bağlantısının altı çizilmelidir. Üçüncü iktidar sürecinde bulunan AKP bu dönemi özellikle eğitim alanındaki piyasalaştırma ve gericileştirme stratejisinde verimli bir geçiş süreci olarak görmektedir. Eğitim sisteminin bütünü ve tüm alanları sermayenin karlı yatırım alanı olarak metalaştırılmaktadır. Dolayısıyla AKP’nin yükseköğretimdeki piyasalaştırma stratejisinin, eğitim sistemindeki neoliberal programla paralel bir özellik taşıdığı söylenebilir. Dördüncü parti kongresini gerçekleştiren AKP iktidarının açıkladığı ‘2023 Siyasi Vizyon’ broşüründe ‘ 2023’te üniversite sayısı 200’ü aşmış, özel üniversite önündeki engelleri kaldırmış, Ar-Ge bütçesi dünyadaki en ileri ülkelerin seviyesine ulaşmış, bilgi ve teknoloji ihraç eden bir Türkiye hayalimiz var. Yeni anayasa tartışmaları kapsamında YÖK üniversiteler arasında koordinasyonu temin eden bir kurum haline gelecektir’ cümleleriyle yükseköğretimdeki piyasacı dönüşümün çerçevesi belirlenmiştir. Bu bağlamda YÖK tarafından açıklanan ve piyasalaştırma saldırısının ana hatlarını ortaya koyan yasa taslağı yükseköğretimde sermayenin ihtiyaçlarına göre öngörülen yapısal dönüşümlere dair somut öneriler yapmaktadır. Gençlik hareketinin 90’lı yılların başından itibaren sürdürdüğü piyasalaştırma karşıtı mücadele nedeniyle istenilen düzeye getirilemeyen üniversitelerdeki piyasalaştırılma süreci, YÖK yasa taslağında yapılması planlanan düzenlemelerle ilerletilmeye çalışılacak.
Hedef özel üniversite
Yapısal dönüşümleri öngören yasanın temel ilkeleri ‘Çeşitlilik, kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik, performans değerlendirmesi ve rekabet, mali esneklik ve çok kaynaklı gelir kapısı, kalite güvencesi ‘ olarak açıklanıyor. Taslağa dayanak oluşturan bu ilkeler sermayenin yükseköğretimdeki beklentilerinin ana hatlarını oluşturuyor (1). YÖK Yasa Taslağı’nda sermayenin ihtiyaçlarına göre üç farklı yükseköğretim kurumu statüsü oluşturulması hedeflenmektedir. Bu hedefe göre üniversitelerin devlet yükseköğretim kurumu, vakıf yükseköğretim kurumu ve özel yükseköğretim kurumu olarak ayrılacağı belirtiliyor. Yeni YÖK yasası ile özel üniversite kurabilmenin önündeki yasal engellerin kaldırılması öngörülüyor. İsteyen vakıf üniversitesi ise vakıf statüsünden özel yükseköğretim kurumu statüsüne geçebilecek. Bu bağlamda, yasa tasarısının sermayenin uzun süredir gündeme getirdiği ‘özel üniversite’ talebini yasal güvence altına almaya çalıştığı söylenebilir. Yükseköğretimin neoliberal piyasalaştırma sürecinde ileri bir noktayı ifade eden özel üniversite hedefini irdelemek yararlı olacaktır. Sermaye uzun bir süredir (90”lardan beri) kar alanı olarak gördüğü üniversitelere doğrudan müdahalelerde bulunmak istiyor. Yasal olarak özel üniversite açamayan sermaye, yükseköğretimden kar elde etme amacını vakıf statüsündeki özel okullar aracılığı ile gerçekleştirmektedir. Ancak vakıf üniversiteleri sermayenin yükseköğretimdeki hareket alanını sınırlandırmakta ve sermaye, vakıf üniversitelerini yeterli görmemektedir. Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’ndeki ‘Vakıflar kendilerine kazanç sağlamak amacı ile yükseköğretim kurumu kuramazlar. Kurulmuş yükseköğretim kurumlarından herhangi bir suretle gelir, kazanç ve hak elde edemezler. Vakıf yükseköğretim kurumunun her çeşit gelirleri kurulmuş bulunan yükseköğretim kurumunda kalır ve geçici ya da dolaylı olarak dahi hiç bir suretle vakıf mamelekine veya hesaplarına intikal edemez’ maddesi ile sermayenin yükseköğretimden doğrudan kar elde edebilmesi sınırlandırılmaktadır. Her ne kadar devlet tarafından vakıf üniversitelerine vergi indirimi, arazi tahsisi gibi kolaylıklar sağlansa da sermaye üniversitelerden daha fazla ve kolaylıkla kar elde etmek istemektedir. Özel üniversitelerin yasal olarak açılabilmesinin sağlanması YÖK Yasası’nın ana hedeflerinin arasında olduğu söylenebilir. Bu hedefle sermayenin üniversiteler üzerinden daha fazla para kazanma olanağı artırılacaktır. Öte yandan yasa taslağında ayrıntılı olarak belirtilmese de özel üniversitelere beş yıl vergi muafiyeti, arazi, bina tahsisi gibi çeşitli konularda daha fazla kolaylıkların tanınması ve sermaye gruplarının özel üniversite açmaya teşvik edilmesi öngörülmektedir. Buradan hareketle şuan vakıf statüsünde olan üniversitelerin özel üniversiteye dönüşeceği ifade edilebilir. Dolayısıyla YÖK Yasa Taslağı yükseköğretimin özelleştirilmesini daha ileri bir boyuta taşımayı hedeflemektedir.
Yasa taslağında ‘Yabancı Yükseköğretim Kurumları’nın kurulmasına da olanak tanınacağı belirtiliyor. Bu olanak taslakta ‘ Yabancı yükseköğretim kurumlarının Türkiye’de fakülte, enstitü, meslek yüksekokulu açabilmesine YÖK’ün teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile izin verilebilir’ maddesi ile vurgulanıyor. Diğer taraftan Türkiye’deki vakıf ve özel üniversitelerin de yurtdışında kampus, fakülte gibi birimler açabilmesinin de önü açılıyor. Bu iki yeni hedef, YÖK başkanı Gökhan Çetinsaya’nın ‘uluslararasılaşma’ olarak ifade ettiği yükseköğretim sisteminin uluslararası eğitim pazarına dahil edilme süreci olarak değerlendirilebilir. Örneğin Avrupa’daki bir üniversite Türkiye’de kolaylıkla üniversite açarak öğrenciler üzerinden para kazanabilecek. Yabancı Yükseköğretim Kurumları’na tanınan yasal olanaklar yükseköğretimin özelleştirilmesi sürecini derinleştirecek ve özel üniversite mantığının güçlenmesine neden olacaktır. Öte yandan özel ve vakıf üniversitelerine yurt dışında birim açma imkânı tanınması üniversitelerin şirket mantığı ile öğrenci avına çıkacağını göstermektedir. Hem “Yabancı Yükseköğretim Kurumları” hem de özel ve vakıf üniversiteleri için başka bir ülkede kampüs, fakülte açma kriterinin bilimsel hedefler ve değerler değil para kazanmak olacağını söylemek yanlış olmaz. Yabancı üniversitelerin açılmasına izin verilmesi piyasacılığa paralel olarak gerici dönüşümün de hızlanmasına neden olacaktır. Türkiye’de üniversite kampüsü açma talebinin daha çok Siyasal İslam’ın hâkim olduğu Ortadoğu ülkelerinden geleceği düşünüldüğünde gerici ve piyasacı dönüşümün iç içe yürütüleceği ifade edilebilir(2).
Sermayenin başat aktör olması: Üniversite Konseyleri
Özel üniversitelerin açılmasına olanak sağlanmasıyla yükseköğretimdeki hâkimiyetini artırmayı hedefleyen sermaye kamu üniversitelerinde de doğrudan söz sahibi olmak istiyor. Ancak kamu üniversitelerindeki mevcut yapısal durum sermayenin hareket alanını sınırlandırmaktadır. YÖK Yasa Taslağı’nda, üniversitelerdeki sermaye dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması için kamu üniversitelerinde
‘Üniversite Konseyi’nin kurulması öneriliyor. Üniversite Konseyi YÖK’ün tavsiyesi ve Bakanlar Kurulu kararı ile kurulabilecek. Üniversite Konseyi’nde beş üyenin üniversitelerden, iki üyenin Bakanlar Kurulu tarafından, 2 üyenin de YÖK tarafından seçilmesi öngörülüyor. Bu dokuz üyenin bir üyeyi üniversitenin mezunları arasından, diğer bir üyeyi ise üniversitenin bulunduğu ilde en çok vergi veren şirketler ya da üniversiteye en çok bağışta bulunan şirket temsilcileri arasından seçerek 11 kişilik Üniversite Konseyi’ni oluşturabileceği öneriliyor. Bu bağlamda yasa taslağındaki temel hedefin devlet üniversitelerinde sermayeye Üniversite Konseyi aracılığıyla söz hakkı tanımak olduğu söylenebilir. Yasa taslağı, üniversite dışı unsur olan en çok vergi veren veya bağışta bulunan sermaye temsilcilerinin üniversitenin en üst karar organında yer almasını öngörmektedir. Kamu üniversitelerini en çok para kazanan şirket temsilcilerinin yönetmesi istenmektedir. Dolayısıyla taslağın yasalaşması halinde üniversitelerin yönetiminde Koç, Sabancı, Eti, Sütaş… gibi sermaye temsilcileri yer alabilecek. Öte yandan taslakta Üniversite Konseyi üyeliğine önerilen kişinin akademisyen olacağı düşünülmemelidir. Örneğin İTÜ Mezunları Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı İndex Grup’un CEO’luğunu yapan Erol Bilecik yapmaktadır. Derneğin yönetim kurulundaki isimlerin neredeyse hepsi şirket temsilcisi konumundadır. Erol Bilecik aynı zamanda Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği’nin Yönetim Kurulu üyesidir.
Bu yapısal dönüşüm ile birlikte sermayenin uzun yıllardır ortaya koyduğu ‘Mütevelli Heyeti’ isteğinin Üniversite Konseyi aracılığı ile gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir. Bu hedef ile üniversitelerde sermayenin iktidarının kurulması ve süreklileştirilmesi öngörülüyor. Sermaye, Üniversite Konseyi aracılığıyla yükseköğretimin sermaye düzeni ve piyasa ilişkileri içerisine daha fazla çekilmesini sağlamaya çalışacaktır. Sermaye temsilcisinin üniversite yönetiminin en tepesinde bulunması üniversitelerin piyasacı dönüşümünde sermayenin beklentilerini ilk elden söylemesini sağlayacaktır. Sermayenin yükseköğretimin para kazanma odaklı dönüşümünde artık doğrudan etkisinin olacağı söylenebilir. Bu bağlamda Üniversite Konseyi hedefinin gerçekleşmesi durumunda kamu üniversiteleri piyasalaştırma uygulamaları ile daha fazla karşı karşıya kalacaktır.
Öte yandan yasa taslağında her yükseköğretim kurumu için Üniversite Konseyi kurulması zorunluluğu getirilmiyor. Ancak hedef olarak üniversitelerin Üniversite Konseyi kurabilecek statüye kavuşturulması öngörülüyor. Bu hedef taslakta “Henüz kurumsallaşmasını tamamlayamamış üniversitelerin ise bir yandan bulundukları ilin ve bölgenin diğer yandan ülkenin ihtiyaçları doğrultusunda stratejik planlama ve kalite güvencesi süreçleri doğrultusunda yapılandırılmaları…” şeklinde ifade edilmektedir. İlin, bölgenin ihtiyaçları vurgulanırken sermayenin ihtiyaçlarının kastedildiğini anlamak zor değil. Üniversitelerdeki yapısal dönüşüm sermayenin o bölgedeki ihtiyaçlarına göre belirlenmeye çalışılacaktır. Dolayısıyla, Üniversite Konseyi kurabilme niteliğinde olmayan üniversitelerin yapısının üniversitenin kendi özgün koşullarına ve sermayenin mevcut durumuna göre dizayn edileceği ifade edilebilir. Fakat tüm üniversitelerde sermayenin doğrudan iktidarını kurabilmek amacıyla Üniversite Konseyleri’nin kurulması hedeflenmektedir.
Sermayenin de söz sahibi olduğu Üniversite Konseyleri’nin üniversiteleri piyasa mantığı ile yöneteceği kolaylıkla söylenebilir. Üniversiteler şuan piyasacılıkta sınır tanımayan rektörler tarafından yönetilmektedir. Sermaye temsilcilerinin kurumsal olarak üniversite yönetiminde var olmaları yükseköğretimdeki piyasacı zihniyetin derinleşmesini hızlandıracaktır. Üniversite yönetimine piyasa ideolojisinin doğrudan hâkim olması yükseköğretimdeki ticarileştirme uygulamalarını artıracaktır. Zaten şirket yöneticisi gibi hareket eden rektörler üniversitelere öğrenciler üzerinden yeni gelir kapıları yaratmak için daha fazla hevesli olacaktır. Dolayısıyla üniversitelerde sermayenin karını artıracak her şeyin metalaştırılmasının hedefleneceği söylenebilir.
Yükseköğretimdeki bu yapısal dönüşüm süreci üniversitenin kimliğindeki değişimleri de hızlandıracaktır. Üniversitelerin piyasa ideolojisinin etkisiyle zayıflayan toplumsal kimliğinin Üniversite Konseyi yapılanması ile daha fazla eritilmeye çalışılacağından kuşku duymamak gerekir. Bu noktada üniversitelerin bütününün hem siyasi iktidarın hem de sermayenin çıkarları doğrultusunda daha fazla işlevlendirileceği söylenebilir. Üniversitelerin toplumsal rolü zayıf olsa da tükenmiş değildir. Örneğin AKP’nin 4+4+4 yasasına karşı altı üniversitenin Eğitim Fakültesi içeriğinin toplumun çıkarlarına hizmet etmeyeceği nedeniyle yasa karşısında raporlar yayınladı. Sermayenin üniversitelerde kurumsal olarak tahakkümünün kurulmasıyla üniversitenin piyasa karşısında direnen toplumsal kimliğinin yok edilmeye çalışılacağı aşikârdır. Üniversite Konseylerinin kurulmasıyla, AKP’nin kentlerin yağmalanmasına ve ranta dayanan ‘kentsel dönüşüm’ saldırısını destekleyen Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü’nün anlayışı yaygınlaşacaktır. Üniversitenin sermaye çıkarlarına göre yapılandırılmasında kritik bir adım olan Üniversite Konseyleri’ne karşı oluşturulacak muhalefet üniversitenin kamusallığını savunma noktasında kritik bir yerde durmaktadır.
Üniversite Konseylerinin kurulması, siyasi iktidarın yükseköğretimdeki varlığını güçlendirmeyi de amaçlamaktadır. Üniversite Konseyi’ndeki iki üyenin Bakanlar Kurulu tarafın seçilmesinin önerilmesi bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir. Yükseköğretimin tüm yönetim mekanizmalarında kadrolaşan AKP iktidarı Üniversite Konseylerine yapacağı doğrudan atamalarla üniversitelerdeki varlığını yetkinleştirme ve kurumsallaştırma çabasındadır. Sonuç olarak yükseköğretimdeki yapısal dönüşümde ileri bir noktayı ifade eden Üniversite Konseyi, üniversite öğrencilerini tamamen dışlayarak yükseköğretimde hem sermayenin hem de siyasi iktidarın pürüzsüz iktidarını kurmayı hedefliyor.
Anti-demokratik yapı korunuyor
AKP iktidara geldiği günden itibaren YÖK’ü kaldıracağını ifade ediyordu. Ancak egemenler arası çatışmanın siyasi iktidar lehine sonuçlanması ve AKP’nin yükseköğretimde kadrolaşma faaliyetleri sonucunda AKP şimdiye kadarki en şiddetli YÖK savunucusu oldu. AKP YÖK’ü kaldırmak bir yana YÖK’ün üniversiteler üzerindeki ağırlığını artıran bir politika gütmektedir. Bu politika YÖK Yasa Taslağı’nda da açık bir biçimde görülüyor. Yapılan önerilere göre sadece YÖK’ün ve organlarının adı değiştiriliyor. YÖK’ün adının Türkiye Yükseköğretim Kurumu (TYK) olarak değiştirileceği öngörülüyor. Üniversitelerarası Kurul mevcut yapısını devam ettirirken ismi Rektörler Kurulu’na dönüştürülüyor. Diğer taraftan YÖK üyelerinin belirlenme yöntemleri muhafaza edilirken iki alternatif öneriliyor; beş üyenin cumhurbaşkanı, beş üyenin bakanlar kurulu, 5 üyenin Rektörler Kurulu, 5 üyenin TBMM tarafından ya da yedi üyenin cumhurbaşkanı, yedi üye bakanlar kurulu ve beş üye Rektörler Kurulu tarafından atanması.
Rektör belirleme sürecindeki anti demokratik işleyiş ise derinleştirilmektedir. Taslakta yapılan öneriye göre rektör seçimleri kaldırılarak rektör belirleme görevi Üniversite Konseyi’ne veriliyor. Hedeflenen bu yapısal dönüşüm üniversitelerdeki demokrasi sorununu daha görünür kılacaktır. Şimdiye kadar yapıl
an rektör atama süreçleri krizli bir şekilde ilerletiliyordu. Üniversitede öğrencilerin seçim sürecine dahi katılmadığı seçimler sonucunda YÖK tarafından oy sonuçlarına bakılmadan belirlenen adaylar ve Cumhurbaşkanının yaptığı atamalar sermayenin ve siyasi iktidarın beklentileri göz önünde bulundurularak gerçekleştiriliyordu. Atamalardan önce seçimlerin yapılması nispi demokrasi ortamını bile yaratmaya yetmez iken yasa taslağında seçimlerin kaldırılarak Üniversite Konseyi’ne doğrudan atama yetkisinin verilmesi anti-demokratik işleyişi daha fazla görünür hale getirecektir. Diğer taraftan rektör atama sürecindeki anti demokratik işleyişin sertleşmesiyle gençlik hareketinin üniversitelerde söz yetki karar hakkı talebinin daha fazla meşruluğa kavuşacağı söylenebilir. Sermaye sözcülerinin de söz sahibi olacağı Üniversite Konseyleri’nin atayacağı rektörler ise kuşkusuz piyasacı, gerici ve baskıcı bir kimliğe sahip olacaktır.
Öte yandan Üniversite Konseyi olmayan üniversitelerde rektör atamaları için çeşitli öneriler sunulmaktadır. En somut öneriye göre rektör atamaları için YÖK bünyesinde Rektör Adaylarını Belirleme Komisyonu kurulması planlanıyor. Bu Komisyon içerisinde ise YÖK’ten, üniversite senatosundan üyelerin ve üniversitenin bulunduğu ilde en çok vergi veren şirket temsilcisinin ya da üniversiteye en çok bağışta bulunan şahsın bulunacağı önerilmektedir. Bu komisyonda zaten sermaye ve iktidar yanlısı Öğrenci Konseyi Başkanı’nın bulunup bulunmayacağının ise hala tartışıldığı vurgulanıyor. Rektör seçiminin ise Rektör Adaylarını Belirleme Komisyonu tarafından belirlenen üç aday arasından komisyon tarafından yapılacağı öngörülüyor. Taslak içerisinde üniversite bileşenlerinin üniversite yönetimine dahil edilmesi söz konusu olmaz iken siyasi iktidarın üniversitelerdeki destekçisi pozisyonunda bulunan Öğrenci Konseyinin dahi bu komisyonda bulunmasına sıcak bakılmıyor. Bu durum YÖK’ün işini sağlama almaya çalıştığının göstergesidir. Bu bağlamda YÖK Yasa Taslağı’nda rektör belirleme süreci ile ilgili yapılan tüm önerilerin var olan anti-demokratik yapıyı derinleştirdiği rahatlıkla ifade edilebilir. Taslakta her üniversitede Üniversite Konseyi’nin kurulacağı ifade edilmiş. Burada YÖK’ün Ali Cengiz oyunu oynamaya çalıştığı çok açıktır. Zaten tüm üniversitelerde ‘ÖTK seçimleri’ sonucunda oluşturulan öğrenci konseyleri bulunmaktadır. Taslakta Üniversite Konseyleri üzerinde öğrencilere de söz hakkı verilebileceği yanılsaması yaratılmaya çalışılmaktadır.
Her şey sermaye için!
YÖK yasa taslağının en can alıcı noktasını yükseköğretim sisteminin kapitalist üretim süreci içerisine daha fazla çekilmesi hedefi oluşturmaktadır. Siyasi iktidar kurmayları üniversitelerin ülke ekonomisine katkı sunmaları gerektiğini her fırsatta dile getiriyor. Bu katkının da ‘ülkenin ihtiyaçları için’ üniversitelerde üretilen bilginin teknolojiye dönüştürülerek sağlanacağı ifade edilmektedir (3). Evet, teknoloji ama kimin için? Ülkenin ihtiyaçları denilirken aslında sermayenin ihtiyaçlarının kastedildiğini anlamak zor değildir. YÖK Yasa Taslağı üniversiteleri sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeni düzeneklerle yapılandırmayı amaçlamaktadır. Taslağın altıncı bölümünde bu amaç “Sürdürülebilir istihdam için mezunlar yetiştirmek, öğrenme kazanımlarını ve programların müfredatlarını güncellemek, kamu kurumları iş dünyası, sivil toplum kuruluşları ve diğer paydaşlar arasındaki ilişkileri gibi amaçlarla yükseköğretim kurumları tarafından Danışma Kurulları oluşturulması hedeflenmektedir” şeklinde açıklanıyor.
Taslakta bilimsel üretim sürecinin piyasa yararına işlevlendirilmesini hızlandırmak amacıyla üniversitelerde ‘Bilgi Lisanslama Ofisleri’nin kurulacağı belirtilmektedir. Bilgi Lisanslama Ofisleri bilginin metalaştırılması sürecinde ileri bir düzeyi ifade etmektedir. Yasa taslağı çerçevesinde belirginleşen yeni üniversite projesi bilimsel üretim faaliyetini doğrudan sermayenin hâkimiyetine bırakmayı hedeflemektedir. Taslakta bu ofislerin, araştırmacıların yapacağı tanıtım faaliyetleri ile bilimsel çalışmaları ticari değeri yüksek konulara yönlendirmek, pazarda ihtiyaç duyulan bilgileri belirleme çalışmaları yürütmek, araştırma sonunda üretilen bilgilerin ticari potansiyelini belirleme çalışmalarını yürütmek, ticari değeri olan bilgileri fikri mülkiyet kapsamında koruma altına alma çalışmaları yürütmek, ticari değeri olan bilgilerin pazarlama lisanslama gibi çeşitli amaçları olduğu vurgulanıyor. Anlaşılacağı üzere üniversitelerdeki bilgi üretimine kapitalist sistemde pazarlanabilme şartı getiriliyor. Üniversitelerin halkın ihtiyaçlarına göre değil sermayenin ticari olarak değer taşıdığı konular üzerine araştırma yapması isteniyor. Üretilen bilgi üzerinde sermayenin fikri mülkiyet hakkına sahip olmasının yasal olarak garanti alınma hedefi ise sermayenin bilim üzerindeki tahakkümünü güçlendirmeyi öngörmektedir.
Piyasanın bilim üzerindeki hâkimiyet stratejisine bağlı olarak yasa taslağında akademisyenlerin piyasa koşullarına göre istihdam edilmesi hedeflenmektedir. Taslağın son bölümünde akademisyenler için ‘esnek çalışma modellerinin benimsenmesi’ hedefi vurgulanıyor. Dolayısıyla sermayenin üniversitenin tüm gözeneklerine kadar hakim olması ve kendini yeniden üretmesi hedefiyle geliştirilmeye çalışılan piyasacı dönüşümün akademik hayatı da zorunlu olarak etkileyeceği söylenebilir. Bu zorunluluk üniversitelerdeki çalışma rejiminin piyasa koşullarına göre değişimini tetikleyecek, öğretim üyelerinin işçileştirilmesi sürecini hızlandıracaktır. Öğretim üyelerinin çalışma yaşamında ‘performans’, ‘verimlilik’ ve ‘ticari değer’ gibi sermayenin çok yönlü baskılanmasıyla karşılaşacağı ifade edilebilir.
Notlar:
(1) Bu konudaki ayrıntılı tartışmalar için Devrimci Gençlik dergisinin 25. sayısındaki ‘Pusula sermaye, hedef üniversite’ yazısına bakılabilir.
(2) Bu sayıdaki ‘AKP yükseköğretimde ne yapıyor’ yazısına bakınız.
(3) Bu amaç doğrultusunda Bilim ve Teknoloji Bakanlığını oluşturulması yükseköğretimin nasıl bir sermaye kuşatması ile karşı karşıya kalacağını göstermektedir.