AKP’nin siyasi yelpazenin neresinde yer aldığına dair farklı fikirler var. The Economist dergisinde ve başka bazı Batılı yayınlarda AKP’nin “ılımlı İslamcı” (“mildly Islamist”) olarak anılmasını ancak gerek siyaset teorisinin, gerekse Türkiye gerçeklerinin ihmaliyle açıklamak mümkün. AKP’nin kendisi “İslamcı gömleğini” çıkardığını söylüyor, kendini “muhafazakâr demokrat” olarak niteliyor. Parti programını inceleyenler, bunun bugüne kadar Türkiye’deki herhangi bir […]
AKP’nin siyasi yelpazenin neresinde yer aldığına dair farklı fikirler var.
The Economist dergisinde ve başka bazı Batılı yayınlarda AKP’nin “ılımlı İslamcı” (“mildly Islamist”) olarak anılmasını ancak gerek siyaset teorisinin, gerekse Türkiye gerçeklerinin ihmaliyle açıklamak mümkün. AKP’nin kendisi “İslamcı gömleğini” çıkardığını söylüyor, kendini “muhafazakâr demokrat” olarak niteliyor. Parti programını inceleyenler, bunun bugüne kadar Türkiye’deki herhangi bir siyasi partinin ortaya koyduğu en “liberal, özgürlükçü” nitelikte program olduğunda hemfikir.
Evrim halindeki AKP’yi mevcut kalıplara sığdırmak zor oluyor. Partiyi inceleyen siyaset bilimciler Hıristiyan Demokratlara benzer bir “Müslüman demokrat” partiden söz edilebileceğini söylüyor. Uygulamaya bakanlar ekonomide liberal, siyasette (“milli iradeci” anlamda) demokrat, kültürde muhafazakâr, karma bir yapı görüyor. Son seçimlerden bu yana sergilemeye başladığı devletçi – milliyetçi ve otoriter eğilimler ışığında, “İslami / dindar Kemalist” olarak nitelenmeye de başladı. Geçenlerde bir dostuma son zamanların AKP’sine en iyi “dindar milliyetçi” denebileceğini yazdım.
AKP’nin 4. Kongresini, aşağı yukarı ne göreceğimi tahmin ettiğim için, yerinde izlemeye gitmedim; çoğunu televizyondan izledim. Edindiğim izlenimlerin başta geleni, AKP’nin, her kesimden olmasa da bir “Sünni partisi” olma vasfının temayüz ettiği. Son zamanlardaki icraatına bakıldığında da, AKP’nin “bütün milleti temsil etme” iddiasının zayıfladığı muhakkak.
İkinci temel izlenimim, AKP’nin bir kadro ya da kitle partisi olmaktan ziyade bir kişi partisi olma vasfının ön plana çıkması. Başbakan Erdoğan etrafında bir “kişiye tapma” kültünün giderek geliştiğini (üzülerek) görmemek mümkün değil. Bazıları bunu Türkiye’nin politik kültürünün kaçınılmaz bir sonucu olduğu kanısında. (Kimilerine göre Rusya çarlar, Türkiye padişahlar üretir.) Ama ben bunda bizzat Erdoğan’ın gayretlerinin payı olduğunu düşünüyorum. Yakın zamana kadar yabancı meslektaşlar sorduğunda, “Erdoğan şu veya bu nedenle siyasetten çekilse bile AKP gücünü korur” diyordum. Ama artık emin değilim. Kendisinin de ima ettiği üzere, başında Erdoğan’ın olmadığı bir AKP eriyip gidebilir ya da başka bir kimliğe yönelebilir.
Başbakan’ın uzun ve hamaset dolu konuşmasında beni hayal kırıklığına uğratan (çeşitli) unsurların başında, yeni bir demokratikleşme hamlesini başlatacağına dair haberleri haklı çıkaran bir şey olmamasıydı. Sonradan kongrede AKP iktidarının önümüzdeki dönemde gerçekleştirmeyi vaat ettiği 63 maddelik bir hedefler listesi açıklandığını öğrendim. Bu hedeflerin laftan öteye gidip gitmeyeceği, yeni bir anayasa yapılıp yapılmayacağı konusunda tereddütlerim var. Ama biri hariç bu hedeflerin hemen hepsini destekliyorum. O bir hedef de, Türkiye’de yönetimi büyük sıkıntılara sokacak olan “başkanlık / yarı – başkanlık / partili cumhurbaşkanı” yönünde bir hükümet sistemi değişikliği. Bu arayışın Erdoğan’ın siyasi kariyeri uğruna Türkiye’yi sıkıntıya sokmaktan başka bir anlamı olmadığını düşünüyorum.
Kongrede beni en mutlu eden Irak Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin “Türkiye seninle gurur duyuyor!” sloganıyla, yani saygıyla karşılanması; Barzani’nin de Kürtçe konuşmasında “Kan dökülmesinin son bulması için elimizden gelen ne varsa yapacağız. Tüm Kürtlerin bu süreci desteklemesi gerektiğine inanıyorum…” şeklinde konuşması oldu. AKP iktidarının en büyük dış politika başarılarından biri muhakkak ki Irak Kürtlerinin dostluğunu kazanmak.
MHP’lilerin Barzani konuk diye kongreye gelmemeleri, etnik milliyetçiliği nereye vardırdıklarının endişe verici bir ifadesi. Evet, kongrenin en büyük ayıbı, bir kısım muhalif basının dışlanmasıydı. Ama bu olmasaydı da CHP’liler herhalde kongreye gelmemek için başka bir bahane bulurlardı. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın şansı olmayı sürdürüyor.