Malumunuz bugün Kurban Bayramı. İki yıl önce yine Kurban Bayramı vesilesiyle yazdığım bir yazıda “Savaşa kurban edilen çocuklarımız var bizim. Bayrama kurban edilmiş koyunlarımız olsa ne yazar” demiştim. Çünkü bayram günleri evlere yine tabutlar giriyordu. Ve o tabutların girdiği evlerin evlatları, ‘Vatanın bekası’ için kurban ediliyordu. Ve o çocukların ölüm emrini verenler bayram mesajları yolluyor, […]
Malumunuz bugün Kurban Bayramı. İki yıl önce yine Kurban Bayramı vesilesiyle yazdığım bir yazıda “Savaşa kurban edilen çocuklarımız var bizim. Bayrama kurban edilmiş koyunlarımız olsa ne yazar” demiştim. Çünkü bayram günleri evlere yine tabutlar giriyordu. Ve o tabutların girdiği evlerin evlatları, ‘Vatanın bekası’ için kurban ediliyordu. Ve o çocukların ölüm emrini verenler bayram mesajları yolluyor, bayramlaşmaya gidiyordu.
İki yıl içinde değişen bir şey yok. Kötüleşen bir şey var ama. Bu yıl Kurban Bayramı’na hapishanelerdeki 700 civarında tutuklu ve hükümlünün açlık greviyle girdik.
44. Gün… Tam 44 gündür açlar. Bedenleri küçüldü. Yürümekte, konuşmakta zorlanıyorlar, kan kusmaya başladılar. Kulaklarında uğultular var. Görme problemi yaşıyorlar. Adım adım ölüme gidiyorlar.
Yüzlerce tutsağın annesi, babası, kardeşi de uyuyamıyor, yiyemiyor. Ve ‘Ne bayramı’ diyorlar. ‘Kurban kim, bayram kimin?’ Çünkü o çok bahsedilen kritik eşiğe çoktan gelindi. Bırakın günleri artık her saatin her dakikanın önemi var. Aileler yürekleri ağzında bekliyor.
Dışarıda bizler birbirimize bayram mesajları atıp, bayramlaşmaya giderken hapishanelerden ölüm haberleri gelebilir. Ve her şey dün Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in katıldığı bir programda söylediği gibi her şey devletin ağzından çıkacak iki kelimeye bağlı. Ya talepleri kabul edilecek ya da…
Suskunluk ise sürüyor. Sanki ölü toprağı serpilmiş gibi, sanki bütün bunlar başka bir ülkede oluyormuş gibi. Medya açlık grevinden ya satır aralarında bahsediyor, ya da hiç bahsetmiyor. Yaşasın diye haber yapmadıklarını öldüklerinde haber yapmak için bekliyorlar.
Açlık grevi kim ne derse desin bütün politikliğine rağmen vicdan meselesidir. Vicdanlara sesleniştir. ‘Bak ben bir şey için ölüyorum, bedenimden gayrı bir şeyim yok ondan geçiyorum’ demektir. Ya o sesi duyar huzursuz olur, adım atar, bir şey yaparsınız ya da kulaklarınızı tıkar, gözlerinizi kapatırsınız ki o vakit bir parçanızı arkanızda bırakırsınız ki o bıraktığınız şey insanlığınız, vicdanınızdır. Onu bıraktığınızda ise bir daha asla huzurlu olamazsınız.
Hani biz kardeştik?
Hava kurşun gibi ağır… Ve Kürtlerden gayrı neredeyse herkesin gözleri kör, kulakları sağır… Niye? Neden Kürtlerden gayrı neredeyse hiç kimse açlık grevlerine ilişkin bir şey yapmıyor dersiniz. Hani biz kardeştik? Hangi insan kardeşi bedenini açlığa yatırmışken, adım adım ölüme giderken sessiz kalabilir, susabilir.
O çokça attığımız ‘Yaşasın Halkların Kardeşliği’ sloganı sadece kuru bir propagandadan ibaret değildir. Halkların kardeşliği ‘yaşasın’ demekle yaşamaz. Yaşatmak için uğraşmak gerekir, bedelse onu da ödemek gerekir. Ve emin olalım ki şimdi hiç birimizin ödeyeceği bedel, bedenini açlığa yatırmış yüzlerce tutsağın ödemeyi göze aldığı bedelden daha fazla değil.
Eğer gerçekten kardeşsek, o zaman 44 gündür açlık grevinde olan tutsaklar yaşasınlar diye bir şeyler yapmak gerekiyor. Kürtler sokaklarda yine yalnız. Kürt analarının omuz başına koyacak bir omzumuz yoksa, onların kollarına girecek bir kolumuz, seslerine ses katacak bir sesimiz yoksa evlatlarını kaybettiklerinde yüzlerine bakacak yüzümüz de olmayacak.
Bir kez daha, kuvvetlice diyorum. Susarsak ölecekler… Ve eğer o hapishanelerden tabutlar çıkarsa emin olun ki bu ülkede halkların kardeşliğinden bahsetmek eskisi kadar kolay olmayacak.
leyla.alp@gmail.com
@leylaalp