Mülteciler için Suriye içinde ‘güvenlikli bölge’ oluşturmak amacıyla diplomasi hızlanıyor. Ancak, ‘tampon bölge’, sadece maddi değil askeri ve diplomatik hazırlık gerektiriyor… Dün İstanbul’un ani bastıran bir yağmura teslim olduğu saatlerde, Türkiye’nin Suriye sınırında da her zamanki gibi hareketlilik vardı. Hatay civarında orman yangınları yeniden başladı. Urfa’daki çadırkentte Lazkiyelilerle Halepliler birbirlerine girdiler. Kilis’te ise, 3 bin […]
Mülteciler için Suriye içinde ‘güvenlikli bölge’ oluşturmak amacıyla diplomasi hızlanıyor. Ancak, ‘tampon bölge’, sadece maddi değil askeri ve diplomatik hazırlık gerektiriyor…
Dün İstanbul’un ani bastıran bir yağmura teslim olduğu saatlerde, Türkiye’nin Suriye sınırında da her zamanki gibi hareketlilik vardı. Hatay civarında orman yangınları yeniden başladı. Urfa’daki çadırkentte Lazkiyelilerle Halepliler birbirlerine girdiler. Kilis’te ise, 3 bin kişi bir kaç gündür sınıra yığılmış, iki tel örgü arasındaki no-man’s land adı verilen tampon bölgenin dibinde, aç biilaç, Türkiye’de girmeyi bekliyordu.
Bekliyordu diyorum çünkü bir yıl önce sınırlarını Esad rejiminden kaçan Suriyelilere açan Türkiye, bugünlerde neredeyse tam kapasite “dolu .”
Şöyle; Esad rejiminden kaçanlar için Hatay, Gaziantep, Kilis, Urfa’da yaklaşık 50 bin kapasite için düşünülmüş 9 kamp kuruldu. Ancak Türkiye 50 bin için hazırlık yapmış olsa da Suriye’deki iç savaş onbinlerce kişiyi yerinden etmeye devam ediyor. Üstelik Suriye ordusu ve muhalifler arasındaki mücadelenin sınırımızdan 1 saat ötedeki Halep’e sıçramasıyla, Türkiye için tablo hızla değişti.
Yeni göç dalgası
5 milyonluk Halep ve 1 milyonluk Idlib’den civar köylere ve Türkiye’ye yönelik yeni bir göç dalgası var. Son bir kaç günde bile Halep ve civar illerden kaçıp Türkiye’ye sığınan insan sayısı 6 bin civarında (sadece 8 Ağustos’ta 4 bin kişi giriş yaptı). Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Hillary Clinton’la yaptığı ortak basın toplantısında, son katılımlarla Suriye’den gelen mülteci sayısının 55 bin civarında olduğunu söyledi. Bu rakam, mevcut kampların kapasitesinin üzerinde olduğu için son gelenlerin bir bölümü, Kahramanmaraş ve Kilis’te okullara yerleştirildi.
Ankara, hızla 4 yeni çadırkent kurmak için kolları sıvamış olsa da, Suriye’deki iç savaş sürdükçe yeni kampların yeterli olmayacağı ortada. Kışa hazırlık, Ankara açısından yeni bir düzen gerektiriyor.
17 aylık Suriye krizinin başından beri Körfez Savaşı sonrası yaşanan Kürt göçü benzeri ‘büyük göç dalgası’ senaryosundan çekinen Ankara, artık rejimden kaçan Suriyelileri Türkiye değil kendi topraklarında ağırlamak için hazırlıklara başladı.
İlk aşamada AFAD tarafından kurulacak yeni kamplarla mülteci kapasitesini 30-40 bin arttırmaya çalışan Ankara, diğer yandan Suriyelileri Türkiye sınırına güvenli bölgelerde kurulacak yeni çadırkentlerde ağırlamak için diplomatik ve maddi hazırlık yapıyor.
Hillary Clinton’la yapılan görüşmelerde, Türk tarafı göç dalgasının aniden artması ya da 100 bin sınırına yaklaşması durumunda, Suriye içinde kamplar kurmanın bir mecburiyet haline geleceğinin altını çizdi. Önümüzdeki günlerde Fransa Dışişleri Bakanı ve kilit Arap ülkeleriyle de yapılacak diplomatik temaslarda da Ankara’nın gündeminde mülteci sorununa Suriye içinde çözüm aramak olacak.
Askeri hazırlık gerekiyor
Suriyeli göçmenlerin Suriye içinde barınması için, sadece çadırkent kurmak değil günlük temel ihtiyaçlarını ve güvenliklerini de sağlamak gerekiyor. Bu, maddiyatın ötesinde hava ve kara kuvvetlerini de ilgilendiren askeri bir hazırlık demek.
Aslında güvenlik konusunda Suriye’deki iç savaşın gidişatı, Türkiye’nin işini kolaylaştırıyor: Türkiye sınırından Halep’e kadar uzanan bölge, hükümetin değil Özgür Suriye Ordusu’nun kontrolünde. Esad rejiminin bu bölgelerde varlığı yok. Ayrıca F4 uçağının Akdeniz’de düşmesi sonucu ‘angajman’ kurallarını değiştiren Ankara, Suriye uçak ve helikopterlerinin Türkiye sınırına yaklaşmasına izin vermiyor, sınırın ötesinde adı konmamış 10 km’lik bir no-fly-zone (uçuşa kapalı bölge) uygulaması var.
Ancak Ankara’daki yetkililer, yine de Türkiye’nin gayri-resmi de olsa kendi başına ‘tampon bölge’ uygulamasına gitmeyeceğini, Suriye’nin egemenlik haklarını önemsediğini, ayrıca Suriye içinde kurulacak kampların havadan bombardıman ya da helikopter taarruzuna karşı koruma atında olması için uluslararası bir konsensüs gerektiğini vurguladı.
İnsani yardım koridoru
Bu durumda Ankara, Suriye içinde olası bir ‘güvenlikli bölge’ ya da “tampon bölgeyi” önümüzdeki aylarda hem ABD hem de Arap müttefikleri ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi kurumları yanına alarak şekillendirmek eğiliminde.
Bu arada, Suriyelilerin Türkiye’ye gelmesi yerine Türkiye’nin ‘insani yardım koridoru’ kurarak Suriye’ye yardım götürmesi düşüncesi, daha kamplar kurulmadan sivil toplum örgütlerini harekete geçirdi. Geçen hafta Kızılay kamyonları, Kilis Öncüpınar’da sınırın Suriye tarafına geçerek yardım dağıtmaya başladı. Kilis ve Antakya’daki bazı küçük STK’lar da artık sınırı geçerek Suriye içine ilaç, gıda ve yardım malzemesi götürmeye başladı.
Suriye içinde yardım
Ancak Suriye içinde en aktif yardım dağıtan kuruluş İHH İnsani Yardım Vakfı. Ramazan başından bu yana İdlib, Azaz, Humus ve Lazkiye’nin bazı bölgelerine 410 ton gıda ve ilaç yardımında bulunan kuruluş, bombardıman altındaki Halep’te de okul ve depolardan yardım dağıtmakta.
IHH yetkilisi Osman Atalay, IHH yardım tırlarının sınır kapısından geçtikten sonra gıda malzemelerini Suriye plakalı kamyonet ve kamyonlara yüklediğini, oradan Suriyeli muhaliflerin sağladığı eskortlarla depolara ya da doğrudan şehirlere ulaştırdığını söyledi. Halep ve Azaz’da gıda talebi yanında ilaç ve tıbbi malzeme sıkıntısı yaşandığını da belirten Atalay, önümüzdeki dönemde bir kitlesel göç halinde gezici sağlık ve sıcak yemek tırlarını da Suriye’ye gönderebileceklerini söyledi. IHH’nın ayrıca bazı şehirlerde un ve jeneratör ihtiyaçlarını karşıladığını belirten Atalay, Türkiye sınırında bir tampon bölge oluşturulması durumunda Suriyelilerin ihtiyaçlarını karşılamak için STK ve uluslararası yardım kuruluşlarının da devreye girmesi gerektiğini söyledi.
HÜSEYİN AYGÜN’Ü HEMEN BIRAKIN!
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün dün akşam saatlerinde PKK tarafından kaçırılmasına isyan etmemek mümkün değil. İktidar cephesinden gelen imalı “Merak etmeyin bırakırlar iki güne” sözlerine de.
Kimse alınmasın, Aygün hem Yeni CHP’nin sembol isimlerinden, hem de bu Meclis’in en parlak vekillerinden. Kendisini ilk kez geçen yıl Kemal Kılıçdaroğlu’nun Tunceli gezisinde tıkma tıkış bir seçim otobüsünde tanıdığımda, Tunceli tarihine meraklı bu genç avukatın Meclis’te bu kadar sivrileceğini tahmin etmemiştim. Oysa Dersim mebusu, bir yıl içinde neler yapmadı ki! CHP’deki sert Kemalistlerin şaşkın bakışları arasında, Dersim 1938 dosyasını açtı, Alevilerin cemevi talebini TBMM çatısı altına taşıdı, insan hakları komisyonuna ‘Dersim’in kayıp kızlarını’ ve Kemal Burkay’ı getirdi, Uludere’ye gitti, Cihan Kırmızıgül’den Hopa’ya kadar bir çok hak ihlali davasında düzenli olarak gözlemci oldu ve en son Malatya’daki davulcu vakasında linç girişimiyle karşı karşıya kalan aileyi anında sahiplendi.
Tunceli’de siyaset yapıp PKK’ya kafa tutmak, her babayiğidin harcı değildir. Aygün, bir insan hakları hukukçusu olarak hem devlet hem de PKK’nın şiddete karşı çıkan, gerektiğinde örgütü eleştirmekten çekinmeyen bir isim. Dersimli ve sosyalist kimliğinden taviz vermeden, barış için PKK’nın silahları bırakması gerektiğini haykıran biri.
Kaçırıldı diye arkasından atıp tutanlara sözüm, edepli olun. PKK’ya lafım ise, Hüseyin Aygün’ü hemen bırakın!