Ekim Devrimi’nin lideri Lenin’in 1900’lerin başında yaptığı “emperyalizm” tarifi bugün de geçerliliğini korumaya devam ediyor. Emperyalizmin ise ne olduğu ve tam olarak neler yapabileceğine dair en somut örnek ise 2. Dünya Savaşı’nda Amerikan emperyalizminin Hiroşima ve Nagasaki’yi bombalamasıydı. Tarihsel süreci biraz hatırlamak gerekirse, Nazi Almanyası karşısında bir ölüm kalım savaşı veren Sovyetler Birliği çok ağır […]
Ekim Devrimi’nin lideri Lenin’in 1900’lerin başında yaptığı “emperyalizm” tarifi bugün de geçerliliğini korumaya devam ediyor. Emperyalizmin ise ne olduğu ve tam olarak neler yapabileceğine dair en somut örnek ise 2. Dünya Savaşı’nda Amerikan emperyalizminin Hiroşima ve Nagasaki’yi bombalamasıydı.
Tarihsel süreci biraz hatırlamak gerekirse, Nazi Almanyası karşısında bir ölüm kalım savaşı veren Sovyetler Birliği çok ağır kayıplara rağmen savaşın gidişatını değiştirmeyi başarmıştı. İşte ne olduysa bundan sonra oldu ve Sovyetler Birliği’nin peş peşe gelen zaferlerinin ardından ABD’nin öncülüğünde bir batı cephesi açıldı ve Fransa “kurtarıldı”. Sovyetlerin batıya ilerleyişi karşısında dehşete düşen ve sosyalizmin bu savaştan her şekilde büyüyerek çıkacağını kavrayan emperyalist ülkeler, Sovyet ilerleyişini de durdurabilmek için Almanya’ya karşı, Nazilere benzer yöntemlerle hareket etmekten çekinmeyen harekatlara giriştiler. Bunlardan en bilineni Amerikan ve İngiliz hava kuvvetlerinin ortak harekatı olan Dresden bombardımanıydı ki herhangi bir askeri üs ya da fabrika barındırmayan bu kent bombardıman sonrasında adeta haritadan silinmiş, 20 binden fazla sivil bombardımanda hayatını kaybetmişti. Bombardımanda fosfor bombası gibi kimyasal silahlar da yoğun biçimde kullanıldı.
Almanya’nın ardından gözünü bir diğer mihver devleti olan Japonya’ya çeviren ABD, Japonya’nın başkenti Tokyo’nun tamamını napalm bombalarıyla bombalamış ve 100 bine yakın insanın hayatını kaybetmesine sebep olarak savaşı “erken bitirmeye” çalışmıştı. Japonya’nın direnmesi ise ona çok pahalıya mal olacaktı. Faşizme karşı verilen haklı bir savaşı katliamlarla kazanmaya çalışan ABD, savaş makinesi olma unvanını da Nazi Almanyası’ndan devralmaktaydı.
Nihayet tarih 6 Ağustos 1945’e geldiğinde, Japonların en fazla sokakta oldukları sabah 8 sularında ufukta görünen Enola Gay adlı B-29 tipi bombardıman uçağı, “little boy” (küçük çocuk) adı verilen atom bombasını Hiroşima kentine bırakmıştı. Bombanın bırakılma saati de insan kaybının “maksimum” olması için özellikle belirlenmişti. Ve sonuç atom bombası ve ona bağlı olarak radyasyondan dolayı yaklaşık 140 bin Hiroşimalının hayatını kaybetmesi olmuştu. Ancak burada durulmadı. Üç gün sonra, 9 Ağustos 1945’te “fat man” (şişman adam) isimli, ilkinden daha büyük bir atom bombası Nagasaki’ye atıldı ve Nagasaki de Hiroşima ve Dresden’in kaderini paylaşıyordu. Toplam hayatını kaybeden sayısı ise 140 bini aşarak Hiroşima’yı geride bırakmıştı.
Emperyalizm, özellikle de ABD emperyalizmi bütün bu saldırılardan sonra hiç durmadı. Kimi kaynaklar ABD’nin atom bombasını kullanmasının nedenlerinden birinin de Sovyetler Birliği’ne ve komünizme gözdağı vermek olduğunu ileri sürdüler. Ve Hiroşima ile Nagazaki İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başta nükleer silahlanma olmak üzere silahlanmaya devasa bütçeler ayırmaya başlayan ABD’nin ne ilk, ne de son katliamı olacaktı. Japonya’dan sonra daha da azgınlaşan ABD, Dünya’nın efendiliğine soyunacak ve her yere müdahale etmekten çekinmeyecek, nükleer silahlanma yarışını ve sosyalist ülkelere karşı “soğuk savaş”ı başlatacak, katliamlarına Vietnam’da, Irak’ta, Afganistan’da devam edecekti.
Bugün ise aynı ABD emperyalizmi Ortadoğu halklarına kan kusturmak için kirli bir savaş yürütüyor. Tunus ve Mısır’daki halk hareketlerini kendi uşaklarıyla yönlendirmeyi başaran emperyalizm, bunu başaramadığı yerde ise ordusunu, savaş uçaklarını kullanmaktan geri durmadı. Emperyalizme kayıtsız şartsız biat etmeyen Libya’yı bir oldu bittiye getirerek yerle bir etmekten çekinmeyen ABD ve Avrupalı emperyalistler, benzer bir tabloyu Suriye’de de yapmaya kararlı.
Bütün bu örnekler şunun için verildi. Büyük şirketlerin ve onların emrindeki “büyük” devletlerin daha fazla kâr etmek, yarattıkları krizleri “çözmek”, dünyanın kaynaklarını sömürmek için yapamayacakları şey yok. Ne çevre, ne halklar, ne de insanlık onlar için önemli. Bu yüzden de emperyalizmle mücadele, emperyalizmi zayıflatacak ya da geriletecek, emperyalist savaşları engelleyecek ya da emperyalist siyaseti boşa düşürecek türden bir mücadele, yani anti-emperyalizm bugün tüm solun görevlerinin başına yazılmalıdır. Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizme karşı mücadele edilmeden, kapitalizme karşı da mücadele edilemeyeceği, gerekirse bıkkınlık verene kadar tekrarlanmalı. Türkiye ve dünya solunun özellikle bir kısmının bunu hatırlama ihtiyacı her zaman olduğundan daha fazla. Çünkü başta da dediğimiz gibi, emperyalizmin sınırı yoktur.
Fırat Birkan
firat.birkan@hotmail.com