İki gün öncesinin cuma günü TRT Türk’te yayınlanan Işın Eliçin’in ‘Gazeteci Gözüyle’ programına katılmak için Ege’den İstanbul’a geldim. Yolculuk sırasında ülkenin her gün tazelenen gündeminde o gün nelerin yer aldığından haberdar olmak için -haliyle- birkaç gazeteyi gözden geçirmiştim. Ancak akşama doğru TRT Türk’te ulaşıp da yarım saatlik programda nelerden söz edeceğimizi konuşmaya başladığımızda önüme konulan […]
İki gün öncesinin cuma günü TRT Türk’te yayınlanan Işın Eliçin’in ‘Gazeteci Gözüyle’ programına katılmak için Ege’den İstanbul’a geldim. Yolculuk sırasında ülkenin her gün tazelenen gündeminde o gün nelerin yer aldığından haberdar olmak için -haliyle- birkaç gazeteyi gözden geçirmiştim. Ancak akşama doğru TRT Türk’te ulaşıp da yarım saatlik programda nelerden söz edeceğimizi konuşmaya başladığımızda önüme konulan Radikal gazetesinde yer alan ‘bomba’ gibi bir haberi görmemiştim. Gün içinde söz konusu gazeteyi de gözden geçirmeme rağmen habere konu olan Genelkurmay Başkanı’nın bu dehşetengiz haberle karşılaşmamıştım. Mesele anlaşıldı hemen tabii ki; gazete söz konusu haberi taşra baskısına yetiştirememişti. Üstelik Ömer Şahin imzalı bu önemli haber sadece Radikal’de yer alıyordu.
Açıklamayı (da) gözden geçirdikten sonra ‘Gazeteci Gözüyle’ye başladık. Işın Eliçin’in -her zaman olduğu gibi- ‘can verici’ (‘can alıcı’ dememek için!) soru ve yorumlarıyla başladık Genelkurmay Başkanı’nın BBP heyetine yaptığı açıklamayı didiklemeye…
Tamam, Genelkurmay’dan habere ilişkin ‘O görüşmeye farklı anlamlar yüklenmesine üzüldük’ tarzında bir bakıma ‘mırın kırın eden’ açıklamalar yapılmış olsa da, önümüze BBP heyetinin marifetiyle medyaya ulaştırıldığı belli olan o ‘dehşetengiz’ açıklamanın gerçeği yansıtmadığı yolunda ciddi bir ‘bilgi notu’ ile karşılaşmadık.
Genelkurmay Başkanı’nın söz konusu açıklaması, bir değil birçok açıdan üzerinde ciddi olarak düşünülmesi ve tepki verilmesi gereken bir anlayışı ifade ediyordu. Açıklamaya pek çok gazete iltifat etmese de General Özen’in ‘Kandil’e girmenin’ olmaz ise olmaz üç şartını biliyorsunuzdur. Kısaca hatırlatırsak: 1- ‘Devlet kararı olması.’ 2- ‘ABD’nin ikna edilmesi.’ 3-‘Muhtemel ağır kayıplara karşı kamuoyunun hazırlıklı olması.’
‘Başka bir emriniz?’ desek ayıp mı olur acaba?
‘ABD’nin ikna edilmesi’ şartıyla ilgili olarak sonradan (resmi açıklamada değil) ‘ABD’den özel olarak söz edilmedi’ filan gibi yorumları da ciddiye almamak gerekiyor, çünkü bölgedeki durum zaten herkesin malumu…
Bu ve benzer ‘düzeltme’ çabalarını bir tarafa koyup açıklamanın hangi kavramı çağrıştırdığını söylemek gerekir ise, bana göre bir zamanlar Castoriadis’in zamanının Sovyetler Birliği’ndeki yönetimin adına ilişkin önerdiği şu kavramı hatırlamanın yeridir diyorum: ‘Starokrasi’ (stratos (Yunanca):Ordu).
Çok mu serbest bir çağrışımda bulundum. Sanmıyorum. Sanmıyorum, çünkü önümüze konulan bu üç şart, ve bu şartların ülkenin Başbakan’a doğrudan bağlı Genelkurmay Başkanı tarafından dile getirilmiş olması bu kavramı -şöyle böyle değil- bayağı çağrıştırmıyor mu?
Yoksa biz ‘Kandil’e girmek’ten söz etmenin bir Genelkurmay Başkanı’nın ağzından duyduğumuzda son derece normal karşılayacağımız bir ‘Harp oyunları’ duyurusu niteliğinde olduğunu mu sanıyoruz?
İsterseniz ‘şartlar’a biraz daha bakından bakalım:
‘Devlet kararı olması’ şartı mesela: Bu nasıl bir terminolojidir böyle… Yıllardır ‘Yok öyle tek başına işleyen bir ‘Devlet kararı’; giderek medenileşen bu ülkede de siyaset yoluyla kurulan ve farklı kuvvetlerden oluşan kamusal otoritenin toplumun her kesiminin sesine kulak veren kararları var’ demiyor muyduk? Nereden çıktı bu eskimiş formül?
‘ABD’nin ikna edilmesi’ şartı mesela: Bu ‘şart’ da çok şaşırtıcı gerçekten… ‘Bırak ABD’nin ya da bir başkasının ikna edilmesini, her şeyden önce sözü edilen bir büyük savaş için toplumun ikna edilmesi gerekmez mi?’ desek yanlış mı olur?
Gelelim üçüncü şarta: ‘Muhtemel ağır kayıplara karşı kamuoyunun hazırlıklı olması.'(!) Genelkurmay Başkanı’nın ‘Kandil’e girme’ savaşıyla ilgili ‘toplum’a (‘kamuoyu’ deniyor!) tanıdığı söz hakkı bundan ibaret. Aslında sözcüğü yanlış kullandım, ortada ‘söz hakkı’nın zerresi yok aslında. ‘Toplum’dan istenen yüzlerle, bekli de binlerle ifade edilebilecek ‘muhtemel ağır kayıplara karşı’ hazırlıklı olmasından ibaret…
Genelkurmay Başkanı’nın bu açıklamasına ilişkin söylemek istediğim başka şeyler de var. Bunlar da yarınki yazıya kalsın. Ama bunlar içinden hiç değilse birini -üzerine düşünmeye başlayalım diye- bugünden hatırlatmak isterim: İçinde haberin sahibi Radikal gazetesi de olmak üzere ‘Türk medyası’nın neredeyse tamamı bu açıklamayı niçin ciddiye almadı acaba? Bu açıklama özellikle bazı gazetelerin aylardır-yıllardır ısrarla sürdürdükleri ‘askeri vesayetten kurtulma’ çerçevesine girmiyor mu acaba? Girmiyor ise neden? Hatta tam tersine, söz konusu açıklama ortada öylece açıklanmayı beklerken, ‘Paşa’nın göz yaşları’nın öne çıkarılmasının anlamı nedir acaba?