Türkiye cezaevleri muhalifler için tam anlamıyla toplama kampını andırıyor. Siyasal iktidarın politikalarını onaylamayan başta Kürt demokrasi güçleri olmak üzere, toplumun her kesiminden insan cezaevlerine kapatılmış durumda. Cezaevlerinin “%110 doluluk” oranına ulaştığı söyleniyor. Yani yaklaşık 5 kentin nüfusu kadar insan içeride bulunuyor. Hoş dışarıda kalanlarında özgür oldukları söylenemez. Ancak Adalet Bakanı bazı Avrupa ülkeleriyle kıyaslayarak, Türkiye […]
Türkiye cezaevleri muhalifler için tam anlamıyla toplama kampını andırıyor.
Siyasal iktidarın politikalarını onaylamayan başta Kürt demokrasi güçleri olmak üzere, toplumun her kesiminden insan cezaevlerine kapatılmış durumda.
Cezaevlerinin “%110 doluluk” oranına ulaştığı söyleniyor.
Yani yaklaşık 5 kentin nüfusu kadar insan içeride bulunuyor.
Hoş dışarıda kalanlarında özgür oldukları söylenemez.
Ancak Adalet Bakanı bazı Avrupa ülkeleriyle kıyaslayarak, Türkiye de Cezaevi koşullarının iyiliğinden dem vuruyor.
Eh; doğrusu kimse ‘ayranım ekşi’ demez.
Ama gerçekler hiç te bakanın söylediği gibi değil.
Hak ihlalleri had safhaya ulaşmışken…
Sırf onurlarını kırmak için Kürt çocuklarına cezaevlerinde işkence, taciz, tecavüz reva görülürken…
Politik hasta tutsaklar tedavi edilmeyerek ölüme terk edilmişken, uzun tutukluluk süreleri cezaya dönmüşken, cezaevlerinin daha nesi diğer ülkelerden iyi diye bakana sormak gerekir?
Dün mazlum postundayken, bu günün muktediri durumuna gelen AKP, ülkede yaşanan anti demokratik uygulamalarla övüneceğine, dönüp beş kentin nüfusu kadar insanı neden cezaevlerine attığını kendine sorması gerekir.
Ancak belli ki AKP her zaman olduğu gibi, yine mağduru oynuyor.
Sanki bu kadar insan ülkeyi soymuş, ülkenin yer altı yer üstü kaynaklarını küresel sermayeye peşkeş çekmiş, insanları yoksullaştırmış ta, o nedenle AKP bu insanlardan ülkeyi kurtarmış edasında…
Yani her şekilde AKP kendini temize çıkarmayı beceriyor.
Kürt halkının top yekun tutsaklaştırılıp, iradesine yönelik yürütülen tecrit ve izolasyon sebebiyle, cezaevleri yeni direnişlere sahne olmaktadır.
Daha şimdiden dört yüzün üzerinde tutsak, dönüşümsüz açlık grevinde.
Açlık grevleri seksen sonrası, Diyarbakır ve F tipi cezaevlerinde yaşanan direnişler gibi, cezaevlerinin yeni bir mücadele merkezine dönüşmesi sonucunu doğuracaktır.
Cezaevlerine atılan toplumun örgütlü kesimlerinin, kolayca bu süreci kabulleneceklerini sanmak saflık olacaktır.
Dolayısıyla onlarca siyasetçi, sendikacı, gazeteci, yazar, çizerin AKP faşizmine karşı ellerindeki son silahları olan bedenlerini ölüme yatırmaktan başka çareleri kalmadığı anlaşılıyor.
Zira cezaevlerinde yaşanan direnişlerin can kayıplarıyla sonuçlanmadan, insani ve politik çözümü zorlamak için, başta sendikalar ve sivil toplum örgütleri bu sürece müdahil olmak zorundadırlar.
Yani hiç kimse bu noktadan sonra, bu mesele benim meselem değildir diyemez. Dememelidir de.
Çünkü faşizmin oklarının yarın kime yöneleceğini, şimdiden kestirmek mümkün değildir.
Bu nedenle onlarca üyesi içeride olan KESK ve diğer sivil toplum kesimleri, zindan direnişleri konusunda kamuoyu oluşturmaları, oluşabilecek olumsuzlukların önüne geçmeleri gerekir.
Hatırlanacağı üzere, daha önce de ceza infaz kurumlarında örgütlü olan KESK’e bağlı (TÜM YARGI SEN) sendikası kapatılmıştı.
(TÜM YARGI SEN) 2002 yılında F tipi cezaevi koşullarına karşı yürüttüğü mücadeleden ötürü kapatıldığı biliniyor.
Dönemin iktidarları (TÜM YARGI SEN)’i kapatmakla, cezaevlerini sivil toplum denetiminden çıkarıp, ‘pandora’nın kutusuna’ çevirdiler.
(TÜM YARGI SEN)’in kapatılmasıyla kamuoyu, zindanlarda olup bitenden bir daha haber alamadı.
Dolayısıyla bu gün yaşanan çeteleşmelerin, taciz ve tecavüzlerin bu boyuta ulaşmasının bir nedeni de, bu alanın örgütsüz bırakılması ve sivil toplum denetiminden kaçırılmasıdır.
Sonuç olarak: her vicdan sahibi insan, cezaevlerinde bedenlerinden başka silahları olmayan tutsakların çığlığına sessiz kalmamalıdır.
Dayanışma büyütülmelidir.