Sermaye sınıfı tarihsel olarak en güçlü dönemini yaşıyor. Sınıflar arası denge tek taraflı olarak, egemen sömürücü sınıfın lehine değişmiş durumda. Oysa Türkiye emekçi hareketi acınası bir halde. Yirmi dört milyon emekçi tüm savunma reflekslerini yitirmiş, adeta AKP ve sermayenin ‘kum torbasına’ dönmüş. Ha babam ha gelen vuruyor, giden vuruyor. Sermayenin tüm dayatmalarına, emekçi yığınlar ve […]
Sermaye sınıfı tarihsel olarak en güçlü dönemini yaşıyor.
Sınıflar arası denge tek taraflı olarak, egemen sömürücü sınıfın lehine değişmiş durumda. Oysa Türkiye emekçi hareketi acınası bir halde. Yirmi dört milyon emekçi tüm savunma reflekslerini yitirmiş, adeta AKP ve sermayenin ‘kum torbasına’ dönmüş. Ha babam ha gelen vuruyor, giden vuruyor.
Sermayenin tüm dayatmalarına, emekçi yığınlar ve örgütleri çaresizce boyun eğip her hukuksuzluğu içine sindiriyor. Sendikalar; sermayenin her tür saldırılarını sindirecek, birer ‘sindirim organına’ dönmüş durumda. Şöyle bir geriye baktığınızda, son 30 yılda emekçilerin tarihsel kazanımlarının dramatik bir biçimde, nasıl yok edildiği görülecektir.
Sağlık, sosyal güvenlik, emeklilik hakları gasp edilen yığınlar, esnek, kuralsız, örgütsüz bir yaşamın içine itilmelerine rağmen, bu saldırıları geri püskürtecek bir karşı duruş henüz örgütlenememiştir. Sendikal bürokrasi yıllardır AKP’nin faşizan, emek karşıtı yönelimlerini durduracak, tüm emek tabanını kucaklayan ciddi bir emekçi muhalefeti örgütleyememiş, emek alanına yönelen saldırıları seyretmeyi yeğlemiştir.
Ancak emek hareketi, sendikalar bu baş aşağı gidişi görerek, kendilerini sınıfsal ve toplumsal ihtiyaçlar ekseninde yenileme zorunluluğu, her zamankinden daha fazla ihtiyaç haline gelmiştir. Emek hareketi kendini inşa edecek, ayağa kaldıracak, mevcut saldırılara cevap olacak, yeni mücadele yol ve yöntemlerini bulmak, mevcut klasik araçları terk etmek zorundadır.
Kuşkusuz yenilenmeden kasıt, iktidar araçlarının, yani yönetimlerin yenilenmesi değildir. Yenilenme; ruhta, zihinde ve eylemde bir yenilenmedir. Günümüzde gerek işçi, gerekse memur sendikalarının temel handikapı, kendi yapılarında değişim dönüşümü sağlamadıkları gibi, her tür kaybı sineye çekip, mevcut durumu kabullenmiş olmalarıdır. Yasalarla kuşatılmalarına rağmen, bu kuşatmayı yaracak ortak bir sınıfsal refleks geliştirmemeleridir.
Örneğin 2821-22 ve 4688 sayılı yasalarda grev yasakları getirilmesine karşı, kolektif sınıfsal bir duruş oluşamamakta. Milyonlarca emekçi güvencesizleştirilirken, bu kitlelerin örgütlenmesi konusunda ortak bir sınıf tavrı gelişmemektedir. Halbuki emekçilerin kendini savunacak tek ve etkili silahı ‘grev’dir, mücadeledir, örgütlenmedir.
Grev yapılmadan, emekçileri bir arada yürütmeden, mücadelelerini birleştirmeden hak almak ve sermayeyi geriletmek mümkün değildir. Kaldı ki AKP 12 Eylül ürünü grev yasaklarını sürdürmekten yana olduğunu gizlemiyor. Emekçileri sermaye karşısında savunmasız bırakmak istiyor. Bilindiği gibi kamu çalışanlarına çalıştay düzenleyen AKP’nin torbasından, sendikal özgürlükler değil, sendikal yasaklar çıktı.
Öte yandan 2821-22 sayılı yasalarda da, AKP grevi bir hak olmaktan çıkarmak istiyor.
Havacılık işkolunda, “yasanın 64. maddesinin 6. fıkrasında, işçilerin grev kararı alması halinde, işverenin faaliyetlerinin yüzde 40’ını sürdürmesi” yasallaştırılmaya çalışılıyor.Elbette sınıf olmanın gereği, bu saldırılara, topyekün cevap verebilmek ve ‘grev’i geniş emekçi yığınlarla birlikte ‘grev yaparak’ korumak gerekir.
Yenilenme ve değişim, tam da budur.
Emekçi sınıfı bir bütün ele alan, emek yaşamındaki parçalanmaya karşı güvenceli, güvencesiz, işçi, memur, demeden birlikte örgütleyen anlayış, kuşkusuz ki yenilenmiş doğru bir anlayıştır.