Taraf gazetesinden Melih Altınok bugün Hopa davasını yazmış. “Ben de saçlarımı kestirdim sayın savcı” demiş ve savcının saç kesmeyi terör suçu kapsamında değerlendirmesini eleştirmiş. Başka ne deliller olursa olsun, savcının hep bu “kara komedi”yle anılacağını ve saçlarını kestirse de “tanınacağını” söylemiş. Sağ olsun “ileri demokrasi”nin koruyucusu ve kollayıcısı bir savcıyı yeri geldiğinde eleştirmeyi bilmiş Altınok. […]
Taraf gazetesinden Melih Altınok bugün Hopa davasını yazmış. “Ben de saçlarımı kestirdim sayın savcı” demiş ve savcının saç kesmeyi terör suçu kapsamında değerlendirmesini eleştirmiş. Başka ne deliller olursa olsun, savcının hep bu “kara komedi”yle anılacağını ve saçlarını kestirse de “tanınacağını” söylemiş.
Sağ olsun “ileri demokrasi”nin koruyucusu ve kollayıcısı bir savcıyı yeri geldiğinde eleştirmeyi bilmiş Altınok. Eleştirirken de küçük bir “teknik hata” yapmış. Şöyle demiş Altınok: “Ozan Gündoğdu ve Metin Lokumcu isimli Mülkiye öğrencileri, Ankara’daki bir eylemde tutuklanarak cezaevine koyuluyorlar ve uzun saçları kesiliyor.” Sonra da arkadaşlarının Ozan ve Metin’e moral desteği vermek için saçlarını kestirdiğini anlatmış. Doğa ve yaşam hakkı mücadelesinin Metin Hocası Mülkiye öğrencisi oluvermiş.
Altınok bugün habere dair eleştirileri twitter üzerinden yanıtlarken bir “hata” yaptığını, bu hatanın editörün de gözünden kaçtığını dile getirmiş. Sosyal medyada yükselen eleştirileri çocukça olarak değerlendirmiş ve eklemiş: “linç için gözlerini dikmiş güruha ne söylesek boş”.
Tek tek isim vermeyelim ama Altınok’un linççi ilan ettiği “o güruh” arasında hapishanelerdeki öğrencilerin, gazetecilerin, hak mücadelesi savunucularının, avukatların, milletvekillerinin, belediye başkanlarının arkadaşları, dostları, yani mücadelelerini kendi mücadelesi bilenler var.
“Her gazeteci hata yapar ve neden benim hatam bu kadar tepki topluyor” diye sormuyor Altınok. Oysa şu şekilde anlayabilirdi tepkiyi: “Kefil olduğumuz ileri demokrasi vaatleriyle ülke dünyanın en büyük hapishanesine çevrildi ya, ondandır.”
Belki bu çok radikal bir özeleştiri ama en azından insanların bu hatada ve hatanın “editörün gözünden kaçması”nda gazetesinin fikri şeflerinden Murat Belge’nin izlerini görmesini anlayabilir Altınok. Doğa ve yaşam hakkı mücadelesinin simge ismi haline gelen Metin Hoca, Murat Belge için “o adam” idi.
10 Temmuz’da “Komplo Teorisi” başlıklı yazısında şöyle yazmıştı Belge: “Türkiye’de bir seçim kampanyası var ve bir kasabada bununla ilgili birtakım olaylar çıkıyor ve bir adam ölüyor. (…) Hopa’da ölen adam polis kurşunuyla ölmemiş -ama öylesine bir şiddetle davranan bir polis olmasa, her şey sakin bir ortamda cereyan etse o adam ölür müydü?”
Ya da belki Altınok’un “hata”sı Tayyip Erdoğan’ın ve bakanlarının ısrarla Metin Hoca’nın ismini anmayışını anımsatmıştır. Metin Lokumcu, “ölen şahıs” ya da en fazla “bir emekli öğretmen” idi onlar için. Zira yaşamlarının kıymeti olmayanların isminin de kıymeti olmaz. “Ankara’da bir polis panzerine tırmanan bir tane kız mıdır, kadın mıdır” bilinmeyendir o, yoksa Dilşat Aktaş değil!
Aksine yaşamlarının kıymeti olmayanlar daha kıymetli bir yaşam için direnirse adı “eşkıya”ya çıkar en fazla. Eşkıyanın ismi “arananlar”, “tutuklananlar” ve “etkisiz hale getirilenler” listesinde anlamlıdır sadece. “Eşkıya”ların toplanmasına da “güruh” denir bu dilde. O “güruh”lar kolayca yağmacı, vandal, terörist ilan ediliverir. Ne istedikleri de ayrıntıdır zaten. Altınok’un yazısındaki gibi “Ankara’daki bir eylemde tutuklananlar”dır işte. Ne eylemi? Bir eylem işte. “AKP’nin doğayı sermayeye kurban etmesine ve bunun için can almaktan bile çekinmemesine karşı bir eylem” olması ayrıntıdır sadece.
Ya içindesindir çemberin ya da dışında yer alacaksın
Kapitalizmin neoliberal evresinde “terör”ün kapsamı giderek genişlerken, demokrasinin kapsamı daha da daralmakta. Giderek genişleyen “terörist” kapsamına girenler çok, say say bitmez isimleri. Eskiden bu kapsamda olmasına rağmen daralan “ileri demokrasi” çemberine kendilerini atanlar ise bugün bir tercihle karşı karşıya. “Ya tamamen bizden olun, ya da gidin işinize, sizle işimiz bitti” mesajları geliyor arka arkaya. Ama güvenli sığınaklarına da alışmışlar. Saçlarını kesiyorlar da, çemberi kırıp beyinlerini ve düşlerini özgürleştiremiyorlar.
“O adamlar” ve “o kadınlar” ise içerde, dışarıda özgürler. Çünkü sadece ve sadece kendi güçlerine güveniyor. Kimilerine göre miadı dolmuş bir düş dense de yaşamlarının, ülkenin ve dünyanın kaderini kendi elleriyle belirleyeceklerine inanıyorlar hala. 9 Aralık’ta savcının, üstlerinin gözünden kaçan teknik bir hatasını değil, giderek çürüyen bir düzenin adaletini yargılamak için buluşuyorlar.
“O adamlar” ve “o kadınlar” o isimsiz, şarabi eşkıyalar… Bizim gayrı kimimiz var.