Devrim, yeni doğan çocukların kulaklarına fısıldanan ezan sesi gibi fısıldanmıştır kulaklarına. Kara lastikleri ayaklarında 6-7 yaşlarında minnacık çocuklar sabahın erken saatlerinde evlerinden şose yola dökülürler. Köyün en zenginlerinden biri mutlak düşmanlarıdır. Eylem planını gün içinde hazırlar ve uygulamaya geçmek için gecenin karanlığını büyük bir heyecan içinde beklerler. An gelir, eylem ekibi çay diplerinden sürünerek hedefe […]
Devrim, yeni doğan çocukların kulaklarına fısıldanan ezan sesi gibi fısıldanmıştır kulaklarına. Kara lastikleri ayaklarında 6-7 yaşlarında minnacık çocuklar sabahın erken saatlerinde evlerinden şose yola dökülürler. Köyün en zenginlerinden biri mutlak düşmanlarıdır. Eylem planını gün içinde hazırlar ve uygulamaya geçmek için gecenin karanlığını büyük bir heyecan içinde beklerler. An gelir, eylem ekibi çay diplerinden sürünerek hedefe doğru “küçücük ustalıkla” ilerler. Nihayet hedefteki folluğa ulaşılmıştır ve tarifsiz bir mutluluk eşliğinde başarılı bir kamulaştırma… Yumurtalar! Zengin ve sevimsiz komşunun yumurtalarına el koyan “devrimcilerin” işi henüz bitmemiştir. Önce yumurtaları doğacaklarına kesinkes inandıkları civcivlerin kabuklarını kıracağı güne kadar otlar içinde kuluçkaya yatırırlar. Sonra bütün köyün duyacağı bir tepeye geçerek söylenen marşla bu büyük zaferi selamlarlar: “Gün doğdu hep uyandık, siperlere dayandık…” Kim bilir, bir sonraki eylemleri belki bir duvar dibine yazılama yapmak, belki bir evde toplanıp yüksek sesle Grup Yorum dinlemek, yoldan geçen halk düşmanı partilerin seçim arabalarını taşlayıp avazları çıktığı kadar küfretmek ya da karanlık olmadan eve gel diyen babalarına inat toplaşıp eve gitmek için karanlığı beklemek, koca koca insanların mutlu ve şaşkın bakışları arasında 1 Mayıs’a katılmak olacaktır… Kim bilir, başka başka köylerden farklı “eylem süreçleri” içerisinde yetişen o küçücük devrimciler büyümüş, Hopa meydanında kendisini âlemin sahibi sanan padişah bozuntusu bir “artizin” façasını alaşağı etmek üzere bekleşiyor olacaklardır…
Çevre illerden gelen çevik kuvvet ekipleri, çay ocaklarındaki iskemlelerde oturmuş çay içerek Başbakan’ın Hopa’ya geleceği anı bekliyorlardı bütün Hopalılar gibi… O sırada telefonu çalan bir polis telefonun diğer ucundaki arkadaşına nerede olduğunu tarif ediyordu: “Küba’dayız oğlum, Küba’da!” (Polisin söylemini doğrularcasına birazdan bir grup ilköğretim öğrencisi zafer işaretlerini, gözlerine sokarcasına kocaman silahlarıyla dizilmiş özel harekât polislerinin önünden geçeceklerdi). Bu ifade, Tayyip Erdoğan’ın ve imamın ordusunun Hopa’ya nasıl bir gözle baktıklarını belli ederken, birazdan başlayacak polis saldırısının da habercisiydi. Tıpkı kapitalist dünyanın Küba’yı boğmaya çalıştığı gibi, muhalif devrimci kimliği öne çıkan, halk düşmanlarına verdiği derslerle zaman zaman adını duyuran Hopa’ya boyun eğdirmeye gelmişlerdi.
Mitingden saatler önce çevre illerden Hopa’ya gelen “siyasi turistler”, “kutsal” görevlerini yerine getirmek üzere miting alanındaki yerlerini aldılar. AKP’ yi ve Tayyip Erdoğan’ı Hopa’da görmek istemeyen halk da miting alanının karşısındaki Hopa meydanında, halaylar, horonlar sloganlar eşliğinde protestolarına çoktan başlamışlardı. Bir inşaata astığımız pankartları bahane ederek saldırılarına başlayan polis, halkın müdahalesiyle geri çekildikten hemen sonra, horona durmuş Hopalılara gaz ve su ile müdahale ederek, saatler boyunca sürecek sokak çatışmalarının fitilini ateşledi. Ki bu polis saldırılarının hemen başında, saldırıya engel olmak isteyen Halkevleri üyesi emekli öğretmen Metin Lokumcu, polis tarafından sıkılan gaz ve darp sebebiyle kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırıldı.
Bulunduğu yerin “Küba” olduğu ön bilgisiyle kuşanmış polis, genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk demeden, bütün işyerlerini de hedefine alarak gaz bombaları tazyikli su ve cop darbeleriyle bir bütün olarak Hopa’ya saldırıyordu. Bu topyekûn saldırıya karşı, Hopalılar da, genciyle, yaşlısıyla, kadınları ve çocuklarıyla, garsonu, berberi, şoförüyle topyekûn direnişe geçti. Sokak aralarında süren çatışmalardan sonra Hopa meydanına tekrar çıkmayı başaran Hopalılar, saatler geçmesine rağmen henüz Hopa’ya gelme cesareti gösteremeyen Tayyip Erdoğan’ı beklemeye koyuldular. Acı haberin aramıza ulaşması için çok geçmeyecekti. Metin Lokumcu’nun ölüm haberinin meydanı dolduran Hopalılara duyurulması, anons bile beklemeyen polis saldırısının yeniden başlangıcı oldu. Acının öfkeyle iç içe geçtiği o anlarda Hopa sokakları polise karşı büyük bir direnişe sahne olurken, ölüm saçma pahasına Hopa’ya gelen Tayyip Erdoğan da yalanlar sahnesinde yerini almış, sapsarı kesilmiş yüzündeki tedirgin ifadeyle ezberini tekrar ediyordu. Neredeyse tamamının Hopa dışından geldiği miting alanındaki “siyasi turistlere” Hopalılar diye hitap etmekten utanmayan Erdoğan, hak ettiği gibi “görkemli” bir hoş geldin karşılamasından sonra, yine hak ettiği gibi “görkemli” bir güle güle uğurlamasıyla Hopa’dan gönderildi.
Meğer Eşkıya Hopa’ya da İn(er)miş!
Tayyip Erdoğan’ın Hopa’da miting yapacağının duyulduğu andan itibaren bütün Hopalılar bunun bir meydan okuma olduğu konusunda hemfikirdiler. Zira yıllardır AKP temsilcilerinin her Hopa’ya gelişi protestolarla karşılanmış, yalanları teşhir edilmişti. Henüz iki hafta önce bakan Hayati Yazıcı devrimciler tarafından Hopa’dan kovulmuştu. Belli ki Tayyip Erdoğan, kendisinin sola ve sosyalistlere karşı aktif militanlık yaptığı yıllardan beri, devrimcilerin güçlü olduğu bir ilçe olan Hopa’yı beyninde imlemiş, son dönem Hopa’daki AKP karşıtı muhalefet ve kendisindeki iktidar şımarıklığı da Hopa’yı hedefine koymasına yol açmıştı. Onca polis yığınağına rağmen yaşananlar, Tayyip Erdoğan’ın asabını öylesine bozmuştu ki, Hopa’dan çıkar çıkmaz Hopalıları eşkıya ilan etti. Öfkesini bir türlü dizginleyemeyen Erdoğan, sorumlusu olduğu, Metin Lokumcu’nun ölümünü “çok da ilgilenmiyorum” sözleriyle değerlendirerek, siyasi malzeme olarak sıkça kullandığı dini değerleri dahi bir kenara attı. Bu hakaretlerden sonra Hopalıların kendisini ne tür “unvanlarla” andığını tahmin etmek ise Hopa halkını yakından tanıyanlar için zor olmasa gerek.
Kendisine karşı gelişen bütün muhalefet girişimlerini bastırmak için her türlü yol ve yöntemi kullanmayı mubah sayan AKP, faşist iktidarını köpeksiz köyde değneksiz gezen misali özgürlük ve demokrasi söylemleriyle sürdürüyordu. Hopa halkı bu büyük yalanı alaşağı ederek, AKP’nin gerçek, halk düşmanı yüzünü ülke halkı nezdinde gözler önüne serdi. Tayyip Erdoğan’ı öfkeye boğan ve Hopalılara eşkıya dedirten de işte bu büyük başarıdır. 8,5 yıllık iktidarı boyunca devletin bütün kurumlarını bir bir ele geçirip, ambalaj değiştiren kontrgerillanın iplerini tamamıyla eline alan, muhalefet girişimlerini bertaraf edip, iktidar kudretini elinde toplayan Tayyip Erdoğan’ın yenilmezlik-sarsılmazlık görüntüsü, meydan okuyarak geldiği Hopa’da alaşağı edilmiştir!
Hopa halkının direnişi, bozgunculuk ya da sokak kabadayılığı değildir. Hopa halkı Tayyip Erdoğan’ın Hopa’ya gelişini protesto ederek, yağma edilen derelerine, değersizleştirilen ve özel şirketlere mahkûm edilen çayına, uyuşturucuya ve fuhuşa teslim edilmek istenen yaşamına sahip çıkmıştır. Hopa bu direnişle, işsizliğe, yoksulluğa, gericiliğe, adam kayırmalara, milyonlarca gencin geleceğini çalan kopyacılara isyan etmiştir. Çünkü AKP işsizlik ve yoksulluk iktidarıdır. Çünkü AKP yolsuzluk, adam kayırma ve kopyacı hırsızların iktidarıdır. Çünkü AKP, ülkemizin bütün değerlerini, yerli ve uluslararası şirketlere peşkeş çeken neoliberal yağma iktidarıdır. Ve Hopa halkı bu baskı zulüm ve yağma iktidarına başkaldırarak insanca yaşam hakkına sahip çıkmıştır!
Karadeniz baş eğmeyecek
12 Eylül ile birlikte ülke sathında egemenle
rin baskı ve sindirme politikalarıyla birlikte devreye soktuğu toplumsal yaşamı yozlaştırma politikalarından Karadeniz bölgesi de fazlaca nasibini aldı. Özellikle Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ardından bölgemizde yaygınlaşan fuhuş ve uyuşturucu kullanımına göz yuman egemenler, paralel bir biçimde ırkçılığı ve şovenizmi körükleyerek, adeta Karadenizlilerin genleriyle oynamış, insanlarımızı her yanından pislik akan bu kokuşmuş düzenin yılmaz bekçileri haline getirmeye çaba sarf etmiştir. Bu politikalar büyük oranda Karadeniz kentlerinde başarılı olsa da, birkaç ilçe ile birlikte Hopa’da da bu zehirli maya tutmamıştır. Egemenler eliyle yaygınlaştırılan fuhuş ve uyuşturucu ilk başlarda Hopa’daki sosyal, siyasal ve ekonomik yaşamı sarsmış-başkalaştırmış olsa da, özellikle son on yılda Hopa, bünyesine enjekte edilen bu zehirden önemli ölçüde arınmıştır.
12 Eylül’den bugüne uzanan bir siyasal projenin ürünü olan AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan’ın Hopa’ya gelmek üzere kendisinde bulduğu özgüvenin bir sırrı da buradadır. Karşısında 12 Eylül ürünü bir Hopa beklemiş lakin yanılmıştır! Sistemin Hopa’ya verdiği her türlü hasara rağmen, Hopa sokakları her gün demini Hopa ve Kemalpaşa Halkevlerinden almış, bir kez bile olsa devrimcilerin çayını yudumlamış yüzlerce gencin voltalarına ev sahipliği yapmaktadır.
Sıkıyönetim safları “sıkı”laştırdı
Hopa’da yaşananların ardından, bizzat Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Hopa sıkıyönetim zamanlarını aratmayan görüntülere sahne oldu. Yazılı ve görsel basın “200 Hopalı dağa çıktı” flaş haberlerini geçerken, ilçe merkezindeki birçok resmi kurum polisin güvenlik kordonuyla çembere alındı. Bir anda köşe başlarında seyyar satıcılar, ayakkabı boyacıları, şık giyimli beyefendiler(!) türedi. Her gün sayıların değiştiği arama listeleri eşliğinde, sokak ortasında gözaltılar, köy baskınları yapıldı, yapılıyor. Özel yetkili savcılar eliyle, gözaltına alınan Hopalıların 12’si tutuklanırken, aramalarda ele geçiremedikleri onlarca Hopalıyı tutuklamak üzere polis pusuda bekliyor.
Tayyip Erdoğan’da cisimleşen, gerici, faşist, neoliberal yağma iktidarının forsunu yerle bir eden Hopalıları, günlerdir süren sıkıyönetim uygulamalarıyla ürkütmeye çalışanlar aslında bir kez daha yanılıyordu. Çünkü bu sıkıyönetim uygulamaları kelimenin tam anlamıyla Hopalıların “safları sıklaştırmasını” sağladı. Darbe yıllarında evlatlarına evlerini açan, ekmeklerini paylaşan anneler, şimdi torunlarına bağırlarını açıyordu. “32 dişten çıkan 32 dağı aşar” nasihati veren nineler, darbe yıllarına ait yaşanmışlıkları anlatıp, lanetler eşliğinde düzen karşıtlığını güncelliyordu. Hopa sokaklarında bekleyen polis ise bir korku unsuru olmaktan çok, insanı günaha sokan(!) küfür unsuruna dönüşüyordu.
Hüküm sokakta verildi
Hopa halkının direnişiyle birlikte, başarılı bir refleksle bu direnişi ülkemizin dört bir yanına yayarak, Hopa’yı selamlayan devrimcilerin sokak eylemleri, liderlerin atışmalarına odaklanan ve umudunu sandığa havale etmiş milyonlarca insanın gözünü yeniden sokaklara çevirdi. Sandığı siyasetin merkezine oturtan ya da seçim sürecini “bananecilik” yaparak geçiren sosyalistlerin hatırlaması gereken gerçeği, Tayyip Erdoğan bir pankarttan okuyarak bütün ülkeye duyuruyordu:
“Bir pankart asılmış orada. Ne diyor o pankart? Tek yol sokak diyor! Tek yol devrim diyor!”
Neden olmasın?
Hopalılar kendilerini eşkıya ilan eden halk düşmanlarını yargıladı ve hükmü sokakta verdi: İSYAN!
* Taylan KAYA
Halkevleri Doğu Karadeniz Bölge Temsilcisi