Hazret, Türkiye’nin önde gelen vakıf üniversitelerinden birinde hoca, Başbakan’ın damadının yönettiği medya grubunda köşe yazarı. Bu profil, ona sık sık TV ekranlarında ahkâm kesme imkânı da tanıyor. Üstelik, kendisine sorsanız hâlâ solcu. Seçimin ertesi günü ekranda konuşmasına kulak misafiri oldum. AKP döneminde yüksek büyümenin nimetlerinden kitlelerin de nasiplendiğini, yoksulluk ve işsizlik göstergelerine itibar edilmemesi gerektiğini […]
Hazret, Türkiye’nin önde gelen vakıf üniversitelerinden birinde hoca, Başbakan’ın damadının yönettiği medya grubunda köşe yazarı. Bu profil, ona sık sık TV ekranlarında ahkâm kesme imkânı da tanıyor. Üstelik, kendisine sorsanız hâlâ solcu. Seçimin ertesi günü ekranda konuşmasına kulak misafiri oldum. AKP döneminde yüksek büyümenin nimetlerinden kitlelerin de nasiplendiğini, yoksulluk ve işsizlik göstergelerine itibar edilmemesi gerektiğini söylüyordu. AKP’ye oy verenler, büyümenin nimetlerinden paylarına düşeni almışlardı ki, oylarını RTE’nin partisine vermişlerdi vs… Bu tür “bilim insanları”nın ders verdiği kürsülerde, bir tezin doğruluğunun, olgularla test edilmesi gerektiği öğrencilere öğretilir ve “Olgular tezi doğrulamıyorsa, tezi gözden geçirmek gerekir” denir. Tezin, kendi içinde de tutarlı olması yine öğretilenler arasındadır. “Kahraman’ımız”, bilim insanı olarak göstergelere itibar edilmemesi gerektiğini, ortaya çıkan sonuca göre tez üretmeyi uygun görmüşe benziyordu. Böyleleri ne yazık ki üniversitelerde çoğaldı. Bir sığlık, bir hoyratlık, öznellik ki sormayın gitsin… İnsan, özellikle çoluk çocuğunu büyük fedakârlıkları göğüsleyip böylelerinin parsellediği üniversitelerin eline teslim eden ailelere acıyor.
Hatırlatmak gerekir ki 50 milyon seçmenin kabaca 14 milyonunu ücretli kesim, 5 milyonunu işsiz, 5 milyonunu emekliler oluşturuyor. Bu toplamda çalışan, çalışamayan ve emekli çalışanlar seçmenin yüzde 48’i demek. Buna 5 milyon tarımdaki nüfusu eklerseniz, yüzde 58 eder. Seçmenlerin dörtte birini oluşturan 12 milyon, ev kadını. Bunların da çoğu, ücretli işsizlerin, emeklilerin eşleri, genç kızları… Diğer seçmenin 5 milyonu öğrenci, 2 milyonu işveren, esnaf, kendi hesabına çalışan kentli, kalanı da başka özellikte. Kitle partileri bu kesimlerin her birinden oy alırlar. Ücretlilerin, emeklilerin, işsizlerin daha çok sol, sosyal demokrat bir partiye oy vermesi beklenir, ama özellikle 12 Eylül darbesiyle sol ideolojinin büyük darbe yediği, küresel rüzgârlarla at izinin it izine karıştığı bizim gibi ülkelerin seçmenlerinde sınıfsal bilinç ve davranış çok zayıfladı. Taşeronlaştırılan, güvencesizleştirilen, örgütsüzleştirilip yoksullaştırılan işçilerden de AKP’ye oy çıktı. Sendika başkanları AKP milletvekili oldu. DİSK’in Başkanı CHP’den, Hak İş’in başkanı AKP’den milletvekili seçildi.
AKP iktidarının ikinci döneminde, 2009 krizini bile kısa bir daralma konjonktürünün ardından sıcak para girişiyle büyümeye çevirirken okkanın altına yine çalışanlar gitti, ama sahnede yine aşılmış kriz görüntüsü vardı. Seçimlere giderken AKP’nin propagandası iki ayaklıydı. Birincisi büyük projeler, ikincisi Türk milliyetçiliği. İşsiz ve yoksullar, yaşanan büyümeden, bugün değilse de bir gün kendilerinin de nasiplenebilecekleri umuduna inandırıldılar. Kürtlere karşı yürütülen Türk milliyetçiliği propagandası ise AKP’ye Kürt bölgelerinde oy kaybettirdi, ama Antalya, İzmir gibi sahillerdeki milliyetçi oyları getirdi.
AKP’nin bu “yoksulluğu yönetme” deneyiminden öncelikle CHP’nin çıkarması gereken dersler var. Bu yaklaşıma ne kadar etkili politika geliştirilebildi ve bu ne kadar uygulanabildi? Şimdi muhasebe zamanı…