Geçen hafta güvencesizliğe karşı, binlerin, eyleminden sonra, 9 Nisan’da da Ankara; ‘Doğasına ve yaşamına’ sahip çıkanlara ev sahipliği yaptı. Sürekli dile getiriliyor. Anadolu, Mezopotamya coğrafyası, büyük bir talanla boğuşuyor. Her dere yatağı, her ırmak, her dağ, her orman tüm zenginlikler, sermayenin talanına açılmış durumda. İnsana ve doğaya adeta soykırım uygulanıyor. Bin yıllardır akıp giden dereler, […]
Geçen hafta güvencesizliğe karşı, binlerin, eyleminden sonra, 9 Nisan’da da Ankara; ‘Doğasına ve yaşamına’ sahip çıkanlara ev sahipliği yaptı.
Sürekli dile getiriliyor. Anadolu, Mezopotamya coğrafyası, büyük bir talanla boğuşuyor.
Her dere yatağı, her ırmak, her dağ, her orman tüm zenginlikler, sermayenin talanına açılmış durumda.
İnsana ve doğaya adeta soykırım uygulanıyor. Bin yıllardır akıp giden dereler, ırmaklar, ormanlık alanlar, meralar, ekilebilir tarım arazileri, kıyılar kamusal kullanımdan çıkarılıp, ticarileştiriliyor. Ülkenin kazma vurulmamış bir karış yeri kalmamış durumda.
Yine termik ve nükleer santrallerle, güvenlik amaçlı sınır barajlarıyla, halklar doğup yaşadıkları topraklardan göçe zorlanıyor. Halkların tarihsel, kültürel ve inançsal değerleri yok ediliyor.
Hasankeyf sular altında bırakılacak. Allianoi toprakla kapatılıyor. Dersim’in inanç yerleri, baraj suları altında kalacak.
Öte yandan bilimsel verilere dayanmadan, toplumun tepkilerine rağmen, fay hatları üzerine nükleer santraller kurulmaya çalışılıyor. Ne var ki bu politikalara ses çıkaranlara, militarist zor kullanılıyor.
Her çevre direnişine karşı asker, polis zoru devreye giriyor. Aslında AKP, toplumun ses çıkarmasını istemiyor. Adeta topluma gözdağı veriyor. Sermayenin önünde engel kalsın istemiyor.
Karadenizli bir yurttaş, çekilen belgeselde kurutulan dere için şöyle tepki gösteriyor.
– “Bizim yaşadığımız yerler bir cennetti.
– Ancak; yaşadığımız bu cenneti, zorla elimizden alıyorlar.
– Şuradan akan sudan, bir zamanlar her canlı faydalanırdı.
Ve hükümete seslenerek…
– Sen gidip ayıdan sordun mu da? Sen yılandan, ağaçtan, kuştan sordun mu da, deremizden akan suyu kesersin.”
İşte konunun özeti bu… AKP milyonlarca insanın, hayvanın, börtü böceğin hakkını kimseye sormadan, zorla elinden alıyor. Bütün amaç; yeni yetme İslami sermayeye (Anadolu kaplanlarına) ve küresel kapitalist haydutlara, k‰r alanları açmak. Bunun için yeni yasalar çıkarıyor ve hukuk esnetiliyor.
Çünkü AKP, toplumun bu saldırıları püskürtecek, örgütlülükten ve öz savunmadan yoksun olduğunu görüyor. Bu nedenle, alabildiğine pervasız davranıyor. Sular ticarileştiriliyor, yaşam alanları, o çevrede yaşayanlara sorulmadan zorla alınıp, satılıyor. Zira emek yaşamı da bu şekilde kuralsızlaştırılıp, özelleştirilip taşeronlaştırılmıyor mu?
Kaldı ki çevre ve emek mücadelesi, günümüzde artık iç içe geçmiş durumda. Bir yandan kırlar boşaltılırken, öte yandan sanayi havzaları etrafına biriken yedek işçi sınıfı, işsizlik ve güvencesizlikle boğuşuyor. Aslında kırlardaki ve sanayi havzalarındaki emekçi sınıfın kaderleri birleşiyor.
Ancak bir tespitin altının da çizilmesi gerekir. Çevre mücadeleleri coğrafyamızda henüz yeni ve emekleme devresindedir. Doğal olarak bu durum, birçok eksikliği içinde barındırıyor. Kırlara yönelen hegemonya karşısında, toplum yeterince hazırlıklı değil. Mücadele yeterince toplumsallaştırılmış değil.
Ama halk yaşadıkları karşısında şaşkın… Kır emekçileri (köylülük) sermayeye ve AKP’ye bir o kadar öfkeli. Çünkü yıllardır ilmek ilmek dokudukları topraklar ellerinden alınıyor. Fazla söze gerek yok.
Bu süreç, mücadelenin büyütülüp, siyasallaştırılmasını gerektiriyor. Öte taraftan da ekoloji mücadelesi yürüten dinamikler, dar grupçu yaklaşımlardan uzak durmalıdır. Yaşanan mikro milliyetçi ve şoven anlayışlarla mücadele edilmelidir.
9 Nisan eylemi, eksiklikler ve darlıklarına rağmen, ortak mücadele kültürünün yaratılması bakımından anlamlıdır. Özetle: ‘ekolojik, ekonomik, kültürel’ soykırıma karşı, daha fazla direniş ve daha fazla 9 Nisan’lar yaratılmalıdır.