Birçok alanda olduğu gibi eğitimde de fırsat eşitsizliği dağ gibi. İlköğrenimi zar zor bitirenin ortaöğrenimi, ortaöğrenimi bitirenin ise yükseköğretimi sürdürmesi, engelli koşuya benziyor. Dökülen dökülene. Sonuçta, üniversite çağındaki gençlerden kapağı üniversiteye atmış olanların oranı yüzde 36 gibi duruyor. Ama, burada soluklanıp bunun ne menem bir oran olduğunu sorgulamak gerek. AKP iktidarı, üniversite sınav kapılarındaki yığılmanın […]
Birçok alanda olduğu gibi eğitimde de fırsat eşitsizliği dağ gibi. İlköğrenimi zar zor bitirenin ortaöğrenimi, ortaöğrenimi bitirenin ise yükseköğretimi sürdürmesi, engelli koşuya benziyor. Dökülen dökülene. Sonuçta, üniversite çağındaki gençlerden kapağı üniversiteye atmış olanların oranı yüzde 36 gibi duruyor. Ama, burada soluklanıp bunun ne menem bir oran olduğunu sorgulamak gerek.
AKP iktidarı, üniversite sınav kapılarındaki yığılmanın dudak uçuklatıcı boyutlara ulaştığını ve ailelerin isyanını görünce çalakalem onlarca üniversite açtı, şirketler vakıf üniversitesi kursun diye de her tür tavizi bol keseden saçtı. Sonuçta, 2006-2010 döneminde 49 yeni devlet üniversitesi, 2007-2010 döneminde ise 25 yeni vakıf üniversitesi kuruldu. Böylece, eskiden her ile bir çimento, bir şeker fabrikası popülizminin yerini, her ile bir üniversite aldı ve 102’si devlet, 51’i vakıf olmak üzere toplam üniversite sayısı 153’e ulaşan bir görüntüye varıldı.
Yükseköğrenimdeki çapaçulluk, yükseköğretim kontenjanlarının arttırılması ile sürdü. 2008, 2009 ve 2010 yıllarında örgün yükseköğretim kontenjanları, bir önceki yıla göre sırasıyla yüzde 28.1, yüzde 16.6 ve yüzde 11.8 oranlarında arttırıldı ve 2010 yılında 672 bine ulaşıldı.
Kontenjanlardaki bol keseden artışa paralel olarak örgün yükseköğretime yerleşen öğrenci sayısında da artış yaşandı ve 2010 yılı itibarıyla bu sayı 561 bine ulaştı. Böylece okullaşma oranı birden örgünde yüzde 36’ya, genelde yüzde 67’ye fırladı!.. Sonuçta, 3.3 milyon yükseköğrenimli gencimiz var görünüyor. Bunların 1.8 milyonu örgün, 1.5 milyonu açıköğrenimde. Gençliğin gazı alınmış gibi görünüyor ama dert çok, derman yok…
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) başta olmak üzere, sistem tel tel dökülüyor. Bina yok, hoca yok.. Varsa da mezunlar tel tel dökülüyor. Kalite yerlerde sürünüyor.
Örgün öğretimdeki 1.8 milyon öğrencinin yüzde 9’u vakıf üniversitelerinde. Para burada da konuştu ve öğretim üyeleri vakıf üniversitelerine kapağı atmak için yarıştılar. Şimdi yüzde 9 öğrenciye karşılık, öğretim elemanlarının yüzde 10.7’si bu üniversitelerde.
Öğrencilerin yüzde 33.3 ü, öğretim üyelerinin de yüzde 46.6’sı üç büyük ilde. Dolayısıyla bu illerde öğretim üyesi başına 29.3 öğrenci düşüyor. Varın, taşra üniversitelerinin halini siz düşünün…
YÖK, bütçeden kaynak istemek yerine, üniversiteleri güya idari ve mali özerklik adı altında “işletmeleştirme”nin peşinde. Önceki hafta, Bahçeşehir Üniversitesi’nde YÖK ve Columbia Üniversitesi’nin katılımıyla gerçekleşen konferansta da bu konu, yani yükseköğrenimin finansmanı tartışıldı. Konferansta, üniversitelerin “gelir yaratma kapasitesi”nin oldukça düşük seviyelerde olduğu vurgulandı. Öneriler malumdu: “Üniversitelerin sanayi ile işbirliği kurmaları, katma değere dönüşecek projeler üretmeleri ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilecek mekanizmaları kurmaları gerekmekte” idi… Öğrenci katkı paylarının arttırılması da gerekli görülüyordu. Bunun için de öğrencileri borçlandıracak mekanizmaları daha çalışır hale getirmek gerekirdi.
Üniversitelerin idari yönetiminde profesyonel yöneticilik anlayışına geçilmesi ve üniversitelerin performansa dayalı olarak esnek harcama yapabilmelerine imkân verecek torba bütçe benzeri modellerin uygulanmasının ihtiyacı üzerinde de duruluyor. Bu, tıpkı sağlıkta olduğu gibi, üniversitelerde de neoliberal rüzgârların eseceğini ve “performans” kriterlerinin, Taylorist yöntemlerin üniversite hocalarının tepesinde sallandırılacağının da habercisi… Yine sağlıkta olduğu gibi, hastanın elini cebine atması, müşteri öğrenciler için de geçerli olacak, harçlar arttırılacak.
Paragöz niyetleri uygulamada gecikmeyecekler. Yükseköğrenim gençliği, öğretim elemanları nerede? Öğrencilerin yumurtaları mı bitti? Kuluçka mevsimi mi? Nedir bu? Yoksa, bahar yorgunluğu mu?