Dün Ankara’daki Çok Ses Tek Yürek mitingi doktorların tam gün yasasına ve performans uygulamasına karşı yapılmadı. Dahası doktorların çalışma koşullarındaki değişimi protesto ettikleri bir miting de değildi. Çok ses tek yürek mitingi sağlık alanında çalışan doktordan hemşireye, teknisyenden sosyal hizmet uzmanına, öğretim üyesinden öğrencisine kadar herkesin kendisinin sağlık emekçisi olduğunu fark etmeye, anlamaya, öğrenmeye başladığı […]
Dün Ankara’daki Çok Ses Tek Yürek mitingi doktorların tam gün yasasına ve performans uygulamasına karşı yapılmadı. Dahası doktorların çalışma koşullarındaki değişimi protesto ettikleri bir miting de değildi.
Çok ses tek yürek mitingi sağlık alanında çalışan doktordan hemşireye, teknisyenden sosyal hizmet uzmanına, öğretim üyesinden öğrencisine kadar herkesin kendisinin sağlık emekçisi olduğunu fark etmeye, anlamaya, öğrenmeye başladığı bir pratik oldu.
AKP’nin Türkiye’nin neoliberal dünyaya eklemlenmesi sürecinin taşeronu olduğu sağlık alanını piyasanın vahşi koşullarına açmasıyla daha da ortaya çıkıyor.
AKP eliye sağlık, devletin üstlenmesi gereken bir kamu hizmeti ve insan hakkı olmaktan çıkıp, serbest piyasanın koşullarınca belirlenen bir üretim ve hizmet sektörüne dönüşüyor.
Doktorlar ve diğer sağlık çalışanları artık hastaları tedavi ettikleri için değil, kaç adet hasta muayene edebildiklerine göre ücret alabilecekler. Üretim için parça başına ödeme yapan sermaye sahibinin işletmesinde çalışan işçiler haline geliyorlar. Sağlık bakanı yapıp ettiklerinin iyi olduğunu poliklinik sayısının artması ve sağlık harcamalarının artmasıyla açıklıyor. Sadece bu açıklaması bile sağlık üretimini örneğin buzdolabı üretimiyle aynı şey olarak gördüğünün kanıtı.
Binlerce sağlık emekçisinin doldurduğu Sıhhıye’deki miting alanı Sağlık Bakanlığı binasının önünde. O binada Refik Saydam da oturmuştu, Nusret Fişek de. Öyle bir sağlık bakanlığı ve bakanı düşünün ki, belki de makam odasının penceresinde, perdelerin ardından izlediği mitinge ‘yönettiği’ sağlık alanında çalışan insanların neredeyse yarısı toplanmış ve ona ‘sen halkın sağlığını para ile alınıp satılan bir metaya dönüştürüyorsun ve bunu yaparken de doktorları, sağlık emekçilerinin tümünü halk düşmanı paragözler olarak yutturmaya çalışıyorsun’ diye haykırıyor!
Olağan koşullarda böylesi bir miting sonrası o sağlık bakanının koltuğunda oturamaması gerekir. Ama öyle olmayacak. Siz hiç işçileri tarafından protesto edilen bir sermaye sahibinin fabrikasını bırakıp gittiğini gördünüz mü? Üstelik bu kez protesto edilen fabrikanın sahibi bile değil. Küresel sermaye, sigorta şirketleri ve ilaç endüstrisinin müdürü.
Dünya Bankası’nın doksanlı yılların başında Türkiye’ye önerdiği sağlık hizmetini kamusal bir hizmet, bir insan hakkı olmaktan çıkarıp, alınıp satılan bir mal haline dönüştürme programını uygulamak AKP’ye nasip oldu.
Burada da aslında şaşılacak bir durum yok. Çünkü kapitalizm o kadar vahşi, o kadar insana karşı bir düzendir ki, bir topluma uygulamak Allah’ın yardımı olmaksızın mümkün değildir.
Allah, kapitalizme yardım etmeden bir insanın insane olmaktan kaynaklanan hakkını alınıp satılan bir mala çevirmek bunun için onun rızasını almak mümkün değildir.
13 Mart çok ses tek yürek mitingi bu sürecin tam da böyle olduğunu bir anlamda kanıtladı da. Çünkü sağlık emekçileri meslek farklılıklarından sıyrılarak öğrencisinden muayenehane hekimine, hocasından teknisyenine ve hastasına kadar bir sınıf olduklarını, bir sınıfa dönüştürüldüklerini fark etmeye başladılar. Sınıfın olduğu yerde sınıf kavgası kaçınılmazdır. Miting sınıf mücadelesinin fitilini ateşledi.