DOSTUMUZA… Biz bu dünyaya yabancıyız be Ahmet… Hep yabancı kaldık… Üniversite kapısından içeri girdiğimizde darbe yıllarının ağırlığı oturmuştu genç omuzlarımıza… Postallarla ezilmiş hayallerimizde biz inadına karanfiller yeşerttik… Söyleyecek sözümüz vardı yarınlara dair… Beyazıt Meydanı bizi iyi bilir… Süleymaniye’nin kuru fasulyesi, medresenin çayı şahit… Borç harç almıştık ilk fotoğraf makinemizi. Çoğumuzunki elden düşme Zenitti… Bab-ı Ali […]
DOSTUMUZA…
Biz bu dünyaya yabancıyız be Ahmet…
Hep yabancı kaldık…
Üniversite kapısından içeri girdiğimizde darbe yıllarının ağırlığı oturmuştu genç omuzlarımıza…
Postallarla ezilmiş hayallerimizde biz inadına karanfiller yeşerttik…
Söyleyecek sözümüz vardı yarınlara dair…
Beyazıt Meydanı bizi iyi bilir…
Süleymaniye’nin kuru fasulyesi, medresenin çayı şahit…
Borç harç almıştık ilk fotoğraf makinemizi. Çoğumuzunki elden düşme Zenitti…
Bab-ı Ali yokuşunu kim bilir kaç kez bir çırpıda tırmandık…
Deklanşöre en can alıcı yerde basmak için eskortlar altında kalmaktan kaç kez kıl payı kurtulduk…
DGM kapılarında, iki satır bilgi alma telaşıyla karnımızın açlığını unuturduk…
Alaylı meslektaşlara okulluların da acar muhabirler olduğunu gösterme gayretindeydik çoğu kez…
Az mı cop yedik güzel bir kareyi yakalamak uğruna…
Makinedeki diayı kaptırmamak için kaç kez yüzükoyun kapandık makinenin üstüne…
Vermedik ama çoğu kere, kaptırmadık namusunu haberin…
Vizörden yansıyan ne hayatlar gördük…
Ne manşetler atıldı yazdığımız satırlara…
Kaç kez kokladık baskıdan çıkan tazecik gazeteyi…
Haberde imzamızı görünce az pır pır etmedi yüreğimiz…
Ne manşetler atıldı yazdığımız satırlara…
İşsiz kalmaktan değil de ona buna eğilmekten korktuk hep…
Eğilmedik be Ahmet…
Ona buna yaltaklanmadık, el etek öpmedik, olmayanı var, olanı yok demedik.
Hrant Dink’in, Hasan Ocak’ın, Metin Göktepe’nin yanında olmanın, Cumartesi annelerinin acısını yüreğinde hissetmenin yani baskı ve haksızlıklara karşı dimdik durabilmenin bu düzende bir bedeli olacağından emindik zaten.
Gel gör ki, dünyaya bakışları bu denli farklı olan sen ve sen gibilerin başkalarıyla aynı kefeye konmasına bir hayli güldük… Sadece biz değil, dünya güldü be Ahmet…
Kendileri bile güldüler bu traji komik olaya…
Her yerde kitabın aranıyor, duyuyorsun.
Tarihe geçtin be Ahmet! Tarihte kitapları toplayan ve hatta yakanları duymuştu da bu dünya, daha basılmamış kitabı daha basmamış yayınevini bir değil iki kez basanlara tanıklık etmemişti.
Binlerce insan “Bende de var” diye haykırıyor, yazılar, karikatürler, fıkralar yarattı inan.
Kimsenin inanası gelmiyordu. Askeri müdahalelerin karşısındaki Ahmet, el birliğiyle darbeci yapılmıştı… Yani balta taştaydı!
Sapın samana karıştığı şu günlerde amaçlarının sapa değil, samana yani gerçek muhaliflere ulaşmak olduğunun farkındayız…
Biz senin her şeye rağmen gülen yüzünü, dost sohbetlerini, kıvrak zekânı biliriz…
Geçen yıllarda gazetecilik mesleğine döktüğün emeği biliriz…
Bu ülkeyi onlarca yıl geriye götüren ve hatta karanlığa sürükleyen askeri darbelere karşı tavrının netliğinden, emekçiye ve ezilene sahip çıkan, seslerini duyurmak için çırpınan yüreğinden eminiz…
Biz sana ve namuslu basın emekçisi kimliğine kefiliz!
Senden şüphe edenden de şüphe ederiz be Ahmet!
Ve şimdi biz soruyoruz:
Acaba onların kefili kim?..
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ BASIN YAYIN YÜKSEKOKULU’NDAN DÖNEM ARKADAŞLARIN…