AKP’nin eğitimin her alanında iki hedefi var: Bir, devletin okullarını, devletin eğitim hizmetlerini, maksimum oranda paralılaştırmak, halkı sömürmek ve bir yandan da, bu eğitim sistemi ile bölgedeki misyonuna uygun, dincileşmiş, acizleşmiş “kul”lar yaratmak Star‘daki köşesinde, 15 Kasım 2010 tarihinde, bugüne kadar, gazetecilik, yazarlık adına, ürettiği tek bir işe yarar şey olmayan Şamil Tayyar yazıyor: “Dün […]
AKP’nin eğitimin her alanında iki hedefi var: Bir, devletin okullarını, devletin eğitim hizmetlerini, maksimum oranda paralılaştırmak, halkı sömürmek ve bir yandan da, bu eğitim sistemi ile bölgedeki misyonuna uygun, dincileşmiş, acizleşmiş “kul”lar yaratmak
Star‘daki köşesinde, 15 Kasım 2010 tarihinde, bugüne kadar, gazetecilik, yazarlık adına, ürettiği tek bir işe yarar şey olmayan Şamil Tayyar yazıyor: “Dün Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’yu aradım, İstanbul’daydı. Sohbete liselerdeki Milli Güvenlik Dersleri ile ilgili tartışmayla başladık… Çubukçu, Milli Güvenlik derslerinin subaylar tarafından verilmesine karşıydı… Ancak sohbetin bu bölümünde telefon kesildi. Kısa bir aradan sonra bakana yeniden ulaştığımızda gülüyordu. ‘Hayırdır sayın bakan?’ diye sorduk, anlatınca kahkahanın sırrını çözdük. Meğer, subayları konuştuğumuz esnada orduevinin önünden geçiyormuş, sinyal kesicinin (jammer) azizliğine uğramış.” Tayyar, Milli Eğitim Bakanı ile konuşurken bile, “Ergenekon”, “askeri vesayet” göndermesi yapabilmekten kaynaklı pek mutlu olmuş, açık. Ancak “Sayın Bakan”ın, bu denli ince bir mizahi zekâya sahip olduğunu, şahsen ben bilmiyordum, biz kendisini, sözleşmeli öğretmenler durumlarından şikâyet edince, siz de kadrolu atansaydınız, diye azarlar hali ile hatırlıyoruz zira. Her neyse, aslında burada daha da ilginç şey, bir bakana ulaşmanın bu kadar kolay olması! İşsiz öğretmenlerin karşısına bir kez dahi çıkma cesareti gösteremeyen “Sayın Bakan”, kafayı derin devlet işleri ile bozmuş bir ruh hastası ile, ülkemizin eğitim sistemine dair ciddi mevzuları, üstelik de yolculuk esnasında, “komiklikler ve şakalar” eşliğinde, ne de güzel tartışıyor! Acaba, Emre Uslu isimli Fethullahçı Taraf yazarına yapıldığı gibi, Şamil Tayyar rolü ile biz de “Nimet Abla”yı mı işletsek?
Evet, bu yazıda Nimet Ç.’den bahsedeceğim. Onun, neden “Bir Ankara Kuklası” olduğunu anlatacağım. Tabii evvela, bunun sebeplerinden; yani T.C.’nin milli eğitiminin nasıl ucubeleştirildiğinden, öğrencilerin nasıl aptallaştırıldığından, öğretmenlerin nasıl süründürüldüğünden konuşacağım.
Bilindiği üzere, AKP’nin üzerinde en çok çalıştığı alanların başında, eğitim geliyor. Bu bir tesadüf ya da dönemsel politika değildir. Bu partinin, ülkemizde yeni bir rejim tesis ediyor olduğu, artık kafasını kuma gömmeyen herkesin malumu ve eğitim öğretim faaliyetleri de, bu amacın önemli bir ayağımı teşkil ediyor. Ve elbette, bu da, yeni rejimin paradigmasına uygun biçimde, dincilik ve piyasacılıktan müteşekkil içerikle oluşturuluyor. Buna dair, AKP ve eğitimin sefaleti başlıklı ve daha teorik ve spesifik bir yazımızı, geçtiğimiz yaz, yine burada yayınlamıştık. Bu yüzden, buna, teorik olarak değinmeden, son aylardaki, bunun pratik tezahürlerine bakacağız.
İlk olarak, ilerici eğitimcilerin, üzerinde çokça konuşması gereken 18. Milli Eğitim Şurası’ndan bahsetmek istiyorum. Şura, 1-5 Kasım 2010 tarihleri arasında, Kızılcahamam’da düzenlendi. 220 kararın alındığı görüşmelerde, en önemli noktalar; 657 sayılı devlet memurları kanununun, kısa bir süre sonra değiştirilerek, zaten neoliberalizmin, mesleki anlamda doğrudan hedefi olan öğretmenlerin, mağduriyetlerinin ve de eğitimdeki gerici anlayışın giderek artacağıdır. Din dersleri, zorunlu olmaktan çıkarılmak bir yana, yakın tarihte daha da fazlalaşacak ve tartışılmaz konuma getirilecek. Bu, aynı zamanda bilimselliğin tasfiye edilişi anlamına da geliyor ki, zaten, asıl amacın da bu olduğunu söylemeye gerek bile yok.
Şura, “Eğitimde 2023 vizyonu” başlığı ile düzenlenmişti; önümüzde 12 yıl olduğuna göre, süreç tersine çevrilmezse, o tarihte, herhalde bilime dair savunacak hiçbir şey kalmamış olacak. Tabii, emperyalist kapitalizmin yeni dönem eğitim teorisyenleri, buna, “yapılandırmacı model” diyorlar; rekabetçi, ilerlemeci, çözümleyici anlayış diyorlar, o ayrı. Yani, bu sistemi eleştirince, trajikomik biçimde, gerici olan siz oluyorsunuz! Onlar çağdaş, bizler tutucu! Onlar ilerlemeci, biz statükocu!.. Geçmeden evvel, Şura kararlarının tamamı için MEB’in sitesine, Şura’nın diğer yönlerine dair eleştirel bilgiler için, Eğitim Sen Bülteni‘nin Aralık 2010-Ocak 2011 tarihli nüshasına bakılabileceğini belirtelim.
Şimdi, dincilikten piyasacılığa geçiyoruz. Burada değineceklerimiz de, en az Şura kararları kadar, üzerinde konuşulması gereken şeyler. Bunu sadece yaşanıyor olan dönüşümü anlamak açısından değil, önümüzdeki süreçte, eğitim alanında izleyeceğimiz karşı politikaları oluşturma bağlamında da söylüyorum. Zira, anacağımız şeyler, MEB’in kısa vadeli olmayan genel perspektifini yansıtıyor.
Geçtiğimiz ay, Strateji Geliştirme Başkanlığı’nca hazırlanan, “MEB 2011 Mali Yılı Performans Programı” başlığıyla bir hedefler bülteni yayınlandı. Dünyadaki teknolojik gelişmeler, yeni vizyon, bilgi toplumu gibi içi boş ama havalı laflardan oluşan Bakan, Müsteşar önsözlerini falan bir kenara bırakıyorum, Program, kısaca, 2010- 2014 yılları arasında, eğitimin nasıl daha da piyasalaştırılacağını, patronların bu alanda nasıl daha fazla para kazanacağını “teorileştirmek” için hazırlanmış bir izlek, çerçeve diyelim. Bu Program, okul öncesinden yüksek öğretime, Milli Eğitim teşkilatlarından sınav biçimlerine kadar, öğretim faaliyetlerinin akla gelebilecek her alanını ve kurumunu doğrudan kesiyor. Ve söylemek elzem, tüm sistemi yeniden ve belki de bugüne kadarki en radikal biçimde inşa ediyor, yapılandırıyor. 345 sayfalık Program’ın tamamını ele almamız mümkün değil; ancak, çok önemli gördüğüm bazı yerlere dikkat çekmekte fayda var.
Program’ın 30. Sayfası, belki de “yaklaşan felaket”in en acı göstergesi. Aynen aktarıyorum: “Stratejik Hedef- 5.1: Özel sektörün finansal gücünden faydalanmak üzere, Bakanlığımıza bağlı örgün özel öğretim kurum oranını, % 5.21’den plan dönemi sonuna kadar % 9’a çıkarmak. Stratejik Hedef- 5.2: Örgün eğitimdeki öğrenci sayısına göre, özel öğretimin genel eğitimimiz içindeki payını 2014 yılı sonuna kadar % 2.76’dan % 5’e çıkarmak. Stratejik Hedef- 5.3: Ortaöğretim ve yükseköğretime hazırlık dershanelerinden özel okula dönüştürülebileceklerin tespit edilerek 2014 yılı sonuna kadar % 70’inin özel okula dönüştürülmesini sağlamak. Stratejik Hedef- 5.4: Özel eğitimden yararlanacak bireylerin yıllık en az % 12’lik artışına cevap vermek üzere öğretmen, fiziki mekan ve kaynak ihtiyacını karşılayacak etkin bir denetim sistemini kurmak.”
Şimdi, bariz, saklama gizleme gereği duymuyorlar; AKP’nin eğitimin her alanında iki hedefi var: Bir, devletin okullarını, devletin eğitim hizmetlerini, maksimum oranda paralılaştırmak, halkı sömürmek ve bir yandan da, bu eğitim sistemi ile bölgedeki misyonuna uygun, dincileşmiş, acizleşmiş “kul”lar yaratmak. İki, mevcut dershane patronlarını, tüccar öğretmenleri daha fazla ihya etmek, tüm bunları da, devletin planı, programı dâhilinde yapmak. AKP döneminde, dershane ve dershane öğrencisi sayısı, ikiye katlandı ve de bu sektörün, üçte ikisinin Cemaat’in elinde olduğu, malumumuz. Hal bu iken, yukarıda gördük, bırakalım rakamları, yüzde ikileri üçleri, Program’ın hedeflerinin varacağı yer, tekrarla, her türlü, dincilik ve piyasacılıktır, sömürürken gericileştirmek, gericileştirirken sömürmektir! Siyasal İslam ile ne-liberalizmin nasıl aynı politikanın iki bileşeni ve bütünleyeni olduğunu anlamayan, maalesef hala anlamayan solcular, mer
ak ediyorum, Performans Programı’nı nasıl yorumlayacaklar? Ya da bundan haberleri olacak mı?..
Bu dönüşüm sürecine, peki, işsiz öğretmenlerin talih kuşu, “Nimet Abla”sı ne diyor? Ya da ne söylemek zorunda kalıyor? Geçtiğimiz günlerde, Türkiye Özel Okullar Birliği Derneği’nin Antalya’daki toplantısına katılan Nimet Ç. evvela, AKP döneminde özel okula gidenlerin sayısının ne de güzel arttığını anlatmış ve sonra da demiş ki: “Özel okullar artarsa, eğitim fakültesi mezunu öğretmenler de işsizlikten kurtulur.” Pes, daha ne denir ki, bunlar işte, bu duruma geldiler artık! Eğitim fakültesinden, ki en yüksek puanlı bölümlerdir bunlar, mezun birinin, bir öğretmenin, işsiz kalmaya mahkum olduğu bir ülke yaratıyorlar, üstelik, bunu dile getirirken de zerrece utanmıyorlar! Bakın hele şu aymazlığa, yok, bu kadarı da fazla! 21 tane işsiz öğretmen, intihar etti, canına kıydı, Nimet Ç. bundan hiç hicap duymaz, başını eğmez, kalkmış, geride kalanlara akıl veriyor! Daha evvel de söyledim, tamam her şeyi geçelim, fakirlik, yoksulluk, işsizlik, dincilik, işbirlikçilik, hepsini bir kenara bırakalım; bu AKP, sırf bu yüzden, bizimle alay ettiğinden, sabah akşam bu halkı bizi aşağıladığından dolayı bile yıkılmayı hak ediyor. Onurlu hangi insan buna katlanabilir, Allah aşkına? Bursa’da ücretli öğretmenlik yapan kardeşimiz, kendini kravatıyla astı, bir başkası yazın hamallık yaparken kalp krizinden öldü; ama bu ülkenin Milli Eğitim Bakanı, Şamil Tayyar’la, cepten şakalaşmakla meşgul!
Daha fazla tahammül etmek zor, zorlanıyorum fakat, bu Nimet Ç.’ye dair konuşmak istiyorum. Yukarıda anlattık, patronlar ve Cemaat’in dileğince, eğitim sistemimiz dönüşürken, Nimet Ç. bizi çıldırtmakla meşguldür. Yapabileceği başka bir şey de bulunmaz, başlık açık, kendisi bir kukladır. Ona ne söylenirse onu yapar, onu açıklar, başka hiçbir misyonu yoktur. Güzelliğinin ve başı açıklığının hürmetine, AKP’nin “çağdaş yüzü” olarak o koltuğa oturtulmuştur. Dikkat edin, kendisi, patron gazetelerinde, en az parlak bir genç oyuncu kadar ilgi görür. Üç satırlık bir demecinin yanına, çeyrek sayfalık fotoğrafı eklenir. Gayet fotojeniktir.
Nimet Ç. aslında avukattır. AKP’nin kurucularından biri olarak, 2002’de vekil seçilmiş, evvela Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan olmuş, 2009’da da, Milli Eğitim’in başına, ülkemizin ilk kadın bakanı olarak, geçmiştir. İlki neyse de, bir avukat olarak, eğitimle ne ilgisi var da bu görevde bulunuyor, diye merak edilebilir, bunu az evvel söyledik. Fakat, buna dair, bir başka bilgi de, Wikileaks belgelerinde veriliyor. Görüldüğü üzere, ünü dünyaya yayılan Nimet Ç.’ye dair, Wikileaks’e dayanarak yapılan bir haberde şöyle deniyor: “Çubukçu’nun kabinedeki görevine Emine Erdoğan ile yakınlığı sayesinde geldiği, 7 Haziran tarihinde Şaban Dişli’nin ABD büyükelçilik siyasi işler müsteşarıyla konuşmasına dayandırılıyor. Aynı belgede Nimet Çubukçu ile ilgili dudak uçuklatan bir iddiadan söz ediliyor: Nimet Çubukçu’nun oğlundan sıklıkla bahsetmesine rağmen kocasını hiç anlatmaması AKP’de evliliğiyle ilgili şüpheler yaratıyor. ”
Evliliği, AKP içinde şüpheler yaratan ve 7 Kasım 2005 tarihli Hürriyet‘te, Yener Süsoy’un “sempatik muhasebeci” dediği ve geçtiğimiz aylarda, balıkçıların oltalarına bastığı için dövüldüğü haberleri ile adı gazetelerde sıkça yazılan Birol Çubukçu ile evli olan Nimet Ç. kendi ifadesi ile “muhafazakâr feminist”miş. Kadın hakları ile pek ilgili imiş. Oysaki biz onun, geçtiğimiz yaz, eş ve çocuklarından ayrı kalmamak için, eş durumundan tayin isteyen ve Ankara’da eylem yapan sözleşmeli kadın öğretmenleri, eylemlerini sona erdirmemeleri halinde, sözleşmelerini feshetmekle tehdit eder hatırlıyoruz. Var mı yanlışımız?
Nimet Ç.’nin “süper fikir”lerini de anmamak olmaz burada. Kız çocuklarının okula fazla gönderilmediği bölgelerde, bu sorunu aşmak için, kız ve erkeklerin ayrı ayrı okutulmasının, bir çözüm olarak düşünülebileceğini söylemişti mesela Nimet Ç. geçtiğimiz yaz. Kızlarımızı pek umursar görüyoruz kendisini son zamanlarda, örnekler çok. Eylül ayında, Kayseri’de Mesleki ve Teknik Eğitim Merkezi açan Nimet Ç. demiş ki: “i>METEM’lerde eğitim gören kız çocuklarının ilerde vasıfsız iş gücü olarak kullanılmalarının önüne geçmiş olacağız.” Açtığı merkezin Türkiye Tekstil ve Sanayi İşverenleri Sendikası’nca yapıldığını, bilmezlikten geliyor olamayacağına göre, Nimet Ç. kız öğrencileri ne kadar da sevdiğini bir kez daha ispatlamış oluyor, çok güzel! Bize söz bırakmıyor, sağ olsun.
Bilmiyorum, herhalde, daha fazla konuşmaya lüzum yok. Eğitime dair icraatları, yukarıda andığımız piyasacı ve dinci dönüşümlerin altına imza koymaktan, yani kuklalıktan, ders saatlerini kısaltıp teneffüsleri uzatmayı devrim yapıyormuşçasına anlatmaktan, işsiz öğretmenlere laf yetiştirmekten ibaret olan ve çok yakın tarihte, yargı kararlarını uygulamadığı için, Danıştay tarafından hakkında suç duyurusunda bulunulan Nimet Ç.’ye dair, en güzel tespitleri, partisinin, 24 Kasım vesilesi ile, öğretmenlerin adreslerine ulaşmak istemesi ve Nimet Ç.’nin bunu engellemesi üzerine Muharrem İnce yapmıştı. Aktarıyorum: “Nimet Çubukçu, Milli Eğitim Bakanlığı’nı babasının malı görmektedir. Nimet Çubukçu bu işlerden anlayan birisi değildir zaten. Bir yerlerden emir almıştır. Hükümetin emir eri konumundadır. Kendisi öğretmenlere mesaj çekiyor. Kendisi öğretmenlere mektup yazıyor. Kendisi üniversiteyi kazanan öğrencilerin adres bilgilerini cemaatlere ve tarikatlara veriyor ama anamuhalefet partisinin genel başkanının çok masumane, çok içten mesajını iletmesine engel oluyor… Türkiye’nin gelmiş geçmiş en beceriksiz, en yeteneksiz, en basiretsiz Milli Eğitim Bakanı’nı istifaya davet ediyorum.”
Etmez. Biz de isteriz, davet ederiz; ancak istifa etmez, Nimet Ç. de bir AKP’lidir en nihayetinde. Naylon faturacılar, kalpazanlar, ihaleciler, zimmetçiler, vurguncularla aynı çanaktan yiyip içmektedir.
Son; öyle ya da böyle, bu ülkenin işsiz eğitimcileri, Nimet Ç.’nin ve onun alt sürümü Hüseyin Ç.’nin peşindedir. İntihar eden 21 tane genç öğretmenin hesabının sorulacağı, “Bir Ankara Kuklası”nın iplerinin kesileceği günler de elbet gelecektir.
alpererdik@mynet.com