Kriz ve yoksulluk, 2010 yılının en önemli gündemlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Krizin özellikle sanayi kentlerimizde yarattığı yıkımın etkileri hala sokaklarda kendini hissettiriyor. Krizden bize ne kaldı diye sorarsak, fabrikalardan, sokaklara yayılan güvensizlik duygusunun hayatımızı, yaşadığımız çevreyi esir alması cevabını verebiliriz. Bu hissiyat zaten bizi krizin öncesinde de büyük oranda sarıyordu. Emekçiler açısından krizin etkisi açlık […]
Kriz ve yoksulluk, 2010 yılının en önemli gündemlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Krizin özellikle sanayi kentlerimizde yarattığı yıkımın etkileri hala sokaklarda kendini hissettiriyor. Krizden bize ne kaldı diye sorarsak, fabrikalardan, sokaklara yayılan güvensizlik duygusunun hayatımızı, yaşadığımız çevreyi esir alması cevabını verebiliriz. Bu hissiyat zaten bizi krizin öncesinde de büyük oranda sarıyordu. Emekçiler açısından krizin etkisi açlık ile yoksulluk arasındaki denklemin biraz daha açlık lehine yönelmesi ile tanımlanabilir: İşsizliğin hızla yaygınlaşması, ücretsiz izinler, gelirlerde yaşanan dalgalanmalar, hanehalklarının üzerine binen kredi yükünün taşınamaz hale gelmesi, çalışma sürelerinde yaşanan artışlar, bıraktığı yıkıcı izlerle üzerimizde.
Bunların her biri, en yalın tanımıyla, asgari beslenme gereksinimiyle, barınma, sağlık ve eğitim gereksinmelerini karşılamak için yeterli araç ve olanakların yokluğu sonucu ortaya çıkan fiziksel yoksunluk durumunu tanımlıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 1 Aralık 2009 tarihinde açıkladığı verilere göre 2008 yılında Türkiye’de fertlerin yaklaşık % 0,54’ü yani 374 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, % 17,11’i yani 11 milyon 933 bin kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 2009 yılında yaşanan yoksullaşma sürecinin düzeyi henüz açıklanmış değil. 2 Aralık 2010 tarihinde açıklanması gereken verilerin yayım tarihinin 6 Ocak 2011 belirlenmesi, verilerin güvenirliği konusunda kaygı uyandırmakta. Ancak yine de krizin yıkıcı etkisinin bu verilerde daha somut olarak görülmesini bekliyoruz.
4 kişilik bir ailenin sağlıklı bir biçimde alması gereken kalori miktarı üzerinden belirlenen beslenme kalıbı dikkate alınarak, DİSK-AR tarafından yapılan hesaplamaya göre, 2010 Kasım ayında açlık sınırı 934, yoksulluk sınırı ise 2952 TL olarak gerçekleşti. Buna göre geçtiğimiz yılın aynı ayına göre yüzde 9 artış gösteren asgari ücret, aynı dönem yoksulluk sınırında yaşanan yüzde 14 oranındaki artışın gerisinde kaldı. 2009 yılında hanehalkı tüketim harcamaları ise sadece yüzde 3,8 artış gösterdi. 12 aylık ortalamalara göre yıllık enflasyon ise tüketici fiyatlarında yüzde 6,25 oldu. Bu veri halkın alım gücünün enflasyon karşısında gerilediğini somut olarak ortaya koymaktadır.
TÜİK Gelir ve yaşam koşulları araştırması verileri üzerinden DİSK-AR açlık ve yoksulluk sınırı esas alınarak yaptığımız hesaplamanın sonuçlarına göre, Türkiye’de hanehalklarının yüzde 15’i açlık sınırının altında bir gelirle yaşamaya mahkûm edilmektedir. Yaklaşık olarak halkın yüzde 75’lik bir kesimi yoksulluk sınırının altındadır. Aynı araştırmanın sonucu yoksulluğun boyutlarını açıkça göstermektedir. Türkiye’de halkın % 39,0’unun konutunda “sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçevesi vb.” sorunlar söz konusudur. % 38,5’inin oturduğu konutta “izolasyondan dolayı ısınma sorunu” yaşanmaktadır. % 57,7’sinin hanesinin taksit ödemeleri ve borçları (konut alımı ve konut masrafları dışında) bulunmakta, bu borç ödemeleri, % 25,0’ının hanesine çok yük getirmektedir. % 88,8’i “evden uzakta bir haftalık tatili”, %71,1’i “beklenmedik harcamalarını” ve %82,6’sı “yıpranmış ve eskimiş mobilyalarını yenileme ihtiyacını” ekonomik nedenlerle karşılayamamaktadır. Bu oranların kriz sürecinde artmış olduğu tahmin etmektedir.
Bunun yanında krizde reel ücretlerde yaşanan kayıp 2010 yılında telafi edilebilmiş değildir. Sanayi sektöründe reel ücretlerde gerileme, kriz öncesi esas alındığında, 2010 yılının 2. dönemi için yüzde 5,57 olmuştur. Yani sanayi işçisi kriz öncesine göre ciddi bir yoksullaşma yaşamıştır. Ana Metal Sanayinde reel ücretlerde yaşanan kayıplar yüzde 24’ü, otomotiv sektöründe yüzde 11’i bulmuş durumdadır.
İşsizlik gerçeği
İşsizlik konusu yine yoksulluk kapsamında değerlendirebileceğimiz önemli konular arasında yer almaktadır. 2010 yılı esas alındığında kriz öncesine göre işsiz sayısı yaklaşık 500 bin kişi artmıştır. Bunun yanında geniş tanımlı işsizlik rakamı yüzde 17 düzeylerindeyken, eksik ve yetersiz istihdam edilenlerle birlikte bu oran yüzde 20’nin üzerine çıkmaktadır. İşsizlik rakamları içerisinde geçici bir işte çalıştığı için işsiz kalanlar, işsizlikten en çok etkilenen kesimi oluşturmaya devam etmektedir.
Bu verilere rağmen işsizlikle mücadele açısından ortaya konulan tek önerme, gençlerin yoğun sömürü koşullarını artıracak, esnekliği yaygınlaştırılacak, kamuda ve özellikle belediyelerde çalışanların haklarını gasp edecek torba yasadır. Bu yasa tasarısı emeğin haklarına yönelik en kapsamlı saldırılardan biri olarak görülmektedir.
Asgari ücret yoksulluğu belirliyor
Türkiye açısından asgari ücret uygulaması, yoksullukla mücadele açısından son derece önemli bir araçken, uygulamada bunun yoksulluğun kalıcılaşmasına hizmet eden bir yapıya büründüğü görülmektedir. Asgari ücretin tespiti ülke şartları, enflasyonla mücadele gibi öznel olmayan değerlendirmelerle baskı altına alınmaktadır. Asgari ücret, işçilere normal bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin ailesi ile birlikte gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrettir. Ancak her yıl Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından belirlenen asgari ücret, tek başına temel ihtiyaçların başında gelen gıda harcamalarını bile karşılamaktan çok uzaktır.
Bir asgari ücretli yaşamını sürdürebilmek için gelirinin sadece yüzde 33,7’sini gıda harcamalarına ayırabilmektedir. Buna göre asgari ücretlinin gıda için yapabileceği günlük harcama 7 TL civarındadır. Asgari ücretli bu geliri ile hem eşinin hem kendinin hem de çocuklarının karnını doyurmak zorundadır. Diğer ihtiyaçlarını karşılaması bu koşular altında neredeyse imkânsızdır.
Sonuç olarak, 2010 yılı kriz döneminde ağırlaşan yaşam koşullarının, ücret kayıplarının, işsizliğin girdabında emekçiler açısından son derece zor geçmiştir. Bu süreci, kamu hizmetleri alanında yaşanan ticarileşme ve taşeronlaşma uygulamaları iyice zorlaştırmakta, istihdam paketi adı altında, istihdam yaratmayı değil, emekçilerin sömürüsünü ve esnekliği artırmayı amaçlayan düzenlemelerle, haklarımıza yönelik yeni saldırılar gündeme gelmektedir.
AKP hükümeti, tüm emekçileri güvencesiz ve kuralsız çalışma girdabında buluşturmaya çalışmaktadır. Kazanılmış haklarını yitiren TEKEL direnişçilerinin verdiği mücadele, yeni dönemde, kamu emekçilerinden, belediye işçilerine kadar yüz binlerin sorunu haline gelecektir. O yüzden, güvencesizliğe, esnek ve kuralsız çalışmaya karşı, kazanılmış hakları gasp edilmek istenenlerle, işsizlerin, güvencesizlerin, herkese güvenceli iş, kurallı çalışma yaşamı ekseninde ortak bir mücadeleyi örgütlemeleri gerekmektedir. Yoksa yoksulluk ve güvencesizlik ekseni hepimizi teslim alacaktır.