Cumhurbaşkanı Gül Diyarbakır’da MGK kararlarını “tebliğ” etti. Resmi dilin Türkçe olduğunu, bunda bir değişiklik yapılamayacağını; buna karşılık “halk arasında” konuşulan “farklı diller”in “kültür mirası” kapsamında Anayasal koruma altında olduğunu söyledi. 2011 Türkiye’sinde Kürtçeyi “kültür mirası” olarak tanımlamak komik. 2011 Türkiye’sinde Kürtçe artık “yaşayan” bir dil olmanın da ötesinde belki de Türkçeden daha fazla “gelişen” bir […]
Cumhurbaşkanı Gül Diyarbakır’da MGK kararlarını “tebliğ” etti. Resmi dilin Türkçe olduğunu, bunda bir değişiklik yapılamayacağını; buna karşılık “halk arasında” konuşulan “farklı diller”in “kültür mirası” kapsamında Anayasal koruma altında olduğunu söyledi.
2011 Türkiye’sinde Kürtçeyi “kültür mirası” olarak tanımlamak komik.
2011 Türkiye’sinde Kürtçe artık “yaşayan” bir dil olmanın da ötesinde belki de Türkçeden daha fazla “gelişen” bir dil.
Kürtçeyi “ölmekten kurtaran”, yaşamasını güvence altına alan ve bir “toplumsal hareket”le “gelişen bir dil” durumuna getirenin ise devlet olmadığını herkes biliyor.
Cumhurbaşkanının, “anadille eğitim” talebi ve “iki dilli yaşam” hareketinin karşısına “devlet memuru tavrı ve söylemiyle” çıkarken, “Kürt sorununun liberal çözüm siyaseti”nin bir başka noktadaki “yenilgisi”ni zımnen kabul ettiği ise pek kimsenin dikkatini çekmedi.
Devlet, Kürtlerin dile ilişkin taleplerini artık reddedemeyecek hale geldiğinde, “çarpıtma” yolunu tutmuş, “Anadille eğitim” talebini “anadil eğitimi”ne indirgemeye kalkışmıştı. “Anadil eğitimi” “serbest” bırakılmış, “özel Kürtçe dil kurslarının” açılabileceği duyurulmuştu.
Böylece devlet bir taşla bir kaç kuş vurduğunu sanıyordu. Hem Kürtçenin “varlığı”nı kabul etmiş görünüyor, hem Kürtçe dil eğitimini “özel kurslara” havale ederek bir “zengin sporu” haline getiriyor, hem de “Kürtçe dil eğitimi” üzerinden “eğitimin özelleştirilmesi” programına bir cephane daha sağlıyordu.
“Özel Kürtçe dil kursları”nı “pek önemli bir gelişme” olarak selamlayan liberaller, özel “Kürtçe eğitim kurumları”nın açılmasına da izin verilmesi halinde “Anadilde eğitim sorununun da çözüleceği”ni ileri sürmeye başladılar. Böylece her şeye kadir piyasa, Kürt sorununu da çözmüş olacaktı!
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı!
Öteden beri evlerinde dahi Türkçe konuşan, hatta Kürtçe konuşanı “gundi” (köylü) diyerek aşağılayan “Kürt zenginleri”, Kürtçe’ye rağbet etmediler. Açılan birkaç özel Kürtçe dil kursu kısa sürede kapandı. Irkçı Türk basını her zamanki ahmaklığıyla bu olayı da “mabadından” anladı ve “son Kürtçe dil kursu da öğrencisizlikten kapandı” mealli başlıklar atarak “Anadille eğitim” talebinin de “asimilasyona karşı direnişin” de Kürtler içinde “tutunamadığı” havasını yaratmaya çalıştı.
Oysa sorunun aslı tamamen başkaydı.
Kürt ulusal sorunu bir “yoksul halk” sorunuydu. “Kürt zenginleri”, hele de az çok kentlileşmiş Kürt zenginlerinin, Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne Kürt uluslaşmasında neredeyse hiç yeri olmamıştı. (“Körfez Savaşı”ndan sonra, şu anda Irak Kürdistanı Federe Yönetimi’ne dönüşen Irak Kürdistanı ile ticaret yapabilmek için Silopi’den çıkınca “Kürt” olan Kürt iş adamlarını da ayrıca değerlendirmek gerekir.)
Anadilini düzgün bir biçimde öğrenmek ve kullanmak isteyen yoksul Kürt gencinin ise para ödeyerek özel bir dil kursuna gitmesi mümkün değildi. “Kürtçe Dersaneciliği”nin bir piyasası yoktu! Bu nedenle Kürtçe sorununu “piyasa”ya bırakmak, “çayı ‘Dursun’a söylemek’ten” farksızdı! Bu yüzden de açılan “Ücretli Kürtçe Kursları” ardı ardına kapandı.
Haydi “ekonomi-politik diliyle” konuşalım. Kürtçe’nin bir “piyasasının olmaması”, onun bir “değişim değerinin” olmadığı anlamına gelebilir. Kapitalist üretim ilişkileri içerisinde “değişim değeri olmayan” bir şeyin “üretimi”nin de yeri yoktur; ama “sermaye tarafından üretiminin!” Yoksa, herhangi bir gereksinim, şu veya bu sebeple değişim değeri taşıyan bir mal ile karşılanamadığı için gereksinim olmaktan çıkmaz! Bir toplumsal gereksinim, şu yada bu nedenle ticari mal üretimiyle karşılanamıyorsa “ortada kalkmaz”, kamusal yolla karşılanmak üzere “talepte bulunmaya” başlar. Talebin birincil muhatabı da “devlet”tir.
Oysa özel Kürtçe Dil Kursları çöktüğünde, neredeyse “zil takıp oynayan” bir devletin Kürtçe dil eğitimini üzerine alması düşünülemezdi bile.
Ama, eğer devlet, toplumsal bir gereksinimi kendi kamusallığı üzerinden karşılamazsa, bu kez toplum ayrı bir “kamusallık” yaratır.
Kürt özgürlük hareketi tam da bunu yaptı. “Tevgera Ziman û Perwerdeya Kurdî”yi (TZP Kurdî – Kürtçe Dil ve Eğitim Hareketi) yarattı. Hareketin amacı “asimilasyona ve oto-asimilasyona karşı koyma” olarak tanımlandı. Tamamen Kürt eğitim gönüllülerinin emeğine dayanan ve ücretsiz olarak düzenlenen kursların omurgasını oluşturduğu hareket, 3-4 yıl içinde kendi eğitimcilerini de üreterek yaygınlaştı, gerçek bir “toplumsal hareket” karakteri kazanmaya başladı.
“Anadil eğitimi”nde sağlanan bu başarının ikinci adımı, “Anadille eğitim” talebinin ön plana çıkarılması oldu. Anadille eğitim talebini “Anadil eğitimi”ne indirgeyen çarpıtma düzeltildi!
Hareket, bu öğrenim yılı başında, tüm eğitim kurumlarını “Anadille eğitim” talebiyle boykota çağırdı. Katılım oranı bakımından epeyce tartışılsa da “Boykot”, “anadille eğitim talebini ortaya koyan” kaydadeğer bir toplumsal hareketin “var” olduğunu gösterdi. Bu çağrı aynı zamanda Kürt sorununun temel toplumsal hizmetlere ilişkin boyutunda, çözümün “piyasada aranamayacağı”, kamusal hizmet perspektifiyle sunulması gerektiğinin bir dışavurumu oldu. (Kürt özgürlük hareketindeki “piyasacı” yaklaşım sahiplerinin bu cephede ses çıkaramaz hale gelmesi de ayrıca altı çizilmesi gereken bir olgudur)
Bu gelişme çizgisini izlediğimizde, Cumhurbaşkanı’nın, Kürtçe’nin “kültür mirası” kapsamında Anayasal koruma altında olduğunu söylemesinin, aynı zamanda “Kürtçe dil eğitimi” sorununu “piyasaya çözdürme(me)” politikasının iflas ettiğinin dolaylı bir ilanı olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak bu itiraf, bir “tehdit”in de kapının önünde olduğunu gösteriyor. Roj TV’nin yerine TRT Şeş’i geçirmek için Avrupa’da kapı kapı dolaşan devlet, şimdi, Kürtçe Dil ve Eğitim Hareketini tasfiye etmek üzere “Kürtçe’yi ‘korumak’ için Kürtçe dil eğitimi kursları üzerinde bir ‘devlet tekeli’ kurmaya” girişirse şaşırmamalıyız.