Mardin Eğitim Sen İşçi Filmleri Atölyesi olarak bu hafta Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından 2008 yılında Armağan Pekkaya ve Umut Kol yönetmenliğinde hazırlanmış olan “İŞKENCEYE TOLERANS” adlı film izletildi. Tabii bu çalışmanın İnsan Hakları Haftasına denk gelmesi/getirilmesi bizler için ayrıca anlamlı bir durumdu. Filmi izledikten sonra birkaç güzel insanın yorumları ve yaşanmışlıkları paylaşması beni kendimce […]
Mardin Eğitim Sen İşçi Filmleri Atölyesi olarak bu hafta Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından 2008 yılında Armağan Pekkaya ve Umut Kol yönetmenliğinde hazırlanmış olan “İŞKENCEYE TOLERANS” adlı film izletildi. Tabii bu çalışmanın İnsan Hakları Haftasına denk gelmesi/getirilmesi bizler için ayrıca anlamlı bir durumdu.
Filmi izledikten sonra birkaç güzel insanın yorumları ve yaşanmışlıkları paylaşması beni kendimce bir zaman yolculuğuna çıkardı. Sonra kendime şiddetin ne olduğunu sormaya başladım. “Acaba farklılıklara dayanamayan birkaç kişinin o farklılıkları yok etmeye çalışması mıydı? Yoksa kendilerini ifade etmek isteyen insanların cezaevlerine düştükten sonra fiziksel ve psikolojik olarak rahatsız edilmeleri miydi? Gözaltında ölen ya da kaybolan yakınlarını arayan TAYAD’lıların linç etmeye çalışmaları mıydı? Haklarını arayan TEKEL İŞÇİLERİNİN biber gazına boğarak “Yunan Gâvuru” gibi suya dökülmeleri miydi? Bu hayatta biz de varız diyen ve başka bir dünyanın var olabileceği şiarıyla yola çıkan üniversite öğrencilerine şehir girişlerinde atılan dayak mıydı? Sivas’ta aydınların öldürüldüğü otelin altına kebapçının açılması mıydı? Güneydoğu’da hem gözaltında hem de sokak ortasında öldürülen çocukların saçma sapan yasalarla terörist ilan edilmeleri miydi?” MARDİN-MİDYAT’ TA 1600 yıllık MOR GABRİEL MANASTIRI çevresinde yer alan Süryanilerin arazi ve taşınmazlarına el koyarak Süryaniler arasında yeni filizlenen geri dönüşlere gözdağı vermek amacıyla, hak iddia etmek miydi? … Ve daha birçok şey… Ben size söyleyeyim aslında insanlığımızı oluşturan herhangi bir öğeye yapılan en ufak bir müdahale “şiddet” tir. Tabii yetmedi insanlara bu sözler!
Peki, neden şiddet?
Kişinin, anne-baba, patron, devlet vs. gibi kişi ve kurumlarla olan ilişkilerini belirleyen bir yaptırım mekanizması vardır. Biz buna “otorite” diyoruz. Ve otoritenin önüne koyduğu en büyük hedef herkese ve her şeye sirayet edebilmektir. Tabii bu süreçte kimsenin onun adaletinden şüphe etmemesi gerekir. Öylesine şüphesiz olmalıydı ki fethe geldiğinde şehir ona kendiliğinden teslim olmalıydı. Tabii sonsuz adalet ve özgürlük dağıtırken karşısında hiçbir güç durmamalıydı. Kölelik en büyük özgürlük olmalıydı. Bunları reddettiğinde hayatın her alanında hor görülürdün ve hayattan atılmaya mahkûm edilirsin.
Tıpkı otoriteyi elinde tutan ve “ileri demokrasi”, “işkenceye sıfır tolerans” yalanlarını ağzından düşürmeyen günümüz iktidarının yaptıkları gibi-gerçi tarih hep tekerrür eder-; en ufak muhalif bir hareketlilikte ve hak arayışında olan insanlara korkunç yüzünü kolluk kuvvetlerinin copu ve biber gazıyla göstermektedir. Hayatın her alanında yapılan baskıyı ve şiddeti reddeden ya da meşrulaştıran iktidar, uluslar arası arenada kendini haklı çıkarmak için devletin bütün kurumlarını amaçları dışında etik olmayacak biçimde kendi güdümünde çalıştırmaktadır. Tıpkı cunta döneminde kurulan Adli Tıp Kurumunun o dönemden bugüne objektif davranmaması ve insan hakları ile ilgisi olmadığı halde insan hakları için çalıştığını sanan Meclis İnsan Hakları Araştırma Komisyonu gibi…
Her ne kadar iktidarlar var olan şiddeti örtbas etmek isterse istesin, geçmişten günümüze şiddet hep vardı. Halen devam ediyor. İşte bu yüzden acilen devletin bir şekilde rehabilite edilmesi gerekmektedir. Devlet içerisinde mitselleştirilen bazı kavramların artık tartışılmasının vakti geldi de geçiyor bile. Yoksa birileri boğazına bir kraker parçası takılıyor diye ortalığı savaş alanına çevirmekten vazgeçmeyecektir.
Biz dünyanın isimsizleri ve proleterleri başka bir dünyanın mümkün olacağı şiarıyla birleşmeliyiz.
Yaşasın hayat!!
filmlerdekibizleri@hotmail.com
www.mardinegitimsen.org