12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleşen anayasa referandumu öncesi liberal aydın, yazar, gazeteci ve bazı siyasi parti sözcülerinin de katılmasıyla sola, sosyalistlere ve devrimcilere karşı gerici -liberal bir blok oluşturuldu. Bu blok AKP’nin ülkeyi vesayet rejiminden kurtaracağını demokratikleşmeyi gerçekleştireceğini hatta 12 Eylül faşist darbecilerinden hesap sorulacağını çeşitli zeminlerde dile getirdiler. Yine bu sözde demokrat ve liberal […]
12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleşen anayasa referandumu öncesi liberal aydın, yazar, gazeteci ve bazı siyasi parti sözcülerinin de katılmasıyla sola, sosyalistlere ve devrimcilere karşı gerici -liberal bir blok oluşturuldu. Bu blok AKP’nin ülkeyi vesayet rejiminden kurtaracağını demokratikleşmeyi gerçekleştireceğini hatta 12 Eylül faşist darbecilerinden hesap sorulacağını çeşitli zeminlerde dile getirdiler.
Yine bu sözde demokrat ve liberal çevrelere göre anayasa değişikliği ile Kürt sorununda barışçı adımlar atılacak, Alevilerin talepleri karşılanacak, kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı tanınacaktı. Yani ülkeye daha çok demokrasi gelecekti. Gerici-liberal blok buna demokrasi derken başbakan Erdoğan hızını alamayıp “ileri demokrasi” kavramını kullanmaya başladı. AKP ve gerici-liberal blok demokrasi, ileri demokrasi derken tam bir baskı ve şiddet fırtınası esmeye başladı. AKP hükümeti kendine muhalefet eden her sesi, yürütülen her hak mücadelesini azgın polis terörüyle bastırmayı esas yöntem olarak seçti.
Üniversitelerde paralı eğitime karşı mücadele eden üniversite gençliğinin karşısına sürekli polis terörü ile çıkılması neredeyse olağan bir uygulama oldu. Bir yandan üniversite yönetimlerinin verdiği okuldan uzklaştırmalar diğer yandan her adımda gençliğin karşısına çıkan polis şiddeti ve her şeye rağmen bu ülkenin onuru ve aydınlık geleceği için yılmadan mücadele ederken yalnız bırakılan gençlik. Evet yalnız bırakılan gençlik.
İşte 4 Aralık’ta yaşananlar. Bir yanda polisin saldırısı ile toplantı ve gösteri yapma hakları engelenen ve seyahat özgürlüğü yoksayılan gençler. Diğer yanda çaylarını yudumlayarak televizyon ekranlarından ve gazete sayfalarından olayları izleyen anneler, babalar, öğretmenler. Evet çocuklarımız en temel hak olan herkesin parasız eğitim hakkı için mücadele ederken onlara harçlık bile göndermekte zorlanan anne babalar yanlarında değil. Evet okuldan uzklaştırma cezaları ile eğitim hakları ellerinden alınan ve bunu protesto etmek isterken polisin zoru ve şiddeti ile karşılaşan gençler alanlardayken “Herkese eşit nitelikli bilimsel ve parasız eğitim hakkını” savunmayı ilke olarak tüzüğüne ve programına koyan eğitim emekçilerinin sendikası yanlarında değil. Oysa ne kadar da insani, mesleki ve demokratik bir tepki olurdu öğrencilerini savunan eğitim emekçilerinin meydanları doldurması. Elbette böyle bir çağrı demokratik eğitim kurultayları toplayarak oralarda öğretmen, veli, öğrenci üçlüsünün ortak mücadelesinin ertelenemez bir görev olduğunu karar altına alan Eğitim-Sen’den beklenirdi. Olaylar sonrasında yapılan basın açıklamaları kuşkusuz anlamlıdır ancak yeterli değildir. Öğrencilerin yaşam haklarının bile tehdit edildiği bu saldırılar karşısında öğrencilerin yanında olamayan eğitim emekçileri ne zaman nerede öğrencilerinin yanında olacaktır. Demokratik öğretmen hareketinin geçmişi ve geleneği öğretmenlerle öğrencilerin el ele omuz omuza mücadelelerinin örnekleri ile doludur.
12 Mart darbesinden önce TÖS ve DEV-GENÇ ‘in ortak mücadelesi gibi…