Takip edenlerin bildiği üzere, referandum öncesinde, solun neden “hayır” demesi gerektiğine dair, içlerinde benimkinin de bulunduğu ve burada yayınlanan birkaç yazıya, M. Sinan Mert, Sosyalistdayanisma.org adlı sitede, bir eleştiri kaleme almış, “hayır”cı solun tamamını, laiklik vurgularımızı cımbızlayıp düzene “evet” demekle, egemen sınıf fraksiyonlarından kopuşamamakla, askerler ve TÜSİAD’la ittifak halinde bulunmakla, Baykal’ın takipçisi olmakla itham etmiş; […]
Takip edenlerin bildiği üzere, referandum öncesinde, solun neden “hayır” demesi gerektiğine dair, içlerinde benimkinin de bulunduğu ve burada yayınlanan birkaç yazıya, M. Sinan Mert, Sosyalistdayanisma.org adlı sitede, bir eleştiri kaleme almış, “hayır”cı solun tamamını, laiklik vurgularımızı cımbızlayıp düzene “evet” demekle, egemen sınıf fraksiyonlarından kopuşamamakla, askerler ve TÜSİAD’la ittifak halinde bulunmakla, Baykal’ın takipçisi olmakla itham etmiş; kendi örgütünün, laik ya da şeriatçı fark etmez, en alttakilerle bütünleşmek gibi bir hedefe sahip olduğunu söylemişti. Ardından, kendisine cevap olarak yazdığımız “Tophane Cumhuriyeti’ne doğru” başlıklı yazıda, biz de, neyi hedeflediklerini kendilerinin bileceğini; ancak, özünde solun da sahip çıkması gereken ve elbette burjuvazininki ile ilgisi olmayan aydınlanmacılık üzerinden şekillenen ilericiliğin, “orta sınıf solculuğu” anlamına gelmeyeceğini, bunun, bugün, proleter-sosyalist çizgide bir görev kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştik. Yazar, yaklaşık bir ay sonra, buna da bir itirazla, yazımızda konuya dair ne düşündüğümüzle ilgili hiçbir işaret olmamasına rağmen, türban tartışmalarını da işin içine sokarak, adı geçen sitede, “Erdik’e Cevap ve Türban Tartışmaları” başlığıyla yazdığı yazı ile, polemiği sürdürmeyi amaçlamış.
Başlamadan evvel, bilmiyoruz, M. Sinan Mert için bir şey ifade eder mi; ancak, bizim de, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın, birçoğu bugün bile olumsuzlanamamış, hem yazıldığı dönem hem de bugün, değerinden bir şey yitirmemiş tezlerine önem verdiğimizi, zaman zaman bunlardan faydalandığımızı, kendisine derin bir saygı duyduğumuzu belirtmek isteriz. Bununla beraber, onun düşüncesinin, Marksizm’de softalığı kesinlikle reddettiğini, geçerken not etmekte yarar görüyoruz.
İkinci olarak da, yazar, az sonra değineceğimiz yazısında, “Ben, söz konusu yazısı için Alper arkadaşa teşekkür ederim, polemikçiliğin şanından olsa gerek yapılan kimi üslupsuzluklara rağmen” diye bir cümle sarf etmiş. Üslupsuzluk nedir tam anlayamadık, sanıyoruz, üslup bozukluğunu kastediyor. Böyle kabul ederek, okuyanların da hak vereceği üzere, bahsi geçen yazımızda, üslubumuzun, herhangi bir olumsuzluk içerdiğini düşünmüyoruz.
Mert, yazsının başında, bizim düşüncelerimizi, yazıdan çıkardığı kadarı ile, şöyle özetlemiş: “Siyasal İslam tehlikeli bir burjuva ideolojisidir. Bununla mücadele edilmelidir. AKP’nin hem gericiliği hem de neo-liberal yönelimiyle eş zamanlı mücadele edilmelidir. Laiklik ve Kemalizmi eleştirebiliriz, ama bunları İslami gericilik ile aynı kefeye koyamayız. İşçi sınıfını örgütlerken onun ilerici veya gerici olması hesaba katılması gereken önemli bir belirleyendir.” Aşağı yukarı, evet, bunları söylüyoruz. Sonra, yazar, bunları irdelemeye başlıyor: “Siyasal İslam gerici bir burjuva ideolojisidir. Her ne kadar henüz milliyetçiliğin yerini alamamış olsa da. Sol, Siyasal İslam’a karşı mücadele etmelidir. Sol zaten etki alanını genişletebilmek için dışındaki tüm ideolojilerle didişmek durumundadır. Fakat solun siyasal İslam’la nasıl mücadele edeceği halen tartışmalı bir konudur. Bütün meseleleri Kemalistlerin algıladığı gibi algılayan bir solun, dinin oldukça önemli bir düşünme ve davranma modeli olarak çok etkin olduğu bir toplumda sınıfla sağlıklı bir güven ilişkisi kurması mümkün müdür?.. Din de geleceği birlikte kurmak istediğimiz insanların önemsediği, değer verdiği bir inanç sistemi olduğu sürece bizler açısından da saygıyı hak eder.” Evvela, okunabilirliği gözeterek, en önemli gördüğümüz kısımları, yazarın düşüncesini çarpıtmayacak biçimde alıntılamaya çalıştığımızı vurgulayalım.
Şimdi, bu kısa alıntıda bile, birçok yanlışın varlığını görmekte zorlanmıyoruz. Mert, siyasal İslam’ın bir burjuva ideolojisi olduğunu kabul etmekle beraber, henüz milliyetçiliğin yerini alamadığını söylüyor. Sadece İslam’ın değil, bütün dinlerin, son otuz kırk yılda, dünyanın her yerinde nasıl da siyasetin merkezine konulduğunu; ülkemizde ve bölgemizde, Balkanlar’da, Kafkasya’da, Ortadoğu’da, etnik gibi göründüğü halde, bütün çatışma ve savaşların, din ve mezhep üzerinde şekillendiğini, gözlerini kapatmayan herkes görebilir. Ayrıca Türkiye özelinde, tüm toplumsal kesimleri ilgilendirdiği halde, düzenin içinde yaşanıyor gibi algılanan mücadelenin, tasfiye ve buna direnişin, siyasal İslam’ın merkezileştirilmesi amacı etrafında somutlaştığını da tespit etmek, hiç de zor sayılmaz. Bu yüzden, tespit hatalıdır. İkinci olarak, siyasal İslam’la mücadelenin gerekliliği kabul edilmiş; ancak, bunun Kemalist bakışla yapılamayacağı söylenmiş, yazarca. Artık, üzerinde konuşmaktan bıktığımız, liberallerle beraber birçok sosyalistin de dilinden düşürmediği, temelsiz, tutarsız bir iddia, solun “Kemalizm’le hesaplaşamaması” söylemi yinelenmiş. Buna değinmeye gerek bile duymuyor; sadece, Fikret Başkaya’nın kulaklarını çınlatmakla yetiniyoruz. Yahu, bu Kemalizm nasıl bir şeydir ki, altmış yıldır iktidarda bulunmuyor, M. Kemal’in şahsına ve düşüncelerine küfreden herkes gazetelerden köşe kapıyor, romancı, öykücü, televizyoncu oluyor, günümüzde kendisini Kemalist olarak tarif eden az sayıda kişi, grup derhal Ergenekoncu addedilip susturuluyor; ancak, konu ne olursa olsun, sola dair, bizzat solcular, her lafa Kemalizm ile başlıyor; bu nasıl bir komplekstir, anlayabilmiş değiliz!.. Üçüncüsü, geleceği birlikte kuracağımız insanların önemsediği inanç sistemlerinin, saygımızı hak ettiğini yazmış M. Sinan Mert. Önceki yazıda da söyledik, her türlü inancı, her türlü düşünce ile eşdeğer sayan, son yılların modası olan liberal/post-modernist görüşler, sosyalist solumuza fena halde sirayet etmiş durumda. Fazlaca söze gerek yok, saygı duyulması gerekenin, geleceği birlikte kuracağımız insanların inancının mı, yoksa, onların bizzat kendisinin ve bir şeylere sığınmak için ürettikleri inanma gereğinin mi olduğunu sorup geçelim.
Devam ediyoruz. Mert, ilerleyen satırlarda, siyasal İslam ve AKP arasındaki ilişkiyi, ülkemizin neo-liberal dönüşümüne değindikten sonra, bize yönelttiği şu eleştiriyi üretiyor: “Sol böylesi bir sürece nasıl direnç geliştirmeli? Tabii ki Kürt hareketinin özgül durumunu da unutmadan bir değerlendirme yaparsak, AKP’nin bunca yoksullaştırıcı pratiği dururken onun İslami yüzünü esas hedef tahtasına koymak, bize solun yapabileceği en büyük hata olarak gözüküyor. AKP yediği onca halta rağmen bugün hala emekçi sınıfların gözünde yeterince yıpratılamamışsa onun dini nasıl başarılı bir biçimde kalkan olarak kullandığı üzerine mutlaka düşünülmelidir. Bu yanını kullanmasına fırsat üretilmemelidir. İşin aslı CHP bile bu konuda bir bilinç üretmiş durumda ve birtakım manevralar yapmaya çalışıyor fakat kendi içyapısının getirdiği hantallıkla esnek taktik açılımlar yapamıyor, dolayısıyla her seferinde kendi hamlesiyle tuş olan güreşçiye benziyor.”
Burada, küçük bir parantez açma gereği duyuyoruz. Yazar, aslına bakarsanız, siyasal İslam-cemaatçilik-AKP-piyasacılık-Amerikancılık bağını, çok kapsamlı olmasa da, yeterince berrak biçimde anlattığımız yazımızı, hiç okumamış gibi davranıyor. Kendisinin söylediklerinin ve çıkardığı sonuçların neden yanlış olduğunu, orada belirttik. O da bizim savunduklarımızın yanlış olduğunu düşünüyor; ancak, söylediklerimizin yanlışlığını, nedenleri ile beraber, ortaya koymadan, eski şeyleri tekrarladığı, g