Anayasanın birkaç maddesine ilişkin yapılan referandumda ortaya çıkan sonuçların politik analizi daha çok ön plana çıkmaya başladı. Mevcut tablo, ülkenin siyasal haritası bakımından bize daha somut bir fikir vermektedir. Öncelikle vurgulanması gereken bir nokta var: referandum sonuçları hala çok bilinçli olarak çarpıtılıyor. Çok belirgin sonuçlara rağmen hala psikolojik savaş aracı olarak kullanılıyor. Toplumsal yapı ‘evet’ […]
Anayasanın birkaç maddesine ilişkin yapılan referandumda ortaya çıkan sonuçların politik analizi daha çok ön plana çıkmaya başladı. Mevcut tablo, ülkenin siyasal haritası bakımından bize daha somut bir fikir vermektedir.
Öncelikle vurgulanması gereken bir nokta var: referandum sonuçları hala çok bilinçli olarak çarpıtılıyor. Çok belirgin sonuçlara rağmen hala psikolojik savaş aracı olarak kullanılıyor. Toplumsal yapı ‘evet’ ve ‘hayır’ olarak bölünüyor. Burada amaç özellikle Kürt coğrafyasında, çok belirgin bir farklılık yaratan ‘boykot’ kararının gizlenmesidir. ‘Evet’ ve ‘Hayır’ sistem içi değişime yönelikken, ‘boykot’ tersine sistemden bir kopuşu hedefliyor. Bu nedenle sonuçların ‘evet/hayır’ olarak yansıtılması devletin iç ilişkilerindeki bir sorun olarak görülmesidir. ‘Boykot’ ise devlet bakımından çok daha tehlikeli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Bu neden, seçim sonuçlarının üç farklı haritadan oluştuğunu gizlemeye özen göstermektedirler.
Diğer bir çarpıtma ise referandum sonuçlarının gerçek bir durumda verilmemesidir. Sonuçlara baktığımızda oy kullananların oranı % 77, kullanmayanların oranı ise % 23’tür. % 77 içerisinde ‘evet’ oyunun oranı yaklaşık olarak % 43, ‘hayır’ oranı ise % 34 civarındadır. Reel tabloyu esas alırsak, referandum sonuçları toplumun çok önemli bir kesimini temsil etmiyor. Devletin bütün baskılarına rağmen özellikle Kürt coğrafyasında çok büyük oranda ‘boykot’ çıkması toplumsal kopuş bakımından önemli bir unsuru oluşturuyor.
Jeografik olarak ele aldığımızda Kürdistan’da büyük bir oranda ‘boykot çıktı. Sahil kentleri ve Trakya çok büyük bir oranda ‘hayır’ ve Anadolu ise ‘Evet’ dedi. Bunu jeopolitik olarak analiz ettiğimizde, Kürtlerin boykot kararı ile politik farklılaşmanın en üst boyutunu ortaya koydular. Ulusalcı ve laik olduğunu iddia eden kesimin ana gövdesi ‘hayır’, daha çok İslami Cemaat ağırlıklı kesim ise ‘evet’ olarak yansıdı. Her üç kesimde bulunan ve çok farklı politik eğilimlere sahip bazı ara tabakalar bulunmakla birlikte, kendilerini ciddi bir politik güç olarak ortaya koyamadılar.
Üzerinde durulması gereken önemli konulardan biri de, büyük kentlerin sosyolojik yapısındaki çok yönlü değişimin daha belirginleşmesidir. Bir dönemler devrimci hareketin toplumsal mücadelesinin merkezi olan gecekondu bölgeleri bugün İslamcılığın merkezleri haline geldiler. Devrimci-sosyalist solun bunu çok daha net olarak analiz etmesi gerekir. İşçi sınıfının, işsizlerin, emekçi memurların merkezleri olan büyük anakentlerin, yoksulluğun toplumsal tabanı haline gelen gecekondu kentlerinin neden İslamcı cemaatlerin üsleri haline gelmeye başladıklarının somut analizini, öncelikle ‘devrim kitlelerin eseridir’ diyenlerin yapması gerekir. Gerekli sosyolojik-politik sonuçlar çıkartılmazsa, sosyalist solun geniş halk kitlelerinden kopuşu yeterince anlaşılmaz. Soyut kavramların yerine çok daha somut analizlerin yapılması ve yeni toplumsal örgütlenme modellerini ortaya çıkartmak kaçınılmazdır.
Yoksul kitlelerin buluşma gücü İslam olmaya başladı. Özellikle metropol kentlerdeki sosyal farklılaşma çok daha belirgin olarak ortayı çıktı. Örneğin İstanbul’da Bağcılar, Gaziosmanpaşa, Esenler, Kartal, Tuzla, Pendik, Esenyurt gibi nispeten yoksulların yaşadığı ilçelerin oyları daha çok ‘evet’ olarak yansırken, Bakırköy, Kadıköy, Beşiktaş gibi zengin ilçelerde ise tersine ‘hayır’ olarak yansıdı. Bu durum, bize toplumun sosyolojik yapısındaki değişimi ortaya koyduğu gibi, volan kayışları olan merkezlerin önemli oranda el değiştirdiğini söylemek artık bir zorunluluktur.
Bu nedenle referandum sonuçlarını birkaç noktada ele alabiliriz.
Türkiye’nin toplumsal-politik yapılanmasının İslamcılaştığını ortaya koyan önemli veriler bulunuyor. Son 20 yıldır ciddi bir gelişme içerisinde olan politik İslamcı hareket, daha somut olarak cemaatler, siyasal sürece önemli oranda egemen oldular denebilir. Küresel sermaye ile çok yoğun bir ilişki içinde olan Gülen cemaati, artık devlet ilişkilerini etkileyen ve eline geçiren önemli bir güçtür. Bu nedenle sistemin farklı politik eğilimleri, ‘okyanus ötesine’ selam göndermeyi bir zorunluluk haline getirdiler.
Toplumsal, ekonomik ve politik alanda artan etkisini devlet-iktidar ilişkisinde egemen bir güce dönüştürdü. Referandumda ortaya çıkan politik sonuçla da, sistem içerisindeki ikili iktidar ilişkisi resmileşti. Türkiye’de sistem içerisindeki Kemalist iktidar fiilen son buldu ve devletin politik dengeleri yasal bir statüye kavuştu. İslamcı siyasal sistem, devletin kurumsal yapısını oluşturmaya başladı. Özellikle generallerin politik gücünü kırmada önemli bir mesafe alan İslamcı hareket, yargıya yönelik yapılan değişikliklerin resmileşmesiyle, sistemin kurumsal yapısını bütünlüklü olarak ele geçirme ve iktidar gücünü merkeze oturmada çok önemli bir rol avantaj elde etti.
Kemalist rejimin bir biçimiyle devamlılığını savunan ‘ulusalcı’ cephe esasen bir yenilgi aldı. Bunun stratejik etkisi ise iktidar gücünü çok ciddi oranda kaybetmesi oldu. Yıllardır ayrıcalıklı olan konumunu kaybetti. Bu bir bakıma stratejik bir yenilginin ilk ve en önemli halkasını oluşturuyor.
Politik bakımdan ise birkaç noktaya vurgu yapabiliriz. Öncelikli olarak ulusalcı-faşist çizgide ısrar eden MHP açık bir yenilgi aldı. MHP gücünü önemli oranda kaybederek bir iç krize girebileceği gibi bölünme olasılığı da çok yüksek. MHP’nin güçlü olduğu merkezlerde ‘evet’ çıkması Bahçeli’nin inisiyatifini önemli oranda kırdı. Memleketi Osmaniye’de aynı sonuçla karşılaşması, Bahçeli’ye vurulmuş en önemli manevi darbedir.
Ulusalcı kanadın esas gücünü temsil eden CHP ise kendi politik gücünü koruyacaktır. Bugünkünden daha ileri düzeyde bir sıçrama yapabilir. Burada ön plana çıkan birkaç unsuru sıraladığımızda, Kılıçdaroğlu ile başlayan operasyon, CHP’nin katı statükocu yapısının değişmesinin sinyallerini vermeye başladı. Devletten ve özellikle de CHP’den umudunu kesmiş Alevilerin çok önemli oranda CHP’ye yeniden yönelimlerini sağladı. CHP ilk kez, elit ilişkileri aşarak toplumun alt kesimlerine yöneldi. CHP bakımından diğer en önemli bir nokta da Kürt sorununda oluşturacağı politikalara dair yeni sinyaller vermiş olmasıdır. Bu konuda ortaya koyacağı tutum, CHP’nin politik etki gücünü ortaya çıkaracaktır. CHP, toplumsal değişime kendisini uyarlayarak, yeni politik projeler geliştirebilirse sistem içi dengelerde yeni bir rol üstlenebilir.
PKK ve BDP’nin referandumda boykot çağrısı Kürt illerinde ciddi oranda etkili oldu. Kürtler devletin bütün baskılarına, saldırılarına ve provokasyonlarına rağmen boykot hedefini başarıyla gerçekleştirdiler. Kürt Toplumsal Hareketinin etkisinin olduğu illere baktığımızda alınan sonuçlar küçümsenmeyecek düzeydedir. Ağrı % 44, Ardahan % 23, Batman % 60, Bitlis % 22, Diyarbakır % 65, Hakkâri % 93, Iğdır % 49, Kars % 31, Mardin % 57, Muş % 46, Dersim % 31, Urfa % 30, Siirt % 49, Şırnak % 78, Van % 56 olarak gerçekleşmiş. Kürtler bakımından önemli bir başarı olan bu tablonun birkaç yönde değerlendirilmesi gerekir.
Öncelikle olarak, stratejik bir öneme sahip olan ‘Boykot’ Kürtler bakımından neyi ifade eder. Değişik zamanlarda söylediklerimizi kısaca özetlersek şunları belirtebiliriz.
Kürtler kendi irade beyanlarını ve temsil yetkilerinin kimde olduğunu bir kez daha ve hiçbir yoruma bırakmayacak şekilde tescil etmiş oldular. Kürtler bundan sonra kendi politik gündemlerine göre hareket edeceklerini açıklamı