Anayasa değişikliğine yönelik tasarıyı referandum sürecinde boykot edeceğini açıklayan solun önemli bir kesimi için, tasarlanan anayasa değişikliğinin demokratik ve katılımcı bir tartışma sürecini içermemesi, dolayısıyla oylamanın egemen sınıfların evet ya da hayır biçiminde bir dayatması olduğu değerlendirmesi belki de en önemli gerekçeyi oluşturuyor. Bu durum kendini solun ve emekçilerin kamplaşmada taraf olmaması, burjuvazinin hâkimiyet kavgası […]
Anayasa değişikliğine yönelik tasarıyı referandum sürecinde boykot edeceğini açıklayan solun önemli bir kesimi için, tasarlanan anayasa değişikliğinin demokratik ve katılımcı bir tartışma sürecini içermemesi, dolayısıyla oylamanın egemen sınıfların evet ya da hayır biçiminde bir dayatması olduğu değerlendirmesi belki de en önemli gerekçeyi oluşturuyor. Bu durum kendini solun ve emekçilerin kamplaşmada taraf olmaması, burjuvazinin hâkimiyet kavgası arasına sıkışmaması, ip germe oyununa taraf olmaması vb. biçimlerde ortaya koyuyor. Bununla birlikte boykot taraftarlarının önerilen yeni anayasa paketinin içeriğine dair değerlendirmelerine baktığınızda, paketin içeriğine yönelik önemli karşı çıkışları olduğunu görüyorsunuz. Yani bu anayasa paketi önerisi daha geniş ve demokratik bir tartışma ortamının ürünü olarak ama yine bu içerikte karşımıza çıksaydı, referandumu boykot edeceklerin çoğu açık ki hayır oyu kullanacaklardı. O halde anayasa değişiklik taslağı hazırlık sürecinin demokratik ve katılımcı bir niteliğe sahip olup olmaması ve sonuçta oy kullanmanın bir dayatma olarak ortaya çıkması boykot tercihinde belirleyici görünüyor: Birini ya da ötekini seçmeye zorlanmak. Ya da bu oyuna gelmemek ve boykot.
Öyle düşünüyorum ki, “boykot” edilmesi gereken, solun referanduma ilişkin kanaatinin böylesi bir soru, sorun ve yaklaşımdan hareketle geliştirilmiş olmasıdır. Diğer bir ifadeyle “boykot” edilmesi gereken, var olan sorunun, birini mi yoksa ötekini mi seçmeye yönelik bir zorunluluk üzerinden anlaşılıyor olmasıdır. Sorunun ortaya konma biçimi büyük oranda cevabı da belirliyor ve sorun bu şekilde ortaya konduğunda boykot yanıtı da doğru bir yanıt olarak görünüyor. Peki, soruna farklı bir soru ile yaklaşsak: Referandum bağlamında sol için sorun bizi seçime zorlayan bir dayatmanın varlığı mıdır, yoksa anayasa maddelerindeki değişiklik taleplerinin emekçiler için ne ifade ettiği midir? Bir an için referandumdan evet kararı çıktığını düşünelim. Bu açıkça emekçilerin aleyhine olan maddelerin anayasa düzeyinde ifadesi anlamına gelecektir. Bu grev hakkından, yerindelik denetiminin kaldırılmasına kadar böyledir. Burada sol düşünce veya temsilcilerinin emekçilere “ama bize bir dayatma yapılmıştı, evet desek şöyleydi, hayır desek böyleydi” deme hakkı olacak mıdır? Cevap tabi ki hayırdır. O halde öncelikle karşı çıkılması gereken seçim dayatmasından ziyade emekçilerin haklarını kaybetmesi tehlikesi olmalıdır. Aksi, entelektüel olarak demokrasi, seçim demokrasisi vb. kaygıların emekçi haklarının kaybına galebe çalınması olacaktır. Böylesi bir entelektüel kaygı daha ziyade solun liberal kesimine ait olmalıdır.
Boykot tercihinin nihai olarak arzulanır olan ikinci bir argümanı boykotun üçüncü bir cepheye yol açabileceği ya da bu arayışları destekleyebileceğidir. Her ne kadar sarfedilen %30’luk bir boykot gerçekçi görünmese de daha az gerçekçi olan bu oranın bir bütün olarak üçüncü cephede yer almasıdır. Bu oran gerçekçi olsa anayasa değişikliği muhtemelen boykot etmeye gerek kalmayacak bir içerikte olurdu. Genel olarak bu argümandaki sorun, solun gerçekten ihtiyacı olan üçüncü cephe arayışının boykot ile ilişkilendirilmesidir. Pekala saiklerinde, CHP-MHP çizgisinden kendini ayırabilmiş ve bunu her platformda ifade etmiş bir “Hayır” ortaklığı da mümkündür. Böylelikle emekçilerin anayasa düzeyinde tanımlanacak olan hak kayıplarının da önüne geçilmiş olur. Böylesi bir zemin solun hem kendi içinde hem de emekçilerle ortak hareket arayışında daha doğru bir nokta olacaktır.
Son olarak pakette bulunduğu haliyle pozitif ayrımcılık, çocuk hakları vb. noktaların da aslında sol açısından çok bir şey ifade etmemesi gerektiğinin vurgulanması gerekir. Zira aynı anayasa, egemenliğin kullanılmasının hiçbir zümre ya da sınıfa bırakılamayacağını da yazıyor.
* Dr. Koray Yılmaz
19 Mayıs Üniversitesi İİBF
Praksis Dergisi Yayın Kurulu üyesi