Onca rapora, Türk Tabipleri Birliği’nin ‘Ölümün eşiğinde’ uyarılarına, hâkim medyada yankı bulmasa da yüzlerce eyleme rağmen bürokrasi, Güler Zere için direniyordu. Cumhurbaşkanı Gül “Af yetkimi kullanacağım” dese de dosya bir türlü gelmiyordu. Sonra ne olduysa, Zere ölümün kıyısına iyice yaklaştığında gelmez olan dosya birden geliverdi, kendi deyimiyle “Dışarıda ‘ölme hakkı’ verilerek” tahliye edildi ve birkaç […]
Onca rapora, Türk Tabipleri Birliği’nin ‘Ölümün eşiğinde’ uyarılarına, hâkim medyada yankı bulmasa da yüzlerce eyleme rağmen bürokrasi, Güler Zere için direniyordu. Cumhurbaşkanı Gül “Af yetkimi kullanacağım” dese de dosya bir türlü gelmiyordu. Sonra ne olduysa, Zere ölümün kıyısına iyice yaklaştığında gelmez olan dosya birden geliverdi, kendi deyimiyle “Dışarıda ‘ölme hakkı’ verilerek” tahliye edildi ve birkaç ay sonra öldü.
O günlerde… İstedi mi jet hızıyla af mekanizmasını devreye sokup hiç zaman kaybetmeden affedebilen (Bakınız: Erbakan…) iktidar mekanizmasına… Suçlamalar ne olursa bir olsun mahkûmu cezaevi kapısından bile geçirmeyebilen (Bakınız: Haberal…) yargıya… Dördüncü ya da birinci, güç sıralamasında mutlaka yer kapan ve canı isterse tuttuğunu kopartan medyaya… Ortak bir çağrıda bulunmuştuk: “Bakın; Güler Zere ölüyor. Hesaplar bir yana; hepimiz birleşmiş bir merhamet, herkese eşit mesafede hukuk, asgarisinden de olsa insani duyarlılık etrafında birleşebilirdik. Yapılacak şey çok kolay: İnsanı insan yapan özdeki insafı, duyarlılığı, merhameti, affedebilme erdemini bir kerecik olsun her türlü giydirilmiş öfkenize, hesabınıza, kitabınıza baskın kılacaktınız.”
Olmadı. Güler Zere ölmesi için çıkarıldı ve gereğini yapıp öldü. Devlet, aygıtlarıyla çıkarılabilecek tüm engelleri çıkartıp Zere’yi el birliği ile harcamış, vicdan sınavını bir kez daha kaybetmişti. Yine de kazananı olmayan bu sınavdan bir umut doğabilirdi. Belki Zere’ye reva görülen bürokrasi işkencesi devletin vicdanını yumuşatır, tedavisi için af bekleyen mahkûmlara bir kapı aralanabilirdi.
Erol Zavar da ölüyor
Ama değilmiş. Erol Zavar… Gazeteci. Tutuklu. Kanser. Tutuklanmadan önce de kanserdi. Tutuklandıktan sonra hastalığı iyice azdı. 20’nin üstünde ameliyat geçirdi. Bu arada Eskişehir’den Edirne’ye cezaevinden cezaevine sevkedildi. Dayaklar eşliğinde hastaneden cezaevine, cezaevinden hastaneye taşındı. Tedavi bekleyen kansere, daha hızlı öldürmesi için sağlanabilecek tüm ortamlar sunuludu. Raporlar, aynı Zere’de olduğu gibi “Uygun koşullarda tedavisinin sağlanması için serbest bırakılması” yönündeydi. İnsan haklarının öznesi ayrımsız herkesti ve bu herkes içinde Zavar da en az Erbakan kadar yasalarla verilen haktan yararlanmalıydı. Ama olmadı.
Güler Zere geç de olsa Cumhurbaşkanı Gül’ün affına mazhar oldu ya, ‘Erol Zavar’a Yaşama Hakkı Koordinasyonu’ bir umut-son umut TTB’nin raporunu kaptı, Gül’ün kapısını çaldı. Verilmeyen randevular, Ufuk Uras’ın devreye girmesi ile kerhen görüşme, verilen sözler, sonrasında “Rapor bize ulaşmadı” bahaneleri, raporun tekrar gönderilmesi… Sonuç? Aylardır tek bir adım yok. Devletin kapısı yine duvar, yetkililerin vicdanı canlı bir olgu değil, süründürme yönergesiydi.
Nedir? Azrail’den bir tüyo daha mı bekleniyor harekete geçmek için, “Ölüme az kaldı” diye? Bakın; özellikle söz konusu gazeteciler oldu mu medya yakıp yıkıyor. Mesela Nedim Şener’e dava açılması bile olay oluyor. Şamil Tayyar yazılarına ara verince kıyamet kopuyor. Erol Zavar’ın, başka bir gazetecinin hayatının, sırf ünlü değil diye, Tayyar’ın kalemi ya da Şener’in tedirginliği kadar da mı değeri yok?
Varsa… O zaman neden ses yok? Manken kovalayan muhabirleri ya da köşelerini kendi PR’larına ayıran sözde ahlakçı yazarları geçtim… TGC, Basın Konseyi, Medya Derneği ve pek afili meslek kuruluşları, işinizin adı ne?