Kürt sorununun çözümünde savaşta ısrar eden egemenlerin, yeni reçetesi “Özel Ordu” oldu. Ancak bu savaşın devamından medet umanlar, Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atmaktalar. Çünkü otuz yıllık savaş sürecinde denenmemiş ne kaldı ki? Dünyanın sayılı büyük ordusu, polis gücü, özel kuvvetleri, koruculuk sistemi, istihbaratı, itirafçılarıyla otuz yılda Kürt sorunuyla başa çıkamayan devlet, ‘özel ordu’ kurarak mı başa […]
Kürt sorununun çözümünde savaşta ısrar eden egemenlerin, yeni reçetesi “Özel Ordu” oldu.
Ancak bu savaşın devamından medet umanlar, Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atmaktalar.
Çünkü otuz yıllık savaş sürecinde denenmemiş ne kaldı ki?
Dünyanın sayılı büyük ordusu, polis gücü, özel kuvvetleri, koruculuk sistemi, istihbaratı, itirafçılarıyla otuz yılda Kürt sorunuyla başa çıkamayan devlet, ‘özel ordu’ kurarak mı başa çıkacak?
Demek ki bu güne kadar denen yol ve yöntemle sorun çözülemiyor.
Tüm güçlerini savaşa süren hükümet/ordu şimdi yeni bir şey keşfetmiş gibi (kelle avcıları) olarak da belirtilen, yüksek maaşlı ‘paralı ordu’ oluşturuyor.
Hem de oluşturulan ordunun işsizliğe çare olacağı ifade ediliyor.
Konuya ilişkin Baş müzakereci Egemen Bağış “Hükümetimiz 500 bin kişiyi işe almaya hazır. Profesyonel orduya geçince istihdam problemini bu yolla çözmek çok daha düşük maliyetli” olacak dedi.
Bu konuşma işsiz bırakılmış, ekmeğe muhtaç edilmiş yoksul halk çocuklarının yüksek ücretlerle ölüm makinesi haline getirilip, savaşa sürülmesi anlamına geliyor.
Tabi sermaye çevrelerinin, milletvekillerinin ya da askeri bürokratların çocukları bu savaşta ölmeyecek.
Çünkü onların çocuklarının paraya ihtiyaçları yok.
Olan her zamanki gibi, yoksul halk çocuklarına olacak.
Meselenin bir başka yönü de, orduda başlatılan profesyonelleşme ile önümüzdeki süreçte özelleşmenin militarist alana kayıyor olması ve özel güvenlik şirketlerinin bu alanda faaliyet göstermesine olanak sunulmasıdır.
Zaten günümüzde özel güvenlik şirketleri kamusal alanlara girmiş durumda. Çoğu emekli subay, istihbaratçı ve polis şeflerinden oluşan bu güçler ‘özel güvenlik’ şirketlerinin başında bulunuyorlar.
Özel sektör ve kamu binalarının güvenliğini, bu güvenlik şirketleri sağlıyor.
Fakat kurulacak ‘özel ordu’ halen faaliyette olan özel güvenlik şirketlerinden farklı olarak hem PKK gerillalarına karşı savaştırılacak, hem de uluslararası alanda görev yapma ihtimalleri bulunuyor.
Profesyonelleşme, ordunun (militarist alanın) özelleştirilmesi anlamına geliyor. AKP aldığı bu kararla sermayeye yeni ve karlı bir alan açtığı görülüyor.
Kuşkusuz ordunun profesyonelleşmesi fikri, ithal edilmiş ve ABD kaynaklıdır.
ABD Vietnam’da yaşadığı hezimetten sonra, özel güvenlik şirketleri kurarak ordunun profesyonelleşmesini sağlamıştı.
Zira ABD günümüzde, birçok operasyonu, bu güçle yürütmektedir.
Ne var ki Amerikanın ve sermayenin akıl hocalığı ile meclise getirilecek olan’özel ordu’ yasasının ne anlama geldiğini Kürt halkı çok iyi biliyor
Geçmişte İtirafçılar, Korucular, JİTEM ve özel kuvvetlerin bölgede kirli savaşı nasıl yürüttükleri hafızalarda tazeliğini koruyor.
Binlerce faili meçhul cinayet, yıkılan bir coğrafya, işsiz kitleler, yetim çocuklar bu savaşın dramatik sonucudur.
Hükümet özel savaş güçlerinin hukuksuzluklarını açığa çıkarmak yerine, yeni ‘paramiliter’ güçler oluşturuyor.
Doksanlardan sonra politik kimliklerinden ve sendikal faaliyetlerinden ötürü bölgede 17 bin insan meçhullere gönderildi.
Ölenlerden sadece 125’i kamu emekçisiydi.
Hala binlerce aile çocuklarının mezarlarını aramakta…
Hala analar adalet bekliyor.
Kısaca AKP’nin ‘özel ordu’ fikri savaşta ısrardır.
Oysa savaş; yoksulluk, yoksunluktur.
Savaş; yıkımdır, gözyaşıdır.
O zaman yapılması gereken ‘ateşe benzin atmak değil’ ‘ateşi söndürmektir’.
Demokrasiye kapı aralamaktır. Barışa fırsat tanımaktır.
Çözüm, ‘Özel hudut birlikleri’ kurmak değildir.
Çözüm; kan ve gözyaşının önüne geçip, kaynakları toplumsal refaha yatırılmasıdır.
400 milyar doları bu güne kadar savaşa yatıran Türkiye, pekâlâ savaşa yatırdığı kaynakları eğitim, sağlık ve yoksulluğun önlenmesine harcayabilir.
Ancak bu sorunun çözümünde en büyük görev, savaş politikalarına sessiz duran emek örgütlerine düşüyor.
Zira emek örgütleri askeri harcamaların kısılması emekçilere ve halka bütçe taleplerini daha gür sesle haykırmalı, militarist politikalara izin vermemelidir.