Çok az sayıda yönetenin milyardan fazla yönetileni kendileri yararına düşündürmesinin bir formülü olmalı. Milyardan fazla beyin, yirmi bin beyin tarafından “az sorunla” yönetilebiliyorsa bunun tanrısal bir güçle yapılıyor olması gerekir (Yirmi bin, bir milyarın 50.000’de (elli bin) 1’idir). Yani sadeleştiğinde 50.000 kişiye 1 kişi. Nasıl oluyor da milyardan fazla insan yaşamın ancak böyle sürebileceğinden adlarından […]
Çok az sayıda yönetenin milyardan fazla yönetileni kendileri yararına düşündürmesinin bir formülü olmalı. Milyardan fazla beyin, yirmi bin beyin tarafından “az sorunla” yönetilebiliyorsa bunun tanrısal bir güçle yapılıyor olması gerekir (Yirmi bin, bir milyarın 50.000’de (elli bin) 1’idir). Yani sadeleştiğinde 50.000 kişiye 1 kişi. Nasıl oluyor da milyardan fazla insan yaşamın ancak böyle sürebileceğinden adlarından emin oldukları kadar eminler. Tanrının varlığı hakkında “bile” zaman zaman sorgulamaları olan insana bu tanrısal gücü sorgulatmayan nedir? Tanrıyı sorgulayan beyin yaşama gelince nasıl durur, gözleri bağlayan, kulakları kapatan, vicdanları susturan nedir? Şeytanın gör dediğini neden göremeyiz.
Şeytanı bu konuda başarısız kılan onun çok sayıda ve daha şeytani rakipleri olmasıdır. Şeytan bizi zayıf bir anımızda “günaha” sokmak için beklerken ve bunun için bizi izlerken diğer şeytanlar bunu yapmaz, yani bizi izlemelerine gerek yoktur, çünkü biz onları izleriz, biz sürekli diğer şeytanları izlerken bizim şeytanın pek şansı yoktur. Şeytana bile pabucunu ters giydirecek bir izleme güdümüz var bizim, bu güdü sayesinde güdülen genel izleyicileriz biz.
İzlemenin ne zararı var diyebilirsiniz. İzlemekten başka bir zarar yok ki, tüm sorun izlemekten kaynaklanıyor. Otistik çocuğun çamaşır makinesi izlemesi gibi, çocuğun ilgisini çektiği halde çocuğa zararlıdır, milyardan fazla insanın ise başka bir beyaz eşyayı aynı otistikmiş gibi izleyip durmasını varın siz düşünün.
Otistik çocuk diğer insanlara karşı ilgisizdir, bu ilgisizliğe bağlı olarak dil kullanma ihtiyacı azdır ve dil gelişimi zayıftır, dönen objelere ilgi duyar, araba tekerleği, tencere kapağı, topaç, çamaşır makinesi gibi. Çocuğun dil gelişimini ve sosyal ilişki geliştirmesini sağlamak için onu çamaşır makinesinin başından kaldırmak gerekir, eğer rızasıyla onu oradan kaldırmazsanız giderek orada geçirdiği süre artar ve ömür boyu çamaşır makinesini izleyebilir, kapatırsanız da saldırganlaşır.
Çocuğun tedaviye ihtiyacı var. Biz yetişkin otistiklere, bizim beyaz eşyayla olan ilişkimize dönelim. Bizim durumumuz daha vahimdir. Bizim beyaz eşya çok daha tehlikeli ve öldürücüdür, evet abartmıyorum bizimki ölüme götürür. Derya içinde olup da deryadan habersiz bir balık gibi götürür, çünkü bizim beyaz eşyanın içindekileri döndürüp duranlar büyük şeytani balıklardır, oltanın ucuna taktıkları ise sadece solucan.
Bakın bu solucanla ne yapılır, ölüme götürür dedik ya, başlıca görevlerinden biri ölünceye dek ölümle korkutmaktır. Birkaç küçük balık mı ölmüş, onu bağırta bağırta söyler, acıklandırır, hikayelendirir. Daha küçük, küçücük bi balık mı ölmüş, veryansın eder deryaya sanki umurundaymış gibi ve aynı küçük balığı kendisi yediği halde… Çok sayıda balık bir anda mı ölmüş, felaket, aman tanrım, ölüm var bu deryada, her an ölebiliriz, öyleyse şükredelim hep beraber ölürüz sonra! Çok sayıda küçük ve büyük balığı bir anda kendisi yediği halde.
Bazen ölümün dozu yükseltilir. Bir tane bile ölüm daha genel, yaygın ve aynı zamanda asılsız tehlike alarmlarıyla bağırtılır, daha çok korkutma, daha çok şükür, daha sok sessizlik; bkz balık gribi, bkz balık kenesi… Ölümle korkutmak bizim beyaz eşyanın temel görevidir ki, bi kez daha söylüyorum, ölümle kasten korkutur, yaşamdan fazla bir şey beklenilmesin ve eldeki yosunlarla yetinilsin diye.
Otistik çocuk çamaşır makinesi izlerken nasıl kendisine zararlı olduğunu bilmezse, biz de bağırtılarak verilen ve cenaze törenlerine gitmeyeceğimiz ölüm haberleri izlerken bize ne verilmeye çalışıldığını pek anlamayabiliriz.
Oltaya balık gelmesi için sadece solucan takılmaz, küçük balık takılır, ekmek takılır, böcek takılır. Oltaya ne takılırsa takılsın deryanın tamamındaki envayi çeşit besini göstermemek içindir. Deryanın tamamında herkese yetecek kadar ve balığın balığı yemesine gerek kalmayacak kadar çok ve çeşitli besin olduğu halde sazan gibi oltaya atlamamızın sebebi biraz hafızamızdan, biraz da deryanın herkese yeteceğini bilmemekten kaynaklansa gerek.
Bunu bildirmeyen ne? Ölüyor derya, bitiyor derya, kuruduk, tepemiz delindi, kıtlık var, çekirgeler de geliyor, çok balık var, birazının ölmesi lazım, az yosunla idare edelim diyen kim? Ve bütün bunları derken deryayı yağmaladığını, savaşlar çıkardığını, büyük küçük demeden cümle balığı kendisinin katlettiğini gizleyen kim?
Deryadaki envayi çeşit besinin ve güzelliğin az sayıda şeytan balık tarafından; diğerlerinin ölmesi pahasına yağmalanmasını tanrının emriymiş gibi bize gösterip duran ne?
Bütün ülkelerdeki büyük balıklar, bütün ülkelerdeki küçük balıkların üzerlerine işerken bunun yağmur olduğunu bize yutturmak için bütün ülkelerde aralıksız yayın yapan ne? Ve en önemlisi bunu alt etmenin yolu ne?
Oltanın ucundaki yemler değişse de balık yeme gidiyor, oltayı tutan kendinden emin çünkü balık onu seviyor. Hem yemi seviyor balık, hem oltayı tutanı seviyor. Oltayı tutanda bir kabahat görmüyor, çünkü beyaz eşyası ona dair bir şey söylemiyor, o halde balığı beyaz eşyanın başından kaldırmak gerekiyor. Beyaz eşyanın başından kalksın ki başka besinler aramaya gitsin, beyaz eşyanın başından kalksın ki saldırganlaşsın, alıştığı “rahatından” uzaklaştırıldığı için saldıracak bir muhatap arasın, beyaz eşyanın başından kalkan diğer balıklarla daha çok görüşsün, konuşsun, dili gelişsin, beyni gelişsin, hafızası gelişsin.
Kendini akıllı zanneden biz az sayıda iyi balığın yapması gereken de şeytani balıkların en büyük ve en önemli eşyalarını işlevsiz kılmayı balık gündemimizin merkezine almaktır. Yemleri anlatıp durmak yerine doğrudan oltayı tutanı ve onun beyaz camını daha çok sürekli ve aralıksız anlatmaktır. Otistik çocukla anne ve babası ilgilenebilir eğer kendileri beyaz eşya başında değillerse ki öyle olma ihtimalleri var, otistik balıkları ise beyaz eşyanın başından sadece biz kaldırabiliriz, kendimiz beyaz eşyanın başında değilsek tabii…
* Nazım Yılancı: Büro Emekçileri Sendikası üyesi, Beyşehir / Konya