Salih Kapusuz, “devletin devamlılığı esastır”, “kurallar gereği 4-C’den başka bir yol görmüyoruz,” “hak aramanın yolları zararlı hale gelmiştir,” derken, Tekel işçileri; 1. Dünya Savaşı yıllarında Cibali Tütün Fabrikası’nda patlayan grevin, emperyalist işgal karşıtı direnişe dönüştüğünün tarihsel hafızasıyla “Tekel vatandır, satılamaz” sloganları atmışlardır. Bazı kitapların açılış ve kapanış cümleleri içeriğindeki tüm zenginlik entelektüel ufkuna rağmen öne […]
Salih Kapusuz, “devletin devamlılığı esastır”, “kurallar gereği 4-C’den başka bir yol görmüyoruz,” “hak aramanın yolları zararlı hale gelmiştir,” derken, Tekel işçileri; 1. Dünya Savaşı yıllarında Cibali Tütün Fabrikası’nda patlayan grevin, emperyalist işgal karşıtı direnişe dönüştüğünün tarihsel hafızasıyla “Tekel vatandır, satılamaz” sloganları atmışlardır.
Bazı kitapların açılış ve kapanış cümleleri içeriğindeki tüm zenginlik entelektüel ufkuna rağmen öne çıkar. Bunun en iyi örneği “Komünist Manifesto”dur. Komünist Manifesto’nun açılış cümlesi; “Avrupa’da bir heyula kol geziyor-komünizm heyulası”, kapanış cümlesi de; “Bütün ülkelerin işçileri birleşin!”dir.
“Üretimin sürekli olarak devrimcileşmesi, bütün toplumsal koşulların habire bozulup dağılması, sürüp giden belirsizlik ve hareketlilik, burjuva dönemi önceki bütün dönemlerden ayırt edilen özelliktir. Sabit ve donmuş bütün ilişkiler, kadim ve saygın önyargılar ve görüşler hep süpürülüp gidiyor, yeni oluşanlar ise yerleşik kazanmadan eskiyor. Katı olan her şey buharlaşıyor ve kutsal sayılan ne varsa değerini yitiriyor.” Bu Manifestodan alınan bir ifade. 1848 yılında burjuvaziye yüklenen maddi üretim alanında sergilediği devrimcilik, üst yapı alanında dönüştürücülük anlamıdır. Günümüzde ise burjuvazinin hem maddi üretim alanında hem de üst yapı alanları olarak tanımlanan ideolojide, kültürde, siyasette iyice gericileştiği ortaya çıkmıştır. Tarihin sonunu ilan edip, neoliberal saldırı politikalarını başlatmışlardır. İki kutuplu dünya ve Avrupa merkezli sınıf mücadelesi geleneğinin kazanımları özellikle Sovyet deneyiminin çöküşü sonrası modernizmin bedevisi olan ezilen sınıftan birer birer geri alınmaya başlanmıştır. Bu saldırının planlayıcı ve uygulayıcıları olan modern devletin yürütme erkinin, tüm burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden öte bir şey olmadığı daha da belirginleşmiştir.
Türkiye’de hem emperyalist merkezlerden hem de kendi burjuvazilerinden aldıkları direktifleri uygulamak durumunda olan bu komitenin işi biraz daha zordur. 24 Ocak süreci ile başlayan yeni emperyal saldırının dayandığı yer, TEKEL direnişi olmuştur. Türkiye kapitalizminin ortak işlerini yöneten komitenin üyesi AKP başkan yardımcısı Salih Kapusuz, “devletin devamlılığı esastır”, “kurallar gereği 4-C’den başka bir yol görmüyoruz,” “hak aramanın yolları zararlı hale gelmiştir,” derken, Tekel işçileri; 1. Dünya Savaşı yıllarında Cibali Tütün Fabrikası’nda patlayan grevin, emperyalist işgal karşıtı direnişe dönüştüğünün tarihsel hafızasıyla “Tekel vatandır, satılamaz” sloganları atmışlardır. Örgütsüzleştirdikleri, sendikasızlaştırdıkları ve korku toplumu haline getirdikleri ülkede uygulamaya koydukları talan politikalarının geldiği yer 4-C uygulaması ile güvencesiz-düşük ücretli istihdam politikaları olmuştur. Sosyal devletin tasfiyesi, temel hizmet alanlarının (eğitim, sağlık, ulaşım, barınma) piyasalaştırılması, özelleştirme, taşeronlaştırma ile at başı giden bu süreçte saldırı sadece Tekel işçilerine değil tüm sınıfadır.
12 Eylül yenilgisinden sonra 1989 işçi baharı, 90-94 kamu çalışanları hareketi karşısında eline geçen fırsatları iyi okuyamayan Türkiye sosyalist hareketi, Tekel direnişinden gerekli dersi çıkarmalıdır.
Sınıf hareketi bir kez daha göstermiştir ki;
Türkiye’de tartışılacak şey solcuların birliği değil, işçilerin birliğidir. Aralarındaki siyasal, ideolojik, inançsal, etnik farklılıklara rağmen bu birliğin nerede ve hangi koşullarda sağlandığını Tekel direnişi bir kez daha göstermiştir.
Kendinde bilincin, kendisi için bilince dönüşüm yeri sokak ve mücadeledir. Kendisi ve üye yapısı sağcı olan Tek Gıda-İş üyesi işçiler, Türk-İş başkanını kürsüden indirip, kürsüyü işgal ederek, genel grev çağrısı yapmışlardır.
Bugüne kadar, sınıf hareketinde “öncü” mücadelelere konu olan güvencesiz istihdamla mücadele, tüm sınıfı kapsayacak “cephe çizgisine” çekilmelidir. Özelleştirme, taşeronlaştırma, güvencesiz çalıştırma yanında, temel hizmet alanlarının piyasalaştırılması sonucu ortaya çıkan eğitim, sağlık, ulaşım ve barınma hakkı gibi genel “haklar” mücadeleleri sınıfı doğrudan kesen mücadeleler olarak örgütlenmelidir. Bu sınıfın birliğinin sağlanacağı yeni “cephe çizgisidir”.
Türkiye’de bir heyula kol geziyor-AKP heyulası.
Ülkenin bütün işçileri birleşin!