2010 yılı asgari ücret cephesinde yeni bir şey yok. Hukuki yükümlülükler yerine gelsin, dostlar istişarede görsün diye “sosyal taraflar” bir araya geldi. Daha görüşmeler başlamadan, işçi temsilcileri çekildiklerini açıkladılar. Bildik senaryo bir kez daha sahnelendi ve ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamayan bir asgari ücret belirlendi. Dünyada 68 ülke, Türkiye’de olduğu gibi ulusal veya eyalet/bölge düzeyinde […]
2010 yılı asgari ücret cephesinde yeni bir şey yok. Hukuki yükümlülükler yerine gelsin, dostlar istişarede görsün diye “sosyal taraflar” bir araya geldi. Daha görüşmeler başlamadan, işçi temsilcileri çekildiklerini açıkladılar. Bildik senaryo bir kez daha sahnelendi ve ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamayan bir asgari ücret belirlendi.
Dünyada 68 ülke, Türkiye’de olduğu gibi ulusal veya eyalet/bölge düzeyinde geçerli asgari ücreti üçlü bir komisyonla belirliyor. Devletin bir şekilde görüşmelere dâhil olduğu bu yöntem, asgari ücret uygulamasına sahip ülkelerin yüzde 67’since benimsenmiş. Başka ülkelerde de komisyon gerçek muhataplarla ilgisi bu derece müphem taraflardan mı oluşuyor, bilemiyoruz. Ancak Türkiye’deki işleyiş, toplumsal hayatın her köşesine sirayet etmiş alaturka demokrasimizin mikro bir örneği niteliğinde.
Anayasa, İş Kanunu ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) ilgili sözleşmelerinin temel oluşturduğu Asgari Ücret Yönetmeliği en az iki yılda bir toplanmak zorunluluğu olan komisyonun üç tarafını belirlemiş:
İşçi kesimi, üye sayısı en fazla olan sendikadan 5 temsilciyle komisyona katılıyor. Bu sendika mevcut durumda TÜRK-İŞ. Ancak, TÜRK-İŞ’te örgütlü olanlar asgari ücretin üzerinde maaş alan ve genel olarak emek-yoğun iş kollarında çalışmayan görece kalifiye işçiler. Asgari ücretin, diğer ücretler için bir referans oluşturduğunu kabul etsek de TÜRK-İŞ doğrudan asgari ücretlilerin temsilcisi değil.
İşveren temsilcileri de benzer şekilde belirleniyor. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’na (TİSK) mensup 5 üye komisyona, başka bir ifadeyle sonucu baştan belli olan en kapsamlı toplu sözleşmeye katılma hakkına sahip. Daha çok büyük sermaye sahiplerinden müteşekkil TİSK heyeti, asgari ücretin daha yaygın olduğu küçük ve orta ölçekli işletme patronlarının temsilini üstleniyor.
İki farklı sınıfın temsilcilerinin ya da sınıf alerjisi olanların tabiriyle sosyal tarafların uzlaşı sağlayamayacakları aşikâr. İşte bu noktada devreye 5 pivot temsilciyle devlet giriyor. İşçi-işveren arasındaki karşıtlık, sermaye-devlet kardeşliğini pekiştiriyor. Sözüm ona tarafsız konumdaki devlet, kendi istatistik kurumunun hesaplarını hiçe saymak pahasına, hemen her yıl patronların belirlediği ve TÜİK’in önerdiği rakamın altındaki ücret düzeyini tarafsız oyuyla “seçiyor”. Bize de bu demokrasiye ve sefalet ücretine şükretmek düşüyor.
Asgari ücrette sektörel ayrımın kalktığı 1989’dan beri komisyon 24 kez toplandı. Bunlardan 14 tanesinde işveren ve devletin uzlaşmasıyla asgari ücret belirlendi; işçi kesimi muhalefet şerhi koydurdu. Sadece 4 tanesinde (genelde seçim öncesine denk gelen görüşmelerde) devlet işçilerden yana tavır koydu. 4 kez oybirliği sağlandı. Son iki yıldaki görüşmelerse TÜRK-İŞ tarafından protesto edildi. Diğer sendikalar, hukukçular, meslek odaları gibi çeşitli örgütlerden gelen çağrıların da etkisiyle TÜRK-İŞ yönetimi kendisine biçilen demokratik figüranlık rolünü reddetti.
Rakamlar açıkça ortada. Asgari ücreti kimin belirlediği de. Bu pazarlıkta emekçilere, bilimsel verilere yer yok. Vitrin demokrasisiyse insanca bir ücret için yeterli olmaktan çok uzakta.
* Paris Nord Üniversitesi, Doktora