“Burjuvalar için şayet özgürlük sömürmekse, emekçiler için de sömürülmemektir. (…) Beş parmağın bir olmadığı (…) iddialarına gelince… Ortada bir defa beş parmak yoktur. Sadece iki parmak vardır. Bu parmaklardan biri burjuva sınıfı, öteki proletarya yani emekçi sınıfıdır. Bütün değerleri emekçi sınıfı yarattığı halde, neden burjuva sınıfı uzun parmak olmaktadır? Asıl cevap verilecek soru budur. Ama […]
“Burjuvalar için şayet özgürlük sömürmekse, emekçiler için de sömürülmemektir. (…) Beş parmağın bir olmadığı (…) iddialarına gelince… Ortada bir defa beş parmak yoktur. Sadece iki parmak vardır. Bu parmaklardan biri burjuva sınıfı, öteki proletarya yani emekçi sınıfıdır. Bütün değerleri emekçi sınıfı yarattığı halde, neden burjuva sınıfı uzun parmak olmaktadır? Asıl cevap verilecek soru budur. Ama burjuvalar sınıf ayrımını gözlerden sakladıkları için emekçileri sınıf olarak değil, kişi olarak tek tek düşünmeye itmişlerdir.”
Bu yazıda birbiri ile ilintili iki konu bir araya getirilmeye çalışılacak. Bunlardan biri, Sendika.Org’da Metin Özuğurlu tarafından “İbrahim Yaldız neden ağladı?” başlığı ile yazı konusu edilen, bir işten atılma olayına ilişkin Çetin Altan’ın yorumu, diğeri ise buradan hareketle konunun bilimsel düzlemde üretilme durumu.
Metin Özuğurlu, “Çetin Altan’ın gerçekliği içinde İbrahim Yaldız’a zaten yer yoktur” demiş. Bugün için doğru. Şöyle ki, 1967 tarihli “Onlar Uyanırken, Türk sosyalistlerinin el kitabı”* adlı kitabın 16’ncı sayfasından aktarılan yukarıdaki cümleler, Çetin Altan’ın kaleminden çıkma. Altan’ın düşünceleri değişmiş olabilir. Burada, kültürel etmenleri fazla öne çıkarttığı görüşünde olmakla birlikte bir kısmına da katıldığım düşünceleri ile ilgili eleştirel bir değerlendirme yapmaya çalışılmayacak. Ancak Altan’ın röportajında dikkat çeken bir nokta, görüşlerini “bilimsel” bir zeminde ifade ettiği düşüncesi yaratması… Bu noktanın bendeki çağrışımları ise şunlar oldu:
Emeğin dışlandığı iki alan: Medya ve akademi
Emek ve emekçiler, küreselleşme sürecinde, siyaset ve ekonomik karar alma mekanizmalarının yanı sıra, başlıca iki alandan da dışlandı: Medya ve akademi. Elbette, bu iki alandaki emek süreçlerinde değerin başlıca yaratıcısı emekçilerdi. Ancak değerin başlıca yaratıcısı olmaları, bu alanların gündeminde kalmalarına maalesef yetmedi.** Kullanım değeri olmayan hiçbir mal, nasıl ki değiştirilemez ise ya da değişim değerine sahip olan bir malın, her şeyden önce bir kullanım değerine sahip olması gerekirse, bu durum medya ve akademi için de geçerlidir. Sayılan bu iki alanda, “emek” üst başlığı altında üretim verenler de dışlanmış ve hatta uzaklaştırılmıştır.
Bunun somut çıktısını medyada, 1980’ler, hatta 1990’lara kadar istihdam edilen çalışma hayatı muhabirlerinin, emek ve emekçi haberlerine yer verilmemesi ile birlikte artık istihdam edilmez oluşları ile görürüz. Kimi istisnalar dışında eğilim bu yöndedir. Akademi de bundan bağımsız değildir: Emek ve emekçilerin sorunlarını en dolaysız biçimde gündemlerine alıp tartışabilme kapasite ve olanağına sahip olan Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri (ÇEEİ) bölümlerinin de “kendilerine özgü bağımsız bir konu ve çalışma” alanları olmadığı ileri sürülerek kapatılmaları, gerek bölümlerin bağlı bulunduğu fakülte ve üniversitelerde gerekse YÖK düzeyinde tartışılmıştır. Bununla birlikte ÇEEİ bölümlerinin İnsan Kaynakları Yönetimi adı altında yeniden yapılandırılması da gündeme gelmiş ve hatta kimi bölümler bu başlıkta ana bilim dalları oluşturmuştur (Makal, 2008: 21, 27-28).
İnsan kaynakları ve yükselen değerler
Bu durumu, alanda yazılan yüksek lisans ve doktora tez konularına bakarak da görmek mümkündür. Yıllar içerisinde, ÇEEİ bölümlerinin artmasına paralel olarak, alanda yazılan tez sayılarında da bir artış olmuştur. Ancak bu yanıltıcı olmamalıdır. Bu aşamada dikkat edilmesi gereken iki önemli nokta ortaya çıkmaktadır: 1. ÇEEİ bölümlerinin sayısındaki artış, piyasa dinamiklerinden bağımsız değildir. Disiplinlerarası bir alan olan ÇEEİ bölümleri, piyasada farklı alanlarda, çok amaçlı olarak çalışabilecek işgücü de yetiştirmektedir. 2. Yazılan tezlerin konularına bakıldığında, paradigma değişimi net bir biçimde görülmektedir: “İnsan kaynakları” başlığı altında özellikle yüksek lisans düzeyinde yazılan tezlerin sayısı giderek artmakta, bölümlerin geleneksel ilgi alanları arasında yer alan sosyal politika, işçi sağlığı ve iş güvenliği, sendikacılık, sosyal güvenlik, toplu sözleşme, emek tarihi, vb. konulara yönelik yazılan tezlerin sayısında özellikle 2000’li yıllarda belirgin bir düşüş gözlenmektedir (Yorgun, 2009: 45-61).
Bu, akademinin genelindeki bir eğilimi yansıtması açısından da önemlidir. Emek ve emek çalışmalarına yönelik geleneksel ilgi alanları, akademinin artan piyasa belirlenimli özelliğinin açık etkisine maruz kalmaktadır. Bu aynı zamanda “İbrahim Yaldız’ın neden ağladığının” silikleştirilmesi ile bölümün geleneksel ilgi alanlarından uzaklaşması arasındaki bağa da işaret ediyor. Bunun böyle olması, ayağını “emek çalışmaları” zeminine basmakla birlikte, farklı bir kanaldan gelişen ve hatta giderek güçlenme eğiliminde olan başka bir damar ve dinamiğin olmadığı anlamına da gelmemelidir.
İbrahim Yaldız’ın neden ağladığını netleştirmek…
Şöyle ki, emek çalışmaları olarak adlandırılabilecek bir alana ilginin giderek arttığı gözlenmektedir. Bunun açık göstergelerinden biri, Ankara’da iki yılda bir düzenlenen Ulusal Sosyal Bilimler Kongreleridir. Geçtiğimiz ay 11’incisi gerçekleştirilen Kongre, işçi sınıfının nesnel konumuna yönelik ya da başka bir ifade ile “İbrahim Yaldız’ın neden ağladığı” ile ilgili olarak ufuk açıcı, yol gösterici bilimsel çalışmaların da buluşma yeri oldu. Kongre ile özellikle emek çalışmalarına ilgi duyan ve bu alanda nitelikli üretimlerde bulunan genç bir sosyal bilimci kuşağın yetişmekte olduğu bir kez daha görülmüş oldu.
Bu, ÇEEİ bölümlerinin ve aynı zamanda sosyal bilimlerin başka alanlarının da tümüyle olmasa da emek perspektifi ile yeniden düşünülebileceğinin bir işareti olarak da okunabilir. Sosyal bilimler alanına müdahalenin somut çıktılarının yansıtılması, “İbrahim Yaldız’ın neden ağladığının” toplum nezdinde daha net anlaşılması ve mücadele perspektifi açısından da önemli. Böylelikle kim bilir, belki de Çetin Altan’ın yorumları 40 yıl öncesine yaklaşmasa da daha temkinli olacaktır.
Emeği akademi ile buluşturmak
Denklemi siyaset çözecek. Ancak yapılması gerekenlerden biri de şu olabilir: “İbrahim Yaldız’ın neden ağladığını” daha fazla akademinin gündemi yapmak, akademinin de daha fazla İbrahim Yaldız’ın yanında olmasını sağlamak. Çetin Altan kongredeki kimi tebliğleri dinleme fırsatı bulsa idi, “İbrahim Yaldız’ın neden ağladığı” konusuna yine bu pencereden mi bakardı bilinmez; ancak sorun Çetin Altan’dan önce, yapılan birbirinden değerli üretimler ve bunların sahipleri ile İbrahim Yaldızları daha fazla buluşturmak.
Kaynaklar
1. Altan, Ç. (1967) Onlar Uyanırken, Türk sosyalistlerinin el kitabı, Ararat Yayınevi, İstanbul
2. “HOLLANDA’DA DOĞSAYDI AĞLAMAYACAKTI”,
http://cadde.milliyet.com.tr/2010/01/08/HaberDetay/1183168/HOLLANDA_DA_DOGSAYDI_AGLAMAYACAKTI
3. Makal, A., (2008) “Çeyrek Yüzyılın İçinden Kendimize Bakmak: Kuruluşlarının 25. Yılında Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Çalışma İlişkileri Kongresi, Türk-İş, Ankara
4. Özuğurlu, M. (2009) İbrahim Yaldız neden ağladı?,
http://www.sendika.org/y
azi.php?yazi_no=28750
5. Yorgun, S., (2009) “Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümleri’nde Tez Konuları ve Paradigma Değişiklikleri”, Çalışma ve Toplum, Sayı: 20, İstanbul
* Bu noktada belirtmekte fayda var; anılan kitabın son derece değerli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Kitap, iki bölümden oluşuyor: İlk bölümde Altan’ın bir yazısı, ikinci bölümde ise kendisine memleketin farklı yerlerinden gönderilen emekçi mektupları yer alıyor. Bundan yaklaşık 40 yıl önce solun kitleselleşmeye başladığı bir dönemde, bu toprakların insanını tanımak için bulunmaz bir kaynak. Okumayanlar için, bulup buluşturup mutlaka okumalarını tavsiye ediyorum.
** İşten çıkartılan İbrahim Yaldız isimli emekçinin Milliyet Gazetesi’nde yer alma biçimi, bu kesimin medyadan dışlandığı gerçeğini değiştirmez; aksine bu düşünceyi tamamlar. Haberin durumu dramatize etmesi bir kenara, bir emekçinin işsiz kalmasındaki haber değerini ağlamasına bağlayan bir yaklaşım, emeği sadece medyadan değil, aynı zamanda zihninden de tamamen silmiştir.