Türkiye büyük bir siyasi krizin eşiğinden dönmüşe benziyor. Umarız, krize ihtiyacı olanlar, Ergenekonu iç savaş cambazlığı ile kurtarmak isteyenler, kendi tabanındaki Açılım karşıtlığından panikleyenler bu kriz eşiğini bir kere daha aşmaya kalkışmazlar. Yeni bir durum ortaya çıkmıştır: Bu netleşme durumudur. Ezop diliyle konuşma durumu sona ermiştir. Ezop diliyle konuşma durumuna, Kandil’den ve Maxmur’dan gelenlerden sonra […]
Türkiye büyük bir siyasi krizin eşiğinden dönmüşe benziyor.
Umarız, krize ihtiyacı olanlar, Ergenekonu iç savaş cambazlığı ile kurtarmak isteyenler, kendi tabanındaki Açılım karşıtlığından panikleyenler bu kriz eşiğini bir kere daha aşmaya kalkışmazlar.
Yeni bir durum ortaya çıkmıştır: Bu netleşme durumudur.
Ezop diliyle konuşma durumu sona ermiştir.
Ezop diliyle konuşma durumuna, Kandil’den ve Maxmur’dan gelenlerden sonra kapatılan DTP’nin Eşbaşkanı da ‘dönüş’ün Öcalan’ın çağrısıyla gerçekleştiğini açıklayarak son vermiştir.
Siz medyanın ‘talimat’ hakkındaki şaşkın açıklamalarına aldırmayın. Benim de katıldığım bir basın toplantısında bundan bir kaç yıl önce, 3.5 milyon imzayla yapılan ‘Öcalan irademdir’ açıklamasının ilan ettiği gerçeklikle yüzyüzeyiz.
Şimdi netleşme Meclistedir.
Daha şimdiden medyada bu netleşmenin ilk sonuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Örneğin AKP’ye yakın Yeni Şafak gazetesi başyazarı Fehmi Koru dünkü yazısında şöyle dedi:
‘Şu andan itibaren en önemli soru şu: ‘Ak Parti bundan böyle ne yapmalı?’ Birkaç gün içinde yaşananlar, Ak Parti’ye, dans etmek için bile en az iki kişiye ihtiyaç olduğunu hatırlatmış olmalı. Sadece BDP değil, Meclis’teki diğer partiler de siyasi hayatın sağlıklı işlemesi için gerekli. Partiler arasında konulara yaklaşımda farklılıklar bulunabilir, farklılıkları ortadan kaldırmak için iktidar partisine düşen kapsamlı bir ikna faaliyeti göstermektir.’
Bunun anlamı genel olarak ‘Kürtsüz Açılım’ siyasetinin iflasının ilanı, özel olarak da ‘Öcalansız Açılım’ın imkansız oluşunun kabulüdür.
Bu büyük bir mesafedir. İşte asıl Açılım budur. Bu anlayışın yayılması ve geniş Türk kamuoyunda kabul görmesi zorunlu bütün reformların yapılması için biricik elverişli ortamı yaratmak olacaktır.
Eğer DTP’li vekiller, aldıkları kararı İmralı çağrısı sonucunda değil de, iyi niyetli kimi aydın çağrıları sonucunda geri alsaydılar, bu, bilinmeli ki, AKP içindeki egemen kesimin yaktığı yeşil ışıkla Anayasa Mahkemesi’nin aldığı karar karşısında büyük bir gerileme olacaktı. Mücadelesiz bir şekilde kapatma kararına boyun eğmek anlamına gelecekti.
Ahmet Türk’ün, elbette Kürtlerle dayanışma amacından kuşku duyulamayacak olan Barış Meclisi gibi inisiyatiflerin, -DTK Eşbaşkanı Yüksel Genç’in ‘Türkiye’nin yüz akı’ dediği aydınların, akademisyenlerin v.s. çağrılarına da değinirken, asıl belirleyici olanın İmralı çağrısı olduğunu açıklaması, Anayasa Mahkemesi kararına indirilmiş en ağır darbedir.
Tıpkı Habur Kapısı’nda olduğu gibi inisiyatifin devletin elinden Kürt özgürlük hareketinin eline geçtiği büyük bir demokratik hamleyle karşı karşıyayız.
Nasıl ki, Kandil’den ve Maxmur’dan gelenlerin ‘devlet projesi’ bağlamında ‘teslim olmak ve etkin pişmanlıktan yararlanmak’ için Türkiye’ye ‘dönüş’ yaptıkları iddiası, yüzbinlerin devrimci sevinciyle ve ‘dönüş’ yapanların bu eylemi İmralı çağrısıyla yaptıklarını açıklamalarıyla çökmüşse; DTP’li vekilleri, ‘PKK’ye rağmen’ Meclise ‘dönmeye’ zorlama taktiği de, Ahmet Türk’ün açıklaması sonucunda çökmüştür.
Kim ne derse desin, ne kadar ‘talimat’tan söz ederse etsin, her iki ‘dönüş’de netleşme sürecini derinleştirmiştir.
Bu ‘dönüşler’, devlet iktidar güçlerini ve Hükümeti, ‘Kürtsüz Açılım’ ve ‘PKK’yi tasfiye Açılımı’ siyasetinden ‘Kürt muhatapla müzakere’ yönünde esaslı bir ‘dönüşe’ zorluyor.
Yaklaşık iki haftalık kriz yeni bir dönemin habercisidir. Muhatabı tanıma ve müzakere döneminin…
Ve bu iki hafta içinde, siyasilerin birbiriyle yaptığı kavgalara paralel olarak, medya içinde bizim yürüttüğümüz kavga da aşağı yukarı bir sonuca ulaşmış oluyor: Kriz boyunca Kürt özgürlük hareketi hakkında en saldırgan üslüplarla konuşanlar bile, şimdi dillerini gözden geçiriyor. Bu gözden geçirme sürecindeki samimiyet, bizim de dilimizi gözden geçirmemizi doğuracaktır. Medyanın ‘yalnız kowboyu’nun eleştirilerindeki ağırlık tüm medyanın karşısında çok hafif kalıyor olsa bile sonuç böyle olur.
Eğer Meclis’te BDP ile Hükümet ve muhalefet partileri arasında ‘diyalog’ istiyorsak, biz de medyada, yeni bir diyalog dönemini açabiliriz. Örneğin medyada ‘Günlük Gazetesini dışlayarak’ hiç bir olumlu yankı yaratılamayacağını ve elbette bizim gazetemizin de Medyanın demokrat kesimleriyle diyalog kurmadan daha geniş çevrelere hitap edemeyeceğini düşünebiliriz. Bir araya gelir, demokratik bir medya cephesi için çalışabiliriz.
Böyle bir diyalog çok yararlı olabilir.
Olmazsa ne olur?
Şimdiye kadar ne oluyorsa o olur…