“Kapitalizm öldürür.” Panzehir… Zehir zemberek isyan… Sözcükler Dilsiz çığırtkanların sayfalardaki puntoları küçücük… Aydın zaaflarıyla harıl harıl iç çekerek yazma sevdasında dinlencedeler ve söyleniyorlar. Sokak onları bekliyor, onlar ilham perileriyle kuramlarını. Taşeron düşünce sahiplerinin metinlerinde siyasetle kirlenmiş dürüstlükler var. Kimi kez de buruşturup atmayı, eleştiri olarak gören entelektüel kıyımcıların dilinden kendimize semer arıyoruz. Yalınlığın gösterişsiz edası […]
“Kapitalizm öldürür.”
Panzehir…
Zehir zemberek isyan…
Sözcükler
Dilsiz çığırtkanların sayfalardaki puntoları küçücük… Aydın zaaflarıyla harıl harıl iç çekerek yazma sevdasında dinlencedeler ve söyleniyorlar. Sokak onları bekliyor, onlar ilham perileriyle kuramlarını. Taşeron düşünce sahiplerinin metinlerinde siyasetle kirlenmiş dürüstlükler var. Kimi kez de buruşturup atmayı, eleştiri olarak gören entelektüel kıyımcıların dilinden kendimize semer arıyoruz. Yalınlığın gösterişsiz edası ne güzel anlatabilir aslında yalnız ve güzel ülkemi. Zihnin ateşi sözcüklerin sihrini Meksika dağlarından duyuyoruz. Sözcükler kazanılmalı ilk önce. Devrim ve kurtarılmış sözcükler…
Pratik ve Zaman
Alanlardaki kalabalıklar çalışma saatlerinin dışında oradalar. Eylem vaktinin, kapitalizmin çalışma saatleriyle çakışmadığı sürece amaçsal inandırıcılığını anlamak zor. Temmuz Devrimi’nde kitlelerin aynı anda ve birbirinden habersiz Paris sokaklarındaki saat kulelerine ateş açması, apaçık özgürleşme isteğinin tesadüfüydü.
Şimdilerde “Birey” olma hakkını yanlış yerde aramayı öğrenmiş beyinlerin “zaman” la derdi sadece ona yetişebilmek. Daha fazla tutsaklık için saniyelerle yarışmak, zamanın peşinde hayatı dışlamak. Eylem güzelliğimiz geviş getirir gibi attığımız sloganların ardından safdilleşiyor. Mideye oturması gereken her bir şey gevrek ağızlarda sakız oluyor. Derinlikten doğan yüzeyselliğin makbule geçmez itirafları bunlar ve konduramadığımız için sessiz düşündüğümüz.
“Güzel günler göreceğiz” bakışlı gözlerin karşılaşmasının tercümesi ısrarlı inanç, nüktesi “Hani?”. Binler nasıl toplanıyor değil esas soru, nasıl dağılıyorlar? Dağılıyorlar, ret edişlerini ret ediyorlar. Alanlardaki buluşma devrimci ibadeti bir nevi ve aksak vicdanların soluk alanları. Ama Hepimiz Ermeniyiz diyen binlerce kişi parça parça nasıl binler olabileceğine umudumuz. Yeniden doğuluyor ölümlerle. Devrim ve kurtarılmış zamanlar…
Alışma!
Yeni Dünya Düzeni
Cazip gelen ve düş tembelliği yapan onca şey var ki etrafımızda. Tüketim için alışveriş merkezleri, vücut terbiyesi için spor merkezleri, körler sağırlar birbirini ağırlar komedisinde, itilmiş ve dışlanmışlardan bağımsız sanat seyirlikleri, mutluluk hapları, Freud’un bile kemiklerini sızlatacak cinsel hazların kapitalizmin kollarında pornografiye devşirmesi, trans haline geçiş için TV izleme ritüeli (…) ve tüm bu cilalı, pürüzsüz yaşam biçimlerinin verdiği rahatlık ve yorgunlukla rüyasız uyku vakti. Düşünmek ve yaratmak için elimizde sadece bu pencerelerden gördüklerimiz var, yıkım için ise mümkünsüzlük… ve tüm bu kötümserliğin iş görecek fırsatını yaratacak -Pierre Naville’den ödünç alacağım kavramla- imkan “kötümserliğin örgütlenmesi”. Arada derede kalmışlar içindir bu. Lezbiyenler, transseksüeller, eşcinseller, işçiler, yerliler, kadınlar, yoksullar… Rahatsızlar için, kendi dışında ve gelecektekilere vaatleri, sözleri olanlar için. Tuzu kuru olmanın getireceği saygınlığı istemeyen, kendi olmaya koşanların işidir, kötümser örgütlenme. Alışmaya alışmamak da direnenlerin işidir, kötümser örgütlenme; çekip gidenlerin ya da kalıp huysuzluk edenlerin.
YDY’nin (Yeni Dünya Düzeni) toplumlara öğütlediği, olana bitene kanıksama alışkanlığını kazanmalarıdır. Oysaki bu “olanların, olmuşların, olacakların” nefret edişlerinin toplamıyla düşlerin izi sürülür. ” Şikago şehitleri”nin –1887’de bir hukuk parodisi içinde Amerikan otoriteleri tarafından idam edilen sendikacılar ve anarşistler- anısına sadakat tüm 20. Yüzyıl boyunca 1 Mayıs ritüelini esinlemiştir. 1919’da katledilen Karl Liebknecht ve Rosa Lüksemburg’un anısının, ilk yılları boyunca komünist hareket açısından önemini biliriz. Ancak belki de geçmişin kurbanlarının esinleyici rolünün en etkileyici örneğini, son otuz yılın devrimci imgeleminde Jose Martini, Emiliana Zapata’nın, Augusto Sandino’nun, Farabundo Marti’nin ve daha yakın zamanda Che Guevara’nın tuttuğu yeri düşündüğümüzde, Latin Amerika’da görürüz.”(1) Öldürülenlerin, kurbanların, ezilenlerin anılmasının safları güçlendirecek radikal duyguyu taşıması gerekir. Ne çilekeş edebiyat, ne öğünlük üzüntü haline gerek vardır. Devrim bir tırmanışsa eğer, bu tırmanışın itici kuvveti geçmişte bırakılanlardır. Devrim düşü mutlu insanın peşinde ise, geçmişteki acıların izini sürmesi gerekir ve eğer devrim inancı omzuna yaslandığımız sevgilinin huzurunu bize verecekse hislerin melodisiyle sınırları aşmalıdır.
Ve gene birbirimize baktığımızda gördüğümüz fersiz gözlerin sebebi, YDY’nin “Kanıksa!, Alış!” öğütleri. Her birimizin neşesiz adımlarında saklı düş tembelliğinin sebebi gene bu öğütler. Bir diğeri ise öte dünya inancının kurtarıcı rolü. Yeryüzü cennet olamamışsa Zeliha teyze için illaki öte dünya ona cennet olacaktır. Gene bu cennet inancı ile yoksul Ali amca’nın, zengin Ali Bey’le alıp veremediği çözülür. Eşitlik er geç öte dünyada sağlanacaktır ne de olsa ve denilebilir ki kıyamet günü 1968 Paris’i olacaktır onlar için.
Bunalım Dehlizleri
Nietzche’yi tek satır okumamış kimi çoğu genç kesim, onun keskin aforizmalarından yola çıkarak uçurum kenarındaki tüm anlatım biçimlerine hayranlık duyarlar. Aforizma uydurucusu Nietzche bu kesim için güzel günler görme umudunun derin ve öngörülü bakış açısı ile yalanlayıcısıdır. Okuyucularının anladığıyla masalın sonunu bekleyiş için yapılması gereken şey seyretmektir. Bu seyredişin cakası sükûnet içerisinde düşünmek, düşünmek, düşünmek… ve sonunda -Nietzche’nin kendi tabirini kullanarak- “Lahana kafa” olmanın farkıyla anlamsız cümleler yumurtlamaktır. Endamlı karamsar cümleler Firuzağa Camii’nin bahçesinde, Mis sokağın bilmem ne kafesinde sisli imaj yaratmak için işe yarayabilir. Bunalım auraları ortalığı kasıp kavurabilir. Günlük yaşamın basitliği bu ağır felsefik bakış açılarına bağımlı olamayacak kadar özgürdür. Güzel günlere olan inancın şerbeti de bu özgürlük tutkusudur. Ömür denilen şeyin hayat olduğunu bilmenin sorumluluğunu taşımak ve bu tüm hayatların domino taşlarının sıralanışı gibi nasıl birbirine bağlı olduğunu bilmek gerekir.
Afrika’da kanat çırpan kelebeğin uzak denizlerde yarattığı fırtınayı duymak, kent kent çalınan tüm hayatları geri almak, yerli halkların topraklarındaki kederli suretlerini gülümsemelere salmak, banka duvarlarını sabırsız balyozlarla tanıştırmak… ve evet bilmek, kumsal kaldırım taşlarının altında…
[1] Michael Löwy, Walter Benjamin: Yangın Alarmı “Tarih Kavramı Üzerine” Tezlerin Bir Okuması (ç. U.Uraz Aydın), Versus Yayınları, 2007, s. 100-101
Filiz Gazi