“Düz ovada siyaset” lafını ilk kez Mehmet Ağar telaffuz etmişti. Aradan geçen birkaç yılın ardından gelinen nokta tam da burası; yani düz ovada siyaset. Kürt hareketine, Ortadoğu’daki yeni düzende, Kandil’de ve kalaşnikoflarla siyaset yapamayacağı, silah bırakması ve dağdan inmesi gerektiği emperyalizm tarafından söylendi. Öcalan’ın çağrısıyla Türkiye’ye gelen barış grupları dağdan inişin bir provası niteliğindeydi ve […]
“Düz ovada siyaset” lafını ilk kez Mehmet Ağar telaffuz etmişti. Aradan geçen birkaç yılın ardından gelinen nokta tam da burası; yani düz ovada siyaset.
Kürt hareketine, Ortadoğu’daki yeni düzende, Kandil’de ve kalaşnikoflarla siyaset yapamayacağı, silah bırakması ve dağdan inmesi gerektiği emperyalizm tarafından söylendi. Öcalan’ın çağrısıyla Türkiye’ye gelen barış grupları dağdan inişin bir provası niteliğindeydi ve PKK’nin de düz ovada siyaseti kabulleneceğine dair bir göstergeydi.
AKP’nin açılım mevzunda en baştan beri böylesine rahat olmasının, “risk aldık” demesinin, “oy kaybedersek de edelim” minvalinde açıklamalar yapmasının altında esas olarak bu vardı. AKP, en baştan beri, kimi yasal düzenlemeler karşılığında PKK’nin dağdan in(diril)eceğini, inmeye mecbur olduğunu biliyordu.
Biliyordu, çünkü emperyalizm devredeydi.
Suriye ile entegrasyon ve Kürt açılımı, Ermenistan’la imzalanan protokoller ve Nabucco Projesi…
Hepsi aynı sürecin, emperyalist müdahaleyle birlikte, Ortadoğu’nun ve Ortadoğu ile birlikte Türkiye’nin dönüştürülmesi projesinin bir parçası. Yeni-Osmanlıcılık teriminin artık herkes tarafından rahatlıkla kullanılmasında ve çoğu kez de sorgulanmaksızın kabul edilmesinde şaşırtıcı bir durum bulunmuyor bu nedenle.
Kürt sorununun bu ülkede konuşulabiliyor olmasında en büyük pay kendisine düşmesine rağmen, Türkiye solu güçsüzlüğü, toplumsal bağlarının zayıflığı ve etkili kitle iletişim araçlarından yoksunluğu nedeniyle bu sürecin dışında kaldı, herhangi bir şekilde sürecin öznelerinden biri haline gelmeyi başaramadı. Açılımın yanında ya da karşısında olduğunu belirtmesinin toplumsal açıdan herhangi bir önemi olmadı.
Süreç bundan sonra da -en azından kısa vadede- solun etki alanının dışında ilerlemeye devam edecek. Yani devlet gereken düzenlemeleri yapacak ve PKK de kendisini bu düzenlemelere göre konumlandıracak.
Peki sol bundan sonra ne yapacak? Sorulması gereken soru artık budur.
“Kürt sorunu başlığında bir dönem kapanıyor.” Öncelikle bu tespiti yapmak ve ardından yeni döneme ilişkin bir politik strateji kurgulamak gerekiyor.
Kürt hareketi, açılacak olan yeni dönemde, “düz ovada siyaset” döneminde, AKP’nin yeni bir rejim inşası projesine koltuk değnekliği yapacak mı yapmayacak mı, bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz; Kürt emekçilerini ve yoksullarını temsil eden bir siyasal hareket görünümünden uzaklaşıp, Kürt burjuvazisinin çıkarlarının temsilcisi haline mi gelecek, bunu da.
Böyle bir dönüşüm halinde unutulmamalı ki, hem Kürt hareketinin içinden ilerici, solcu unsurlar çıkıp Kürt emekçilerini siyaset sahnesine taşıyacak, hem de Türkiye solu, Türk emekçileriyle birlikte Kürt emekçilerinin de siyasal temsilcisi olma misyonuna daha sıkı bir şekilde sarılacaktır.
DTP’nin “yeni anayasa” talebini hatırlayalım. Herhangi bir sosyal içerikten yoksun olan ve sadece liberal demokratik hakların genişletilmesini içeren böyle bir anayasa talebinin herhangi bir şekilde solcu ya da emek yanlısı olduğunu düşünebilir miyiz?
Ya da Öcalan’ın açıklamalarındaki “post-marksist” konuma bakalım. Marx’ın aşılıp Nietzscheci ve Weberci bir paradigmaya ulaşıldığı bir konumdan emekçiler ve yoksullar adına bir siyaset çıkar mı?
Demek ki, “düz ovada siyaset” döneminde Türkiye solu, hem Kürt emekçilerinin de temsilcisi olma iddiasını daha sıkı sahiplenecek hem de Kürt hareketi içerisinde kendisine solcu, aydınlanmacı, ilerici yeni müttefikler bulacaktır, bu bir zorunluluktur.
Ama yetmez. Türkiye solu, bu yeni dönemde Kemalist kitlelerin faşist harekete eklemlenmesine, Kürt düşmanı bir pozisyon almasına karşı da siyaset sahnesine ağırlık koymak, Kemalistlerin yüzünü sola döndürmek zorundadır, yeni bir cumhuriyetin kuruluşu açısından bu da bir zorunluluk olarak belirmektedir.
O halde bize lazım olan temeline emeğin yerleştirildiği yeni bir yurttaşlık projesidir. Etnik kökenleri aşan ve Türkiye halklarını emekçi üst kimliğinde birleştiren, hak temelli olan ve eşitlikle özgürlüğü aynı anda tesis etmeyi amaçlayan yeni bir yurttaşlık projesi, yeni bir cumhuriyet inşasının zeminini oluşturacaktır ve barış ancak o şekilde mümkün hale gelecektir.
Siz bakmayın Taraf, Zaman, Yeni Şafak yazarlarının, “barışın hüküm sürdüğü, zengin, müreffeh ve güçlü bir Türkiye kuruluyor” minvalindeki yazılarına. Pax Americana’nın gerçek bir barış olmadığını yalnızca bu topraklardaki değil, dünyanın dört bir yanında yaşayan herkes çok iyi bilir. Çünkü gerçek bir barış, ancak emekçiler tarafından tesis edilebilir.
Düz ovada siyaset dönemi, kimsenin kuşkusu olmasın, doğru bir stratejiyle birlikte, solun ve emeğin önünü açacak, onu yeniden Türkiye siyasetinin bir öznesi haline getirecek potansiyeli bağrında taşımaktadır, yeter ki süreç doğru okunabilsin, yeter ki doğru müdahaleler yapılabilsin.
Fatih Yaşlı