Diyarbakır Lice’de havan mermisinin 12 yaşında bıraktığı simsiyah iri ceylan gözlü Ceylan… Şenlik köyünde şenlikli bir sevinçle dünyaya gözlerini açmıştı Ceylan kız. Anası, babası nasıl da sevinmişti kim bilir. Belki de kaygılı bir sevinç duymuştur, yaşatmanın zor olduğu, kanın, ölümün sıradanlaştığı topraklarda. Ya Ceylanın anası, kızının parçalara ayrılan cesedini eteğinde toplayacağını düşünür müydü hiç? Ninnilerle […]
Diyarbakır Lice’de havan mermisinin 12 yaşında bıraktığı simsiyah iri ceylan gözlü Ceylan… Şenlik köyünde şenlikli bir sevinçle dünyaya gözlerini açmıştı Ceylan kız. Anası, babası nasıl da sevinmişti kim bilir. Belki de kaygılı bir sevinç duymuştur, yaşatmanın zor olduğu, kanın, ölümün sıradanlaştığı topraklarda.
Ya Ceylanın anası, kızının parçalara ayrılan cesedini eteğinde toplayacağını düşünür müydü hiç? Ninnilerle büyüttüğü, ateşli günlerinde başucunda sabahladığı, yavrusunu, kuzucuğunu, “yap boz”(!) maket parçaları gibi toplayacağını. Ne korkunç yarabbim.
O ananın duygularında boğulmalı herkes. Boğazından lokma geçmemeli hiçbir ananın, insanım diyenin. Çocuklarını her okşayışlarında, yanaklarına her busede Ceylan ve anası gelmeli gözlerinin önüne.
Ah! Ceylan kız. Nereden bilirdi ölümün evinin önünde kendisini beklediğini. Onun tek suçu günaha bulanmış topraklarda hayata gelmesiydi. Ölüm öylesine sıradan bir olaydı ki, yaşam ve yaşatmak değil, ölüm kutsanmakta o topraklarda.
Ceylan’ın yaşadığı coğrafyada ölmek yaşamaktan daha kolay.
Ceylan’ın yeniden döndüğü köyü, yaşamak için ölüm kokan dağlarda, en güvenli olması gereken yermiş. Köylerine yakın iki karakol ve bir askeri tabur varmış. Devlet o insanları yaşatmak, güvenliklerini sağlamak için iki karakol ve bir büyük tabur kurmuş.
Ve fakat, o topraklarda devletin varlığı yıllardır ölüm anlamına geliyor. Devlet güvenlik ve huzur ortamını sağlamak adına korku salıyor yüreklere. Ölümü, baskıyı, faili meçhulü, gözaltında kayıpları, boşaltılan köyleri hatırlatıyor insanlara. O halde, o insanları devletten, havandan, bombadan korumak için, yaşamlarını güvenceye almak için kime ihtiyaç var? Devlet korumayacaksa bu insanları kim koruyacak? Kime sığınacak bu insanlar? Devlet lafının ölümü çağrıştırdığı yerde nasıl güven verilecek bu insanlara?
Genelkurmay açıklamasında Ceylan’ı parçalayan havan topunun karakoldan atılmadığını söyledi. Daha öncede eline bomba tutuşturulan ve öl(dürül)en asker için kaza demişti. Gerçekten inandırıcı olduğunu düşünüyorlar mı acaba bu orijinal açıklamalarla? Kimse inanmadı ama, kimsenin de ses çıkardığı yok. Nasılsa ölen yoksul bir Kürt çocuğu. Ceylan gibi bir çok çocuk öldürülmedi mi? 13 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın bedenine yaşı kadar mermi yine güvenlik adına doldurulmadı mı? Ölümün sıradanlaştığı yerde yürekler nasır bağlar, vicdanlar körelir. Acıları ile tek başına kalır, acıyı bal eyleyen insanlar.
Sayın, Cumhurbaşkanı, Sayın, başbakan, Sayın, Genelkurmay başkanı neden suskunsunuz? Sayın, Bakanlar, milletin vekilleri, ıvır zıvır her haberi saatlerce haber yapan gazeteler, televizyonlar nerelerdesiniz?
Hiç mi vicdanınız sızlamadı? Ceylanın kopan, eli, ayağı, ağaç dallarına savrulan bedeni yakmadı mı içinizi? Sizin evladınız yok mu? Ceylan’ın yerine koyun kendi çocuklarınızı. Kendinizi de annesinin, babasının, kardeşinin yerine. Bakın bakalım oradan nasıl görünüyor sessizliğiniz. Kendi çocuklarınızın saçının teline zarar gelse yıkarsınız dünyayı. Sizinkiler ana kuzusu da, o çocuklar taş mı?
Ceylan’ın parçalanan bedenini eteğinde toplayan o anneye anlatın bakalım “vatanın bölünmezliğini.” Farkında mısınız, Ceylanın bölünen bedeninde böldünüz o ananın “bölünmez vatanını.” Çaresizlikten, öfkeden gözleri yuvalarından çıkan Ceylan’ın abisine, yakınlarına anlatın “Kürt açılımından” korktuğunuz “demokratik açılımınızı.”
Gözleri öfkeden ve korkudan açık kalan insanların öfkelerinde terk oldu açılımlarınız. Köyüne dönen insanlara dar ettiğiniz yaşamdan geriye bıraktığınız insanların öfkelerine gözlerinin içine utanmadan bir bakın. Korkutuyor beni, yuvalarından çıkmış o gözler. Çaresizlikleri, devlete, insana olan güvensizlikleri kanını donduruyor insanın.
Bir insanı kahreden tek şey çaresizliktir. Çaresizlik ve kendini güvende hissetmemek, sevdiklerini koruyamamak çıldırdır insanı. Yaşamaktan ümidini kesmiş bir insandan daha korkunç bir şey olamaz. Yaşamın eziyete dönüştüğü yerde ölüm kurtuluş halini alır.
Bu yapılanlar onları korkunç birer canlıya dönüştürüyor. Yaşamak için umudu olmayanlar ölümü umursamazlar. Hele hele çocukların ölümü duyguların bittiği noktadır. Her kavram, her kutsal değer sadeleşir, yitirir bütün anlamlarını, acıların içinde kaybolur.
Ölümden korkmayan bir insandan daha tehlikeli bir şey yoktur. Ölümden korkmayan bir insan bu dünyanın canlılarına benzemeyen özelliklere bürünür. Öbür dünyalılara has bir cine, bir periye dönüşür. Bu durum ise bütün insanlık için tehlikeleri içinde barındırır. Devlet yaptıkları ile ölüme sevdalı insanlar yaratıyor. Ölümün kutsanacağı yerde yaşam belirtileri yok edilir. Yaşamdan intikam almak esas gaye haline gelir.
Recep Tayyip Gül, Abdullah Erdoğan neredesiniz. Ne oldu açılımınıza. Ortalığı yıkıyordunuz. Kiminiz bedeli ne olursa olsun, “Kürt Sorunu” çözülecek diyordunuz. Geri adım atmak yok, yola devam diyordunuz. Ceylan’ın parçalanan bedeninde, tuzla buz oldu açılımınız. Neden hemen bir heyet göndermediniz. Programınıza ara verip, Ceylan için iki çift lafı da mı çok gördünüz? Sorumluların bulunacağını ve cezalandırılacağını söyleyerek, o ananın ve yakınların acısına ortak olup tuz bandıramaz mısınız yaralarına?
Ya siz! Deniz Bahçeli, Devlet Baykal, Kiminiz, açılım olursa dağa çıkardınız. Kiminiz vatana ihanetten bahsetmiştiniz. Bunlar “dış mihrakların vatanı bölme girişimi idi.” Ceylan bu vatanın evladı değil mi? Niye sesiniz çıkmıyor. Ceylanların ölmesi bu vatanı bölecek diye niye haykırmıyorsunuz?
Açılımı savunmanız ve karşı çıkmanız, Ceylan’ın parçalanan bedeninde parçalandı. Zavallı Ceylan bir turnusol kağıdı oldu parçalanan bedeni ile hepinize. Renginiz, aslınız nasılda belirginleşti. Sesiniz nasılda kayboldu küçücük kaybolan beden içinde.
Vatanı böldürmeyenler, Ceylan’ın parçalanan bedeninde bölüyor vatanı. Hamaset sökmüyor parçalanan bedenlerde.
Ah Ceylan! Nasıl da benziyor sonun Hiroşima’da ölen çocuklara. Nazım Hikmet’in yazdığı o mükemmel şiirdeki bebelere. Aşağıdaki Nazım’ın şiiri Ceylan için yeniden okunmalı. Ceylan için yeni şiirler yazılmalı. Utanmalı Türkiye halkı, Ceylan’a böyle bir son hazırladığı için.
kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Yeter artık barış gelsin Ceylan’ın köyüne. Bu güzel ülkemde bir daha Ceylanlar öldürülmesin şekerde yiyebilsinler, makarna da.
Nihat Filiz
Tüm Bel Sen Üyesi
Balçova/İzmir