Yoksulluk anlatıları, çoğunlukla ‘yoksulluğun’ kendisini yoksullaştırır! Her ifade ediş, indirgemeci ve teşhir edici bir tuzak barındırır. Araştırma sektörünün rakam ve haneleri, bir iktisadi durumun ötesinde yoksulluğun varlığını aksettiremez. Yoksulluk, 1990’lardan sonra kültürel, siyasi ve medyatik olarak görünmez kılınmıştır. Zaman zaman seçici bir görselliğe tabi olsa da. Medyanın özünü sildiği ve bağlamını kopardığı ‘yoksulluk haberleri,’ bireysel, […]
Yoksulluk anlatıları, çoğunlukla ‘yoksulluğun’ kendisini yoksullaştırır!
Her ifade ediş, indirgemeci ve teşhir edici bir tuzak barındırır.
Araştırma sektörünün rakam ve haneleri, bir iktisadi durumun ötesinde yoksulluğun varlığını aksettiremez.
Yoksulluk, 1990’lardan sonra kültürel, siyasi ve medyatik olarak görünmez kılınmıştır.
Zaman zaman seçici bir görselliğe tabi olsa da.
Medyanın özünü sildiği ve bağlamını kopardığı ‘yoksulluk haberleri,’ bireysel, dramatik hikayeler mahiyetindedir.
Mevsimlik işçilerin yaz aylarındaki kaza haberleri gibi…
Kadın, çocuk, gençlerin üst üste istif edildiği kamyon kasaları, traktör römorkları derelere savrulup, şarampollere devrilirken toplu ölümün ‘steril haberleri’ gazetelerde yer alır.
Sahi mevsimlik işçiler kimlerdir?
Yaz aylarında ‘ülkemizin bir çeşit yoksulluğu’ Güneydoğu’dan harekete geçer.
Geniş ve derin yoksulluğun yolculuğu başlar, trenlerle, kamyonlarla yaşlı, çocuk Batı’ya giderler.
Sayılarının bir buçuk milyon hatta üç milyon civarında olduğu söylenir.
Kayıtları tutulmaz, iş yasalarında tanımları yoktur, tümüyle sistem dışıdırlar.
Binlerce kilometre gidecekleri yerde süresini ve gündeliğini bilmedikleri işlere peşinen taliptirler.
Günde 13-14 saatte en fazla yirmi lira kazanacaklardır, kadınlar ve çocuklar da yarısı kadar.
Şanlıurfa, Mardin, Siirt, Batman, Diyarbakır’dan yola düşerlerken, akıllarında ne Kürt açılımı, ne de demokratik reform paketi vardır.
Tek umutları ailece kazanacakları para ile uzun bir kışı geçirebilmektir.
Elçi denen komisyonculara kazancın %20’sini vermek zorundadırlar.
En ucuz emek onlarındır, sosyal olarak da temsil edilemeyenlerdir.
Binlerce boşaltılmış köyün eski sahipleridirler, topraksız kalmışlardır.
Tarımdan ve hayvancılıktan sürülmüş, mülksüzleştirilmiş insanlarımızdır.
Sığındıkları şehirlerin çeperlerinde, kalabalıklar halinde tutunamayanlardır.
Ekemedikleri topraklarının yerine Batı’ya, Karadeniz’e, Güney’e giderek hasat mevsiminde mahsul toplayarak geçinmeye çalışanlardır.
Hasat, işçi sayısına göre belki on gün belki de daha az sürebilir.
Gösterilen bir mahale naylon, muşamba çadırlarını kuracaklardır.
Gittikleri yerlerin onları kerhen kabulüne razıdırlar.
Bazı yerel yönetimlerin yasaklarıyla katı bir ayrımcılığa uğrarlar.
Şehir içine girmelerini engelleyen valilik genelgeleri yayınlanmıştır.
Yoksulluk; ‘kamusal hayattan’ sürülmüşlüğün kendisi olur.
Toprak ağalarının, tarım tekellerinin elinde çaresizdirler
Susuz, tuvaletsiz,elektriksiz, sağlıksız şartlara, sıtmaya, sivrisineğe itiraz etmezler.
Onların eğrelti çadır alanlarının fotoğrafları Somali ve Sudan kampları kadar acıtıcı ve utandırıcıdır.
Yanlış tarım politikalarıyla da 2000’li yıllarda, iki milyon insanın toprağından edildiği ülkemizde, günlük 13 saatlik emeğini 15 TL’ye ödünleyecek milyonlar yaşıyor.
Onlar, ülkemizde çağdışı bıraktırılmış bir yaşamın mevsimsel yüzleridir!