Bu soruya doğrudan ‘evet’ diyor ve ekliyorum: Dünya değişiyorsa, değişen dünyaya göre Kürt hareketi değişim geçiriyorsa, bu değişimden devlet etkileniyorsa, giderek toplumu da etkisine alan bir ‘demokratik değişim’ isteği gelişiyorsa, DTP de değişmelidir. Aslında ‘tümdengelimci’ bir algılayış gibi görünse de, değişim yukarıdan doğru gelişmiyor; aşağıdan-toplumdan doğru gelişiyor. Kendi içinde tıkanarak derin çelişki ve çatışmalar yaşayan […]
Bu soruya doğrudan ‘evet’ diyor ve ekliyorum: Dünya değişiyorsa, değişen dünyaya göre Kürt hareketi değişim geçiriyorsa, bu değişimden devlet etkileniyorsa, giderek toplumu da etkisine alan bir ‘demokratik değişim’ isteği gelişiyorsa, DTP de değişmelidir.
Aslında ‘tümdengelimci’ bir algılayış gibi görünse de, değişim yukarıdan doğru gelişmiyor; aşağıdan-toplumdan doğru gelişiyor. Kendi içinde tıkanarak derin çelişki ve çatışmalar yaşayan toplumların çıkış arayışı oluyor…
Bu arayış, otoriter ve totaliter rejimleri çözmeye başladığı gibi, oligarşik sistemleri de oldukça zorluyor. Merkezi otoriter devletler, demokratik devletlere (Cumhuriyetlere) dönüşüyor… Böylece aynı kökenden gelen teokratik ilişkiler de yerini çoğulcu komünal ilişkilere bırakıyor. Merkezi idarelere karşı yerel iradeler güç kazanıyor… Toplumdaki ‘alt-üst’, ‘taban-tavan’ gibi kategorik tanımlamalar ve ilişkiler aşılıyor.
Süreç ve değişen toplumsal ihtiyaçlar, sadece iktidarları değil, herkesi, ilerici ya da gerici, tüm siyasal, toplumsal kesimleri değişime zorluyor. Bu bakımdan değişim ve demokratikleşme sadece devletin ya da daha az demokratik yapıların değil, herkesin sorunudur…
** *
DTP, ‘değişim sorunum yok. Ben zaten değişimin özniteliklerini taşıyorum’ diyor mu? Demiyor. Peki, diyebilir mi? Diyemez. Derse ne olur? Derse, kendini çağdan, çağın temel ihtiyaçlarından; eşitlik/özgürlük sorunu olan dinamiklerden soyutlamış olur. Bu durumda da değişimi koordine eden güç olmaktan çıkar. Toplumla arasındaki bağ zayıflar. Başta Kürtler, emekçilerin kendilerini ifade ettiği platform olma özelliğini yitirir.
Buradan bakıldığında şunlar belirtilebilir: DTP kendini; tekçi/teokratik anlayıştan da gelen -ki bu, aynı zamanda 20. yüzyıl dünyasının ve bu dünyanın siyasetinin temel karakteristiğidir- bir ‘ara güç’, ‘uygulayıcı birim’ anlayışla ele almış ve bir biçimde bunu kültürleştirmiştir.
Doğrudan inisiyatif alma ve uygulama yerine; kendini, Kürt hareketi ile toplum arasında bir yerde görmüş, siyasal duruşu da, ilgileri ve eylemleri de buna uygun olmuştur.
Bu özellik bir noktadan sonra DTP’yi düşünsel olarak edilgenleştirmiş, siyasal becerilerini zayıflatmış, özellikle değişim süreçlerinde zorlanmasına yol açmıştır. Siyasal yeterliliği gelişmeyen, temel sorunlarda doğrudan rol üstlenme, risk alma yerine, hep bir yerlerden bekleyen ya da birilerini referans alma ihtiyacı duyan bir pozisyonda olması, bugün de temel problemleri arasındadır.
* * *
Türkiye’deki hemen her kesimin Kürt sorunu hakkında bir şeyler söylediği, devletin de bir tutum belgesi çıkarmaya çalıştığı bu önemli zaman aralığında elbette ki DTP, süreci bir biçimde taşıyor (Bunu önceki birçok yazımda da vurgulamıştım). Ancak, ‘bir yerlerden bekleyen’ konumunu da aşmış gözükmüyor.
‘Kürt açılımı’ sürecinde siyasal propaganda ve ajitasyonu; ‘Öcalan açıklayacak, açıklayacağı yol haritasının arkasındayız’. ‘Kürt hareketi açıklayacak’, ‘edecek’, yapacak’, devlet yapsın, etsin’ üzerine kurgulamış gibi görünmesi, belli bir noktadan bakıldığında belki doğru görülebilir. Ancak ‘Çözüm sürecinde DTP’nin rolü ve ödevleri’ perspektifinden bakıldığında son derece eksik ve yetersiz olduğu anlaşılır.
DTP, demokratikleşme ve Kürt sorununun demokratik çözümünde bir ‘ara güç’, ‘uygulayıcı güç’ değil; doğrudan sorumluluğu olan temel siyasal güçtür.
Tarihsel-güncel ihtiyaçlar; beklemesini, verili olanı almasını ve sunmasını, bir tür ‘aracı rolü’ oynamasını değil; çözüm için fikir yürütmesini, siyasal tutum belirlemesini, planlar projeler üretmesini, böyle bir özyeterlilik kazanmasını dayatıyor…
DTP, değişimi buradan başlatabilir ve özyeterlilik sağlayabilirse Kürt sorununun çözümünde etkin, sonuç alıcı roller oynayabilir.
Bir diğer değişim önceliği ise, klasik muhalefetten, sorumlu ve katılımcı muhalefete doğru bir değişim yaşaması ve öngördükleri konusunda devleti beklemeden (devletten beklemeden) uygulamaya koyacak bir siyasal anlayışa evrilmesidir. Zira hep muhalefet eden, hep şikayet eden, eleştiren, giderek bunu varlık gerekçesi haline getiren, ama yerine de bir şey koymayan, üretmeyen, doğru alternatifler geliştirmeyen siyasal yaklaşımlar çoktan aşıldı…
Ayrıca düşünce, üretim ve uygulama içermeyen, sürece ve sorunların çözümüne doğrudan katılmayı öngörmeyen yaklaşımların hangi sonuçlara yol açtığı CHP örneğinde fazlasıyla anlaşılmış görünüyor…
Üçüncüsü ise; Türkiyelilik kimliğine uygun siyasal dil ve söylemlerin geliştirilmesiyle ilgilidir. DTP içindeki değişim sorunları, Türkiyelilik tanımı ve bu tanıma uygun argümanlar konusunu da doğrudan etkiliyor gözüküyor. Kürt kimliği ile Türkiyelilik arasındaki düşünsel ve siyasal bocalamalar, ikircikler DTP’yi daha az etkili kıldığı anlaşılıyor…
Bir yandan çözüm süreci ve sorunları üzerinde yoğunlaşırken, diğer yandan değişim sorunlarını ele alması ve bu iki olgu arasındaki bağı doğru çözmesi, DTP’yi daha etkin bir konuma çekebilir…