Mevcut nükleer enerji santralleri 50 yıldır fisyon tepkimeleriyle, yani atomları parçalayarak enerji üretiyorlar. Ancak elektrik enerjisi üretebilmek için uygun bir nükleer füzyon yanması, yani atomların bir araya gelerek daha büyük atomlar oluşturması, henüz gerçekleştirilemedi. ABD Enerji Bakanlığı’nın mevcut nükleer silahları nükleer test yapmaksızın onarabilme, bakımını yapabilme ve geliştirme amacıyla Clinton döneminde yürürlüğe koyduğu bir program […]
Mevcut nükleer enerji santralleri 50 yıldır fisyon tepkimeleriyle, yani atomları parçalayarak enerji üretiyorlar. Ancak elektrik enerjisi üretebilmek için uygun bir nükleer füzyon yanması, yani atomların bir araya gelerek daha büyük atomlar oluşturması, henüz gerçekleştirilemedi. ABD Enerji Bakanlığı’nın mevcut nükleer silahları nükleer test yapmaksızın onarabilme, bakımını yapabilme ve geliştirme amacıyla Clinton döneminde yürürlüğe koyduğu bir program Stockpile Stewardship and Management Program) kapsamında NIF (National Ignition Facility)kuruldu. NIF’in kuruluşunun bir amacı da tepkimeyi başlatmak için verilen enerjiden daha fazla enerji elde edecek şekilde sıcak füzyon tepkimesini gerçekleştirebilmek. Bu gerçekleştirildikten sonra elde edilen enerjiyle elektrik enerjisi üretilmesi hedefleniyor. Bu projenin perde arkasına, bilim etiği açısından değerlendirilmesine ve bilimsel çevrelerce nasıl karşılandığına yazının son bölümünde değineceğiz. Şimdi işin teknik kısmına biraz daha yakından bakarak füzyon tepkimesinin ne olduğunu ve NIF’in nasıl çalıştığını anlamaya çalışacağız.
Füzyon için öncelikle hidrojen izotopları olan döteryum ve trityumdan oluşan özel bir yakıtın ateşlenmesi gerekiyor. Okyanuslardan elde edilen döteryum ve trityum dünyanın her yerinde büyük miktarlarda mevcut. Dünyadaki her 6,500 atomdan birinin döteryum atomu olduğunu düşünürsek döteryumun ne kadar kolay elde edilebilir bir kaynak olduğunu anlayabiliriz. Bu enerji üretim biçimiyle bir litre suyla 300 litre gazınkine eş değer enerji üretmek, 50 fincan sudan elde edilen yakıtla 2 ton taş kömürünün ürettiği kadar enerji üretmek mümkün. Bir füzyon enerji santrali iklim değişikliğine sebep olabilecek hiçbir gaz üretmemesinin yanı sıra, fisyon tepkimeleriyle enerji üreten mevcut nükleer santrallere göre çok daha az miktarda ve daha az tehlikeli radyoaktif atık oluşturacak. Tepkime sonucunda sadece helyum ve nötron açığa çıkacak. Füzyon santrallerinde mevcut fisyon santralleri gibi “meltdown” yani reaktörün yakıt nüvesinin erimesi gibi problemler de yaşanmayacak. Çünkü füzyon tepkimesi başladıktan sonra saniyeden çok daha küçük bir zaman dilimi içerisinde duracak.
NIF muazzam miktarda sıcaklık ve basınç üretmek üzere tasarlandı. Bahsedilen; on milyonlarca derece sıcaklık ve atmosferdekinden milyarlarca kat yüksek bir basınç. Bu koşullar şu an yanlızca yıldız ve gezegenlerin çekirdekleriyle, nükleer silahlarda mevcut. Bir yıldızda güçlü çekim kuvveti hidrojen atomlarının füzyonuna olanak sağlar. Her gün ışığından ve sıcaklığından faydalandığımız güneş(93 milyon mil uzağımızda bir yıldız) aslında füzyon sürecinin ve ürettiği inanılmaz enerjinin en güzel örneğidir. NIF bu koşulları 3 futbol sahası büyüklüğünde,192 lazer ışınından oluşan devasa bir lazerle sağlayacak. NIF’in 192 lazerinin bütün enerjisi bir madeni para büyüklüğündeki altın bir silindire yönlendirilecek. Silindirin içindeki küçük bir kapsül döteryum ve trityumdan oluşan yakıtı barındıracak. Yukarıda bahsedilen koşullar sağlanacak ve füzyon tepkimesi başlayacak. Lazerler yaklaşık 2 milyon joule ultraviole lazer enerjisi üretecek.2010 yılında deneylerine başlayacak olan ve NIF’in füzyon tepkimeleriyle elektrik üretimine giden yolda çok büyük bir adım olması bekleniyor. Füzyonla elektrik enerjisi üreten ilk santralin 25-30 sene içinde inşa edilmesi planlanıyor.
Biraz da ayın karanlık yüzüne bakalım.
NIF, Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvarı (LLUL) bünyesinde kuruldu. LLUL ise 1952 yılında bir devlet üniversitesi olan Kaliforniya Üniversitesi tarafından kuruldu. LLUL’un çalışmalarını ABD Enerji Bakanlığı finanse ediyor. İşlevi ulusal güvenlik stratejileri için gerekli olan bilimsel çalışmaları yapmak ve teknolojiyi üretmek olan bu kuruluş, nükleer silah yapımından da sorumlu. Zira Lawrence Livermore Ulusal Güvenlik tarafından işletiliyor. NIF’in çalışmalarının Stockpile Stewardship and Management Program dahilinde yürütüldüğünü söylemiştik. Bu program aynı zamanda nükleer silah hammaddelerinin uzun-dönem saklanmaları konusunda da çalışmalar yürütüyor.
Bu yapıya bakıldığında yazının ilk bölümündeki pembe tablonun rengi değişmeye başlıyor. NIF, ulusal ve uluslararası kamuoyuna tek hedefi ekolojiyi kurtarmak ve enerji sorununa çözüm üretmek olan bir proje olarak lanse edildi. Perde arkasındaki yapıdan ise hiç bahsedilmedi. NIF’in tek amacının enerji üretmek olmadığı çok açık. İleri bir gelecekte bu projenin askeri bir amacı gizlemek için kullanılan bir perde olduğu ortaya çıkarsa kimse şaşırmamalı. Zira NIF’in bünyesinde faaliyet gösterdiği kuruluş ve program nükleer silah yapımında da aktif rol alıyor, bu konuda çalışmalar yürütüyor. NIF’in başarılı olması durumunda ABD’nin nükleer silah üretiminde büyük ilerlemeler kaydetmesi ciddi bir olasılık. Bunları yapan ABD’nin, İran’ı nükleer savaş başlığı üretmek amacıyla çalışmalar yapmakla itham etmesi, Irak’ı nükleer silah bulundurduğu gerekçesiyle işgal etmesi ne kadar gülünç değil mi?
Amerikan Bilim Adamları Federasyonu dahil çeşitli çevreler bu programa, bilimle alakası olmadığı, nükleer endüstriyi ayakta tutmayı hedeflediği ve nükleer savaş başlığı üretiminde kullanılacağı vb gerekçelerle karşı çıkıyorlar. Projenin astronomik bütçesi de sorgulanmasına yol açıyor. Sadece NIF’in inşası için 3.5 milyar dolar harcandı. Peki bu proje başarıya ulaştığı takdirde dünyada ne gibi değişiklikler beklenmeli? Bu soruyu yanıtlarken petrol lobisinin baskısı ve ABD emperyalizminin uzun vadeli çıkarları gereği projenin başarıya ulaştığını gecikmeli öğrenme ihtimalimizi göz ardı edeceğiz.
ABD’nin nükleer füzyonla enerji üretmeyi başardığı takdirde dünyadaki hegemonyasını pekiştireceğini ve dolayısıyla daha da saldırganlaşacağını öngörmek zor değil. Özellikle petrolden veya doğalgazdan büyük miktarlarda gelir elde eden Rusya, İran, Venezüella gibi ülkelerin ABD emperyalizminin karşısında elleri zayıflayacak. Yani enerji sorunu yalnızca bu muazzam maliyetteki teknolojiye sahip olan devletler için çözülecek.
Peki ya ekoloji?
Mevcut fosil yakıtla enerji üreten santraller her yıl atmosfere 27-28 gigaton karbondioksit salıyorlar. Füzyon tepkimeleri, fisyon tepkimelerine oranla çok daha az atık ürettikleri için ve karbondioksit salınımı azalacağı için ekolojinin korunmasına, küresel ısınmanın önüne geçilmesine katkıları olacağı kesindir. Tabii bu teknolojinin dünyada yaygınlaştığını varsayarsak. Fakat yenilenebilir enerji kaynaklarının dünyanın enerji ihtiyacını fazlasıyla karşılayabileceği bugün tüm bilimsel çevreler tarafından kabul ediliyor. Henüz çevreyi az değil, hiç kirletmeyen bu enerji kaynaklarından (rüzgar, su, gel-git, güneş…) yeterince faydalanmaktan çok uzaktayken nükleer enerjide ısrar edilmesi, ekolojinin ve onun bir parçası olan insanoğlunun geleceği için ciddi bir tehdit olarak gözükmekte.
Bu noktada bilim etiği üzerine düşünmek gerekiyor. Genellikle bilimsel düşünce ve bilimin uygulama alanlarının, suiistimal ve toplumun aleyhine sonuçlar doğurma olasılığını dışlayan bir yapıda olduğu düşünülür. Buna göre bilim, nesnel ve tarafsızdır; doğası gereği etik bir bakı
ş açısına sahiptir. Bu nedenle bilim adamları ve kamuoyu bilim etiğini üzerinde tartışılması gereken bir konu olarak görmezler. Ancak kapitalizmde hemen herşeyin olduğu gibi bilimsel çalışmanın da bir piyasası vardır ve bu piyasa, etiği göz ardı etmektedir. Bilimsel bilgi üretimi bilim insanının toplumsal sorumluluğu ekseninde gerçekleşmesi gereken bir süreçtir. Bu durumun yeterince sorgulanmasıyla bir yandan bilimselliğin popülizme saplanması önlenirken; bir yandan da salt bilgi üretme veya statü elde etme hırsının ortaya çıkarabileceği sorunların önü alınabilecektir.
Tamamen bilinçli olmasa da atom bombasının üretilmesinde payı bulunan Einstein’ın İkinci Paylaşım Savaşı sonrası dönemde nükleer silahlanmaya ve emperyalizme karşı aldığı tavır bir bilim adamının etik duruşuna güzel bir örnek teşkil eder. 1949 yılında kaleme aldığı “Neden Sosyalizm?” adlı makalesinde Einstein şöyle demektedir:
“Ayrıca, sosyalizm toplumsal-etik bir amaca yönelmiştir. Oysa ki bilim amaç yaratamadığı gibi insanlara da aşılayamaz: Bilim olsa olsa belirli amaçlara ulaştıracak araçları sunar. Fakat bu amaçlar yüksek etik ülküler taşıyan kişilikler tarafından düşünülürler. Eğer bu amaçlar ölü doğmamışlar da canlı ve güçlülerse, toplumun ağır gelişimini kısmen bilinçsizce belirleyen sayısız insanlar tarafından üstlenilip geleceğe taşınacaklardır.
Bu nedenlerden dolayı uyanık olmalıyız ve konu insan sorunları olduğu zaman bilime ve bilimsel yöntemlere fazla değer vermemeliyiz. Ayrıca, toplum düzeni hakkındaki sorulara da sadece uzmanların fikir belirtme hakları olduğunu düşünmemeliyiz.”
Bir bilimsel deneyin arkasına nelerin gizlenebileceğini ve bu gizlenen amaçların toplum tarafından fark edilmesinin nasıl engellendiğini, bilimin kime veya neye hizmet ettiğinin en az bilimin kendisi kadar önemli olduğunu NIF ve benzeri projelere biraz daha yakından bakarak fark edebiliriz. Her şeyin kar ve daha fazla kar için yapıldığı bir dünyada Einstein’ın dediği gibi uyanık olmak zorundayız.
Kaynaklar
1. Gusterson, Hugh. People Of The Bomb
2. Resnik, David. Ethics of Science
3. https://lasers.llnl.gov/