Soruyu Mustafa Sönmez arkadaşımın dünkü yazısından çaldım. Kaldığı yerden devam etmek istiyorum. Önceki gün işçilerin bir saatlik direniş eylemini yansıtan deneyimli televizyoncu haberci arkadaşlarım, sıcak bir yaz, büyük grev olasılığından söz açıyorlardı… 1 saatlik eylemin arkasından gelen jet anlaşmayla şaşırdılar. Bizim gazetenin başlığında durum “bir saatlik direniş, bir puanlık zam” olarak özetlenmişti. Eylem ve anlaşmadan […]
Soruyu Mustafa Sönmez arkadaşımın dünkü yazısından çaldım. Kaldığı yerden devam etmek istiyorum. Önceki gün işçilerin bir saatlik direniş eylemini yansıtan deneyimli televizyoncu haberci arkadaşlarım, sıcak bir yaz, büyük grev olasılığından söz açıyorlardı… 1 saatlik eylemin arkasından gelen jet anlaşmayla şaşırdılar. Bizim gazetenin başlığında durum “bir saatlik direniş, bir puanlık zam” olarak özetlenmişti.
Eylem ve anlaşmadan bir gün önceki yazımda, anlaşmanın olup olmaması, hangi rakamla uzlaşmaya varılacağından daha önemli olan gelişmelerin altını çizmeye çalışmıştım… Türkiye’de, dünyada örneği olmayan, toplu pazarlık, işçi hakları ile yüzde yüz çelişen, ücretlerin Başbakan tarafından belirlenebildiği bir çarpık düzen geçerliydi. Böyle olduğu içindir ki, Başbakan Erdoğan teğet geçtiğini söylediği krizi işçiler ve sendikalara karşı kullanarak “Benim dediğimi kabul etmezseniz size pahalıya mal olur” tehdidini savurabiliyordu…
Deneyimli, profesyonel gazeteci arkadaşlarımız bile 12 Eylül düzeni ile toplumumuzda unutturulmuş sendikal haklar, sözleşme, özgür pazarlık masası, grev hakları düzenini, bizdeki yasakları, yaşanmış anlamlı uygulama örnekleri de olmadığından hiç bilmiyorlardı. Pazarlık masasının yetkili taraflarının masaya oturamamasının, yetkili bakanların ancak arabuluculuk yapabileceklerinin, astığı astık, kestiği kestik Başbakan gerçeğinin ne anlama geldiğini sorgulayabilecek konumda değillerdi. Uyuşmazlığın tarafı işçilerin büyük çoğunlukla grev hakları olmadığını da duymamışlardı.
***
Hani askerleri teslim almak adına AB kriterlerini ağızlarından düşürmeyen, AKP iktidarı ve yandaşları aslan demokratlar var ya, bugüne kadar AB kriterlerinin demokrasinin olmazsa olmazları arasındaki sendikal hak ve özgürlüklerin geri verilmesini hiç gündeme getirdiler mi? Türkiye, işçileri için dünyada en ağır grev yasakları olan ülkelerin başını çekiyor. 2821-22 sayılı yasalarımız, 12 Eylül’ün mirası yasaklı anayasamız, sendikal hak ve özgürlükleri gasp etmekten sabıkalı, bu yıl da ILO genel kurulunda en zor duruma düşmüş ülkeyiz. 12 Eylül’den bu yana bir tek yeni sendika kurulamadı, bir tek işyerinde işveren istemiyorsa işçiler sendika çatısı altında örgütlenemediler, her sendikal örgütlenme çabası işçilerin sokağa atılması ile sonuçlandı..
Topu topu birkaç yüz bini sendikalı, 5 milyonlarda takılı kalmış İş Yasası’ndan yararlanabilen işçimiz var. Kara ekonomide çalıştırılanlar, işsizler, sigortalıları katlamışlar… Ve Erdoğan hükümeti bu örgütsüz, sömürü düzeni ile yetinmemiş, zaten çaresiz, örgütsüz işçiyi kırmak üzere, sözde AB’ye uyum adına Meclis’ten son gece yarısı 03.00’ten sonraki korsan yasasını çıkarmış; özel istihdam büroları eliyle kölelik düzeninde, İş Yasası’nın verdiği hakları da gasp etmiş olarak, yasadışılığı yasal yapacak…
Türk-İş, Hak-İş, DİSK başkanlarının Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinin, kamu sözleşmeleri sıcak eylemleri, uyuşmazlığı ile ilgisi yoktu; sendikalardan kaçırılarak, gece yarısı korsan çıkarılmış 5910 sayılı yasanın onaylanmaması için Cumhurbaşkanı’na ricacı olmuşlardı. AKP’nin onay makamı Cumhurbaşkanlığı’nın “bu kadarı da olmaz” deyip yasayı geri çevireceğine sizin umudunuz var mı?