Ey okur. Ayine son katılan. Unutma! Aynadaki yara asla yaranın kendisi değildir. Aşındırma denemeleri (Önümüzdeki görev yeni orta sınıf medyasına karşı, Halkın Dostu’nu*yaratmaktır.) Aydınları burjuva toplumunun altyapısını üst yapısına bağlayan ve “tarihi blok”a egemenliğini garanti eden öğeler olarak gören Gramsci‘nin ana tezi, onların kendi başına, ayrı bir sınıf meydana getirmedikleri, fakat egemenliğin memurları olarak hakim […]
Ey okur. Ayine son katılan. Unutma! Aynadaki yara asla yaranın kendisi değildir.
Aşındırma denemeleri
(Önümüzdeki görev yeni orta sınıf medyasına karşı, Halkın Dostu’nu*yaratmaktır.)
Aydınları burjuva toplumunun altyapısını üst yapısına bağlayan ve “tarihi blok”a egemenliğini garanti eden öğeler olarak gören Gramsci‘nin ana tezi, onların kendi başına, ayrı bir sınıf meydana getirmedikleri, fakat egemenliğin memurları olarak hakim zümreye organik bağlarla bağlı olduklarıdır.
Özellikle Körfez krizi ve sonrasında Irak işgali sırasındaki Amerikancı tutumları, Açık Toplum Enstitüsü gibi Soros projelerinden nemalanmaları, kendilerinin ürettiği ve yaydığı görüşlerin dışındaki tüm mualif düşünceleri Ergenekoncu olarak tanımlıyor olmaları bir kez daha medya aydınlarının sermaye ve Amerikan patronlarının yanında ki “organik aydın” rolünü ortaya koymuştur. Türkiye’de bu kesimin güç ve iktidardan yana zümreleşmesinin yakın tarihi önemlidir. Ülkenin entelektüel iklimine on yıllarca hâkim olan sol aydınların özellikle küçük burjuva kentli kesimleri, 12 Eylül sonrasında saf değiştirerek Türkiye’de neoliberalizmin entelektüel sermayesini üretmeye başlamışlardır. Beyaz yakalı, ağırlıklı olarak da hizmet sektörü çalışanı, kentli olmayı önemseyen, markalara ve iyi yaşamaya, yemeye içmeye düşkün, cinselliği ‘dobra dobra’ konuşan ve yaşamaya çalışan iyi kazanma planları olan “genç profesyonelleri” hedefleyen yayıncılık anlayışları sayesinde sermaye sınıfı, 12 Eylül’den sonra, bu aydınlarla eskinin solcuları olarak barışmış ve kendi bayrağı altına almıştır. 1980’li yıllara kadar kültür alanlarına ait ürünlerin hem üreticisi hem de tüketicisi olan sol aydın, özellikle 1990’lı yıllarda ‘medya aydını’ olarak “yeni orta sınıf” koltuğuna oturtulmuştur. Bugün reklam ve medya sektörünün yöneticilerine bakıldığında, çoğunun 12 Eylül sonrasında saf değiştiren eski solcu olduğu görülür. Kısaca güç ve iktidardan yana olma bu aydın tipinin artık bilinçdışı yatkınlığıdır. 80’lerde başlayan ama 90’larda somutlanan yeni bir gazeteci kimliği yeni orta sınıfın kültürel düzeyinin yeniden üretilmesi açısından önemlidir. Bu yeni gazeteci tipolojisinin pompaladığı, kentlilik, tüketimcilik, bireycilik, kazanma hırsı olmuştur. Ve bu etki sadece metropollerin seçkinleri arasında değil, kentin nekropollerinde yaşayan yoksulları için de ideolojik kirlenme yaratmıştır.
İkonlara tapanlar, Tanrı’yı övmek adına onu betimlediklerini ileri süren usta insanlardı, ama gerçekte Tanrı’yı simgeleriyle bir simülakra dönüştürürken aynı zamanda onun varlığı sorusunu ortan kaldırıyorlardı. Her imge, Tanrı’nın varlığı sorusunu sormayı engellemek için bir bahaneydi. Gerçekte Tanrı, her imgenin ardında görünürlüğünü yitiriyordu. Ölmemişti, görünürlüğünü yitirmişti yani artık böyle bir soru sorulmuyordu. Tanrı’nın varlığını ya da yokluğuna dair sorulan soru simülasyon aracılığıyla çözülmüştü. (Baudrillard’dan)
Yukarıda Baudrillard’dan yapılan alıntıda “Tanrı” yerine “yoksulları” koyarak okumak yeterlidir. Yöntemleri ‘adlandırma’ ve ‘imaj’dır. Haber ya da hikâyenin anlamı yoktur. Bu baylar 90’lar sonrası tüm gerçekliği simülasyona çevirmek için ellerinde ne varsa kullanmışlardır. “Cilalı imaj devri” bu dönemlerde toplumu ideolojik anlamda deklase eden koşulları yaratmıştır. Artık tüm toplumsal sınıflar yaratılan bu de facto durum altında ipnotize edilmiş olarak bulunmaktadır. Bugün genel toplumsal ideolojinin ve bilincin bu denli yıvışık, yapışkan olmasında orta sınıfların burjuva sınıf ideolojisinin doğrudan benimseyici ve üreticisi olmasının belirleyici derecede önemi vardır. Bu etkiyi oluşturan, koşullayan, adlandıran orta sınıf medyadır.
Günümüzde solun ideolojik hakimiyetinin yeniden tesisi, gerçekliği simülasyon haline çeviren orta sınıf medyanın etkisizleştirilmesine bağlıdır. Doğru yaşam kurgusu sahteliğin tespiti ile başlar. Bu sahteliğin kırılması felsefenin gündelik yaşamla buluşması ve Feuerbach üzerine 11. tezin kararlılığının en önemli nedenidir. Egemen ideolojinin ve iktidarın bu yeni orta sınıf üzerinden yeniden üretildiği alan artık gündelik hayattır. “Sol entelektüel” müdahale toplumsal yapının yeniden restore edilmesi değil bu gündelik hayat yapısının parçalanması projesidir. Emek güçlerinden yana devrimci entelijansıya trajik olanla, lanetlilerle, kontamine olanlarla, mahalleyle ve politikayla farklı bir dille yeniden buluşulmakla şekillenecektir.
Politika, tarih, sınıf, tüm tarihin sonu, neoliberal zafer naraları arasında geri dönüyor. Neoliberalizm tarihin bu kesitinde Marksist davranıyor… İşimizi kolaylaştırıyor. Sıra bizim Marksist davranmamızda.
“Bir çağın hakim fikirleri, o çağın hakim sınıfının fikirleridir”. Peki ama o çağın ezilen sınıflarının fikirleri, duyguları nereye gitmiştir? Tabii ki bastırılmış, o çağın bilinçdışına itilmiştir. Devrimci entelijansıya “bastırılmış olanın geri dönüşüdür”. Daire kapanıyor. YOL, yolcuya katılıyor
*L’ami du peuple: Halkın Dostu gazetesi, Jakoben klübü devrimcisi Marat’ın Fransız devrimi sırasında çıkardığı günlük gazete. Marat bu gazete aracılığıyla Devrimin işçilerin ve yoksul halkın yararına olması gerektiğini savunmuştur.
Mustafa Ö. Soylu