AKP hükümetinin 29 Mart 2009 seçimlerinde aldığı sonuçların ardından, bakanlar kurulunda beklenen revizyon gerçekleştirildi. Yapılan değişiklikler dikkate alındığında, esasen 2002 seçimleri öncesi bir sürece dönüşün olduğunu görmek mümkün. AKP Milli Görüş geleneğine yakın olanları kabineye alarak, İslamcı tabanına açık bir mesaj vermiş oldu. AKP, Kürt bölgelerinde çok açık olarak bir yenilgiyle karşılaştı ve artık pek […]
AKP hükümetinin 29 Mart 2009 seçimlerinde aldığı sonuçların ardından, bakanlar kurulunda beklenen revizyon gerçekleştirildi. Yapılan değişiklikler dikkate alındığında, esasen 2002 seçimleri öncesi bir sürece dönüşün olduğunu görmek mümkün. AKP Milli Görüş geleneğine yakın olanları kabineye alarak, İslamcı tabanına açık bir mesaj vermiş oldu. AKP, Kürt bölgelerinde çok açık olarak bir yenilgiyle karşılaştı ve artık pek bir umut beslemiyor. Ancak özellikle merkez üs olarak gördüğü birçok ilde dikkate değer oranda oy kaybına uğradı. Özellikle geleneksel İslamcı oylarının bir kısmının SP’ye kayması ve SP’nin yüzde 5 civarında oy alması, AKP yönetimi tarafından açık bir mesaj olarak algılandı. Kabine değişikliğinde bunun belirgin bir etkisi olduğu kesin.
Ancak kabine değişikliğinde en dikkat çekici olan ise Dışişleri Bakanlığı’na parlamento dışında birinin atanmış olmasıdır. Irak Şii ‘Mehdi Ordusu’nun lideri Mukteda El Sadr’ın İran’dan Türkiye’ye gelerek resmi bir ziyarette bulunması ile bu görüşmenin arka plan örgütleyicisi olan Davutoğlu’nun bakan olarak atanmasının eş zamanlı olması, belki de politikanın en ilginç rastlantılarından biridir.
Yeni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, uluslararası ilişkiler üzerine doktorasını yapan bir akademisyen ve özellikle devletin bölgesel stratejilerinin oluşturulmasında önemli bir rolü var. Son yıllarda sadece AKP’nin değil, esasen MGK’nin belirlediği bölgesel stratejilerde etkinliği belirgin olarak ön plana çıktı. Erdoğan’ın dış ilişkiler danışmanı olarak, özellikle İsrail-Filistin, Suriye-İsrail, Irak, İran, Afganistan, Azerbaycan-Türkiye, Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin mimarıdır. Erdoğan’ın danışmanı olmakla birlikte, son birkaç yıldır, dış ilişkiler politikasını belirleyen tek kişi olduğu söylenebilir. Erdoğan, Davutoğlu’nu bu göreve atayarak, aslında, arka plan dışişleri bakanlığından resmi dışişleri bakanlığına getirerek mevcut durumu resmileştirdi.
Davutoğlu’nun kaleme aldığı ‘Stratejik Derinlik: Türkiye’nin uluslararası konumu’ isimli kitabı, aynı azmanda Türk devletinin önümüzdeki süreçte izleyeceği dış politikaya ilişkin önemli veriler sunmaktadır. Davutoğlu, Türkiye’nin bölgesel bir güç olması ve dünya küresel kapitalist sisteminin aktif bir gücü olarak bölgede oynaması gereken rolü incelerken, kimilerinin sandığı gibi ABD ve AB ile çelişen politikaları savunmuyor. Tersine, ABD’nin bölgesel politikalarına uyumlu bir strateji izlenmesi gerektiğini çok açık olarak ifade etmektedir. Türkiye’nin bölgesel etkinliğinin özellikle dünya küresel kapitalist siteme uyumlu bir şekilde gelişebileceğini vurgularken, aynı zamanda bölgesel çıkarlara sık sık vurgu yapıyor. “NATO’nun bölge politikalarını yansıtan ABD ile doğrudan müdahil imkânı olmayan Türkiye’nin çıkar alanları arasında bir yakınlaşma doğmaktadır. AB üyesi ülkelerin Balkanlara yönelik politikalarındaki tutarsızlıklar bölgeledik bunalımların tırmanışında ABD-Türkiye ilişkilerinin öne çıkması sonucunu” doğuracağını vurgularken özellikle ‘Türkiye-ABD, Türkiye-Rusya ve Rusya-ABD ilişkilerinde’ Türkiye’nin bir NATO ülkesi olarak önemli roller oynayabileceğine dikkat çekmektedir. Hem Cumhurbaşkanı Gül, hem de Başbakan Erdoğan üzerinde belirgin bir ağırlığı olan Davutoğlu, bu belirlemelere bağlı olarak, ABD’nin istemi ile Ermenistan-Türkiye ilişkileri yeni bir sürece girmesini sağladı.
Davutoğlu’nun dış politikasında Ortadoğu ve Avrasya-Hazar bölgesi önemli bir yer tutmaktadır. Kerkük’ün önemine dikkat çekmekte ve Kürtlerin bu bölgeyi kontrol etmesini, Türkiye’nin stratejik çıkarları için ciddi bir tehdit olarak görmektedir. Türkiye’nin “Kerkük-Yumurtalık boru hattının sağladığı avantajları unutmaması” gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır. Özellikle “Basra körfezi ile Doğu Akdeniz bağlantısının Türkiye üzerinde gerçekleşmesi vazgeçilmeyecek bir stratejik öncelik olarak devrede tutulmalıdır… Unutulmamalıdır ki, Bağdat vilayeti Osmanlı Devleti’nin Asya’daki etkinliğinin anahtarı durumundaydı. Türkiye açısından bu durum pek farklı değildir. Dicle-Fırat suyolları ile Mezopotamya havzasının kuzeyinde bulunan bir ülkenin bu havzanın denize açılım noktalarına ilgisiz kalması düşünülemez.” Bu temel yaklaşım, Türk devletinin Irak politikasında önemli bir anahtardır. Böylece ABD, Türkiye’yi bu bölgede görevlendirmek için Irak’ın iç politik sorunlarının çözümünde destek istemektedir. Bir bakıma devletin bir bürokratı olarak Bağdat-Ankara hattının örülmesinden sorumlu olan Davutoğlu, bundan sonra bir dışişleri bakanı olarak çok daha aktif görev alacaktır. Türkiye’nin bölgesel çıkarları için Bağdat ile Ankara’nın ilişkilerinin geliştirilmesi ABD’nin onayı ile olmaktadır. Örneğin ABD tarafından aranan ve ‘terörist’ listesinde görülen Şiilerin anti-Amerikancı lideri olarak bilinen Sadr’ın İran’dan Türkiye’ye davet edilerek, Irak’ta yeni ittifakların oluşması ve böylece iç politik dengelerin yeniden belirlenmesi, ABD bölgesel politikalarına uyumlu olarak yürütülmektedir. Sadr’ın ikna edilerek Bağdat merkezli sisteme dâhil edilmesi ve yeni bir Sünni-Şii-Türkmen ittifakının yaratılması hedefleniyor. Bunun sağlanması ABD’nin Irak’taki işlerini nispeten kolaylaştıracağı gibi hem Kürtlerin ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmasına yol açacak, hem de Türkiye’nin bölgesel etkinliğini arttıracaktır. Özellikle rekabetin ve çatışmanın odaklandığı Kerkük ve Musul bölgesinin Kürdistan Federasyonu’nun dışında tutulması hedefleniyor. Türkiye’nin en önemli stratejik hedeflerinden biri olan bu politikanın Irak’ta etkin kılınmasında Davutoğlu önemli görevler üstlenmişti. Sanırım bundan sonraki rolünü daha üst boyutta oynayacaktır. Ayrıca, bölge ülkelerinin iç politikasının en önemli sorununun Kürt gerçeği olduğunu bilen yeni dışişleri bakanı önümüzdeki süreçte, Kürtlere yönelik ortak bir saldırı politikasını uygulamak için daha çok yoğunlaşacaktır. Bu konuda ABD ve AB’nin de yakın desteğini alarak PKK’ye karşı topyekûn bir imha konsepti için diplomasi ve askeri saldırıları eş zamanlı yürütebilecek politikaları daha aktif olarak uygulamaya koyabilir.
Türkiye’nin Ortadoğu’nun İslam ülkeleriyle olan ilişkileri de stratejik çıkarlar esası üzerine şekillendiğini belirten Davutoğlu, Türkiye’nin ‘kendi iç çelişkilerini aşarak’ bölgede etkinliğini arttırmanın tek yolunun ‘İslam dünyası ile oluşturacağı tarihsel ilişkiler’ olduğunu sürekli vurgulamaktadır. “İslam Dünyası’nın jeopolitik derinliği de Türkiye için son derece önemli stratejik unsurlar taşımaktadır. İslam Dünyası’nın uluslararası bunalımların yoğunlaştığı alanlarda oluşmasının temele sebebi de budur. Türkiye’nin kendisinin de içinde bulunduğu bu jeopolitik alan içinde siyasi bir etkinliğe sahip olması genellikle uluslararası stratejik derinliğin önünü açacaktır. Bu alanı fazla yok farzetmek de, bu dünyaya sırtını dönmek de jeopolitik geçiş alaları üzerinde bulunan Türkiye için sürdürülebilir bir tavır olma niteliğini kaybetmektedir.” Buna paralel olarak Türkiye’nin ‘hem kültürel, hem de siyasal alanda bölgede ciddi bir güç olacağını’ vurgulamaktadır. Yani Türkiye ile İslam Dünyası arasında çok kapsamlı ilişkilerin geliştirilmesini fiilen uygulamaya koyan Davutoğlu, Hamas, Hizbullah, Müslüman Kardeşler Örgütü, El Sadr gibi geleneksel İslam güçlerinin dışında kalan örgütlerle sıkı ilişkilerin geliştirilmesinde ve onların meşru görülmesinde AKP hükümetinin izlemiş olduğu politikaların a
rka plan stratejisyenidir. Özellikle son 7 yıldır, Arap uluslararası sermayesinin yoğunluklu olarak Türkiye akışını sağlayan politikada, yeni dışişleri bakanının politik yönelimlerinin önemli bir etkisi vardı.
Obama’nın başkan seçilmesi ile ABD’nin dış politikasında da Afganistan-Pakistan bölgesinin giderek ön plana çıktığı biliniyor. Özellikle Avrasya-Orta Asya ile bağlantılı olan bu bölgede Türkiye’nin oynayacağı role dikkat çeken yeni dışişleri bakanı şunları belirtiyor: “Hazar Denizi, Türkiye’nin Orta-Asya’ya açılmasındaki kilit deniz havzasıdır. Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında Hazar Denizi konusunda Rusya karşısında gerçekleştirilecek bir işbirliği Türkiye’nin Orta-Asya politikasının esaslarından biri olmak zorundadır. Türkiye’nin Kafkaslar-Hazar-Orta Asya bağlantı politikasının üç temel taktik prensipten hareket etmek durumundadır. 1-Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin Rusya Federasyonu içindeki statülerinin kademeli bir şekilde güçlendirilmesini temin etmek, 2- İran ile ideolojik gerilimlerle gölgelenen ilişkilerin dinamik ve rasyonel bir ekonomik işbirliği çerçevesinde sağlamlaştırılarak Rusya’nın Orta-Asya ve Kafkaslar üzerindeki etkisini dengelemek, 3- Orta-Asya ülkeleri arasında her türlü işbirliğini teşvik etmek…” Türkiye’nin bölgesel saldırgan bir güç olması için ortaya konulan bu politikalar, ABD’nin bölgesel stratejileriyle tam bir uyum içindedir. ABD, hem Ortadoğu’da hem de Avrasya kıtasında belirlediği ‘yeni’ politikalarda Türkiye’ye önemli görevler vereceği artık herkes tarafından biliniyor. Türkiye dış politikada söz konusu bu görevleri yerine getirmek için nispeten daha saldırgan bir politika izleyecektir. Irak işgali sırasında ABD askerlerinin Türkiye üzerinde girilmesinin parlamento tarafından reddedilmesinin yarattığı politik sonuçları çok açık olarak gören Davutoğlu, Afganistan için Türkiye’den beklenenleri, dışişleri bakanı olarak mutlaka yerine getirecektir. Türkiye’nin ABD’nin beklentilerine uygun olarak Afganistan’daki asker sayısını arttırarak, Asya bölgesinde aktif rol oynaması gerektiğini belirten çiçeği burnundaki dışişleri bakanı, NATO’nun saldırgan askeri küresel stratejisine tam uyumlu bir politikayı savunmaktadır. Bu politik yönelim aynı zamanda Genelkurmay tarafından da tamamen kabul edilmektedir.
Gokyuzu9@aol.com