Kapitalizmin gelmiş geçmiş en büyük kriziyle beraber, global dev firmalar, büyük iflaslara doğru sürükleniyor. Dünyayı paylaşan filler, yeni bir hesaplaşma, güç paylaşımı savaşında… Her ülkenin sermayesi, kendi devletini yangını söndürmeye, ülke sermayesini ayakta tutmaya çağırıyor. Bütçe kaynakları giderek daha çok sağlığa, eğitime değil, firma kurtarma operasyonlarına ayrılıyor. Sistemin üst itfaiye örgütü IMF yeni kaynaklarla donatılıyor, […]
Kapitalizmin gelmiş geçmiş en büyük kriziyle beraber, global dev firmalar, büyük iflaslara doğru sürükleniyor. Dünyayı paylaşan filler, yeni bir hesaplaşma, güç paylaşımı savaşında… Her ülkenin sermayesi, kendi devletini yangını söndürmeye, ülke sermayesini ayakta tutmaya çağırıyor. Bütçe kaynakları giderek daha çok sağlığa, eğitime değil, firma kurtarma operasyonlarına ayrılıyor. Sistemin üst itfaiye örgütü IMF yeni kaynaklarla donatılıyor, oksijen çadırındaki dünya kapitalizmine operasyon üstüne operasyon yapılıyor.
***
Dünya sermayesi debelenirken beraberinde üretimin asli gücü olan emeği de dibe çekiyor. Gelişmiş, azgelişmiş tüm dünya emekçileri, beyaz yakalısı, mavi yakalısı, işsizi, tüm yoksulları, bu krizi patronlarından daha erken ve derin yaşamaya başladılar.
1980 sonrasının küreselleşme süreciyle işgücü ordularına katılan milyonlarca Asyalı, Afrikalı, Latin Amerikalı, 1990 sonrası yıkılan duvarın ardından milyonlarca Doğu Avrupalı, Önasyalı, dünya kapitalizminin tepe tepe kullanacağı bir işgücü ummanı oluşturdu. Amerikalı, Avrupalı dev firmalar, kâr oranı düşen sanayinin çeşitli dallarını çevre coğrafyalara taşıyıp buralardaki yoğun nüfusu gönüllerince işe koşup kullandılar. Dünya Bankası, 2005’te “Güney” dünyasından 2.5 milyar işçinin günde 2 doların altında bir ücretle uluslararası kapitalizm için çalıştığını belirtiyordu. Bu, Güney nüfusunun yarısının bu köle ücreti ile birikimin değirmen taşına koşulmuş olması demekti. Açgöz sermaye, Güney’in işgücünü böyle sömürmekle yetinmedi, daha yüksek kârlar için finansallaşma sahtekârlığını seçti. Kendi vatandaşlarına imzalattığı ipotek kredilerinin senetlerini balonlaştırarak dev kârlar biriktirdi. Müzik çaldıkça dans ederiz, bizden sonrası tufan sapkınlığı, eninde sonunda finans kapitalin ayağına dolandı ve tüm dünya kendisini çukurun içinde buldu. Şimdi, “aynı gemideyiz” safsatası altında güvertede büyük sermaye, ambarda ise milyarlarca, işsiziyle, işi olanıyla, emek gücü tufana yakalanmış durumda… Uluslararası Çalışma Örgütü, bu büyük çöküş öncesi dünya işsizlerinin sayısını 190 milyon olarak açıklamıştı ve 2009’da sayının 230 milyona ulaşarak 40 milyon çalışanın işsiz kalacağını öngörüyordu.
***
1980 sonrasının üretim biçimleri, birçok emekçiyi, yeni üretim yöntemleriyle atomize etti, sendikasızlaştırdı, taşeron işçisi yaptı. Sosyal devleti küçülterek emeği korumasız hale getirdi. Asya’ya, Ortadoğu’ya, Güney Amerika’ya sanayiyi taşırken o dünyada, askeri diktatörlüklerden dinci neoliberal yapılanmalara kadar, amacına uygun politik yapılar üretti. Kırlardan kopardığı nüfusla işgücü ordusunu büyüttü, Güney’in işçilerini birbirine kırdırdı, dev yedek işsizler ordusu yaratarak daha düşük ücret için dibe doğru yarıştırdı. Küreselleşme adı altında ticareti, para rejimlerini, sermaye hareketlerini serbestleştirirken her tür ulusal korumayı, devlet girişimini, himayeyi küçümsetti, dışlattı; her şeyi serbestleştirirken sıra işçilere gelince, onları ülkelerine mıhladı, emeğin dolaşımına sınırları kapadı. Bu 30 yıllık neoliberal rüzgâr, dünya sermayesine kısa sürede dev birikimler sağladı. Ama yine de sonunda K. Marx’ın dediği çıktı; Sermayenin en büyük ayak bağı yine sermaye oldu. Hızla büyüyen sermaye sonunda, o birikimi çeviremez oldu. Büyük sahtekârlıkları göze alarak yarattığı finansallaşmayla, balonlaşmayla da birikimi idame ettiremez oldu ve balonu patladı, onu da kör kuyulara düşürdü.
***
Sermaye dibe vurup yeniden doğrulmak için debelenirken, zaman, emek için de dibe vurma zamanı aslında. Sermaye, belini doğrultmak için debelenirken emeği yanında görmek istiyor. Bunun için kâh “seni işsiz-aç bırakırım” tehdidini kullanıyor, kâh “hepimiz aynı gemideyiz, kurtulmamız birbirimize bağlı” palavrasını pazarlıyor. Bazen bunu uydurmasına gerek kalmıyor, bazı kaşar sendikacılar bu teslimiyete zaten işçileri sürüklüyorlar.
Emek, bu muazzam krizle sermayenin kuyruğuna takılmayı değil, dibe vurup dipten çok farklı bir geleceğe yelken açmayı bilebilmeli; Zaman, o zaman.
Doğayı, insanlığı tüketerek gün bulup gün yiyen bu çürüyen kapitalizmin artık sonuna gelindi… Emek, buna inanarak, insanlığa öncülük edip yepyeni bir geleceği bu çöküntünün içinden filizlendirebilmeli.
Doğal kaynaklar üstünde kolektif denetim ve sorumluluğu, emeğin planlı kullanımını, her alanda demokratik katılımı; cinsel, etnik, sınıfsal farklılıkların azaltılmasını, giderek kaldırılmasını; daha adil bölüşümü öngören, ihtiyaç tanımını yeniden yapan, daha az hiyerarşiyi, daha yatay bir düzeni öngören 21’inci yüzyıl sosyalizmi, emeğin dibe vurarak yöneleceği yeni hedef, yeniden tahayyüle değer tek proje…
Bu 1 Mayıs’ın büyük inşa için, emeğin dibe vurup yükselişe geçtiği bir milat olması dileğiyle, tüm emekçilere kutlu olmasını diliyorum.