Bu hafta ekonomi gündemimiz son derece yoğun geçiyor. Hafta sonu yapılan yerel seçimler sonrasında milli gelir büyüme rakamları dün yayımlandı ve artık 2008’in verileri tamamlandı. En son olarak, gözler yarın Londra’da başlayacak olan G24 Zirvesi’ne çevrildi. Şimdi soru şu: Büyüme, istihdam, gelir artışı… ne zaman başlayacak? *** Bu soruya yanıt verebilmek için her şeyden önce […]
Bu hafta ekonomi gündemimiz son derece yoğun geçiyor. Hafta sonu yapılan yerel seçimler sonrasında milli gelir büyüme rakamları dün yayımlandı ve artık 2008’in verileri tamamlandı. En son olarak, gözler yarın Londra’da başlayacak olan G24 Zirvesi’ne çevrildi. Şimdi soru şu: Büyüme, istihdam, gelir artışı… ne zaman başlayacak?
***
Bu soruya yanıt verebilmek için her şeyden önce uluslararası finans akımlarının seyrine odaklanmamız gerekmektedir. Nitekim küresel ekonominin 2003 sonrasındaki genişleme konjonktürünün ardında yatan ana unsur finans piyasalarında yaşanan olağanüstü şişkinlik olgusudur. Aşağıdaki Uluslararası Finans Enstitüsü’nün, Ocak 2009 tarihli raporundan derlediğimiz tabloda, gelişmekte olan ülkelere yönelen net yabancı sermaye akımları sergilenmektedir. Aslında başlı başına bir araştırma konusu olabilecek bu tablodan en çarpıcı gözlemlerimizi özetlemeye çalışalım:
• “Yükselen piyasa ekonomilerine” yönelen özel sermaye akımları 1996’da sadece 161 milyar dolar iken, bu rakam 2003’te 236 milyara, 2007’de krizin hemen öncesinde de 928 milyar dolara (yaklaşık 1 trilyon $!) ulaşmış durumdaydı. Net sermaye girişinin 2008’de yarı yarıya düşeceği, 2009’da da 165 milyar dolara (1996 düzeyine) gerileyeceği tahmin edilmektedir.
• 2007’deki şişkinliğe değin uluslararası finans akımlarının ilginç özellikleri göze çarpmaktadır: “Yükselen piyasa ekonomilerine” sermaye girişi yaşanırken, bir yandan da söz konusu ülkelerde dış borçluluğun ve rezerv birikimin eşanlı olarak artmakta olduğu gözükmektedir. Söz konusu ülkelerde rezerv koruma gereksinimi 1996’da 311 milyar dolardan başlayarak 10 misli artış göstermiş; ve 2007’de 3.7 trilyon dolara çıkmıştır. Dış borçlar da paralel bir biçimde 2003’te 2.2 trilyon dolardan 2007’de 3.8 trilyon dolara çıkmıştır. 2009’da rezervlerin 4.5 trilyona, borçların ise 3.9 trilyon dolara çıkacağı tahmin edilmektedir.
• Uluslararası sermaye akımlarının 2003 sonrası seyrinde, ilgili ülkelerde “yerleşiklerin” yurtdışına yoğun bir biçimde sermaye çıkartmakta oldukları görülmektedir.
Özet olarak, 2003 sonrasında “yükselen piyasa ekonomilerinde” yaşanan sermaye girişlerinin çoğunlukla rezerv birikimine ve yerleşiklerin ülke dışına çıkardıkları sermaye hareketlerine tahsis edilmiş gözükmektedir. Bu arada söz konusu akımlar yoğun bir dış borçlanma yükünü de beraberinde getirmiştir.
Bu gözlemlerden hareketle, sizce “tünelin sonundaki ışık” gözükmekte midir?
Yukarıdaki veriler ışığında, daha önce bu köşede vurguladığımız gözlemleri bir kere daha yineleyelim: Dünya ekonomisinin 2007 öncesindeki ticaret ve finans akımları daha uzun bir süre yeniden geliştirilmesi olanaksız bir biçimde tahrip edilmiş durumdadır. Küresel ekonomiyi daha uzun yıllar düşük bir kredi hacmi ve düşük finansal değerler sistemi beklemektedir. Ne yazık ki ülkemizde hâlâ krizin etkilerinin kendi kendine, sanki bir tılsım değmişçesine, 2009’un ilerleyen aylarında ortadan kalkacağı varsayılmaktadır.
Halbuki bu beklenti ham bir hayalden ibarettir. Uluslararası işbölümünün ve ulusal sınırların yeniden düzenlenmesinin olası olduğu böylesi bir dönemeçte Türkiye’nin “krizin bizi teğet geçeceğine” inanarak, reel ekonomiye ilişkin tedbirlerini geciktirmesinin maliyeti çok yüksek olmuştur.