Başka halkların kanı üstünden uzlaşmalar barış getirmez. Tarih hazinesi bugüne kadar hiçbir ülkeye, krala, padişaha, cumhurbaşkanına, başbakanına bu sonucu bahşetmemiştir. ABD’deki yeni Obama yönetimi, özü aynı olan, ancak bir süreliğine yöntemde esnekliklerle Ortadoğu ve Kafkasya’da stratejilerini benimsetmeye çalışıyor. (Afganistan-Pakistan-Kuzey Kore’de ise agresif ve parçalamaya odaklı) İnşa etmeye çalıştığı bu konsept henüz rayına oturmuş değil, ancak […]
Başka halkların kanı üstünden uzlaşmalar barış getirmez. Tarih hazinesi bugüne kadar hiçbir ülkeye, krala, padişaha, cumhurbaşkanına, başbakanına bu sonucu bahşetmemiştir. ABD’deki yeni Obama yönetimi, özü aynı olan, ancak bir süreliğine yöntemde esnekliklerle Ortadoğu ve Kafkasya’da stratejilerini benimsetmeye çalışıyor. (Afganistan-Pakistan-Kuzey Kore’de ise agresif ve parçalamaya odaklı) İnşa etmeye çalıştığı bu konsept henüz rayına oturmuş değil, ancak soğuk savaş döneminden kalan payanda ülkeler vasıtasıyla süreci hızlandırmaya gayret ediyor. Bunun yolunu da üst düzeyde görüşmeler ve örtülü tehditlerle gerçekleştirmek istiyor.
ABD Başkanı Obama’nın satranç tahtasının üstünden düşürmek istemediği ülkelerden biri de Türkiye. Çünkü ABD Türkiye’yi, Ortadoğu’ya inerken basamak, Kafkasya’ya çıkarken asansör, Orta Asya’ya pranga atarken halat, bir ülkeyle savaşırken mızrak, sesini yükselten halklara karşı giyotin, ideolojik muhalif hareketlere karşı tetikçi, enerji koridorları açarken köprü olarak kullanıyor.
Washington yeni dönemde Türkiye’nin Irak, Suriye, İsrail, İran ve Gürcistan’la ilişkilerini ‘Obama paradigması’ çerçevesinde tutmayı arzuluyor. Bush kimi ülkelere mesafeli durmasını isterken, kimi ülkelerle askeri işbirliği dahil her türlü dirsek temasından kopmamasını istiyordu. Örneğin Bush’la Kürtlere karşı yapılan anlaşmanın bir basamağı olarak Türkiye Irak Devlet Başkanı Celal Talabani’yi Ankara’ya getirme, bu yolla Kürtler arasındaki fikir ayrılığını keskinleştirmek için çok uğraşmıştı. Talabani’nin Bush döneminde ilk kez cumhurbaşkanı sıfatıyla Ankara’ya; Obama döneminde İstanbul’a getirilmesi sonrası Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 23-24 Mart tarihleri arasında Federal Irak’ın başkenti Bağdat’ta görüşmelerde bulundu. Irak’a ziyaret sadece Ankara inisiyatifiyle olmadı. ABD’nin de zamanlamayı planlamasıyla gerçekleşti.
İsrail’e gönderecek
Türkiye, İran, Mısır, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerin problemleri, anlaşmazlıkları, gerginlikleri ne kadar çok olursa ABD’nin ortamı daha kazançlı geleceğe tahvil etmesi kolaylaştığı için bundan sonra Washington; Davos zirvesi sürecinde İsrail-Türkiye arasında sert rüzgarlar estiren krizin tansiyonunu düşürmek için Gül ya da Başbakan Erdoğan’ı İsrail’e gönderecek. Davos köpüğü için bu sembolik bir özür olmuş olacak. Kaçarı yok. İsrail ordusu ve istihbarat gücü; Filistinlilere, Kürtlere, Lübnan, Suriye ve İran’a karşı kullanılırken Türkiye’nin de yarar sağlayacağını telkini çerçevesinde Türkiye’nin İsrail’e ziyaret taahhüdü olmasaydı Obama, Avrupa gezisine görevinin ilk 100 günü içine Türkiye’yi ekleme jestinde bulunmaz, istediklerini bakanlar ve generallerle almaya çalışırdı.
Zor parametreler
Ankara’da büyük sevinç dalgasıyla beklenen Obama nereye varmak istiyor? Washington nasıl bir denklemin peşinde Ankara ile birlikte? Ankara’ya ilginin artması, SOFA Anlaşması gereği ABD’nin Irak’tan çıkmasıyla doğacak boşluğu İran’ın doldurmasından mı kaynaklanıyor? PKK varlığını sona erdirip enerji hatları üzerindeki güvenlik endişelerini mi gidermek istiyor?
Yoksa Irak’tan çıktıktan sonra Irak’ı Ankara üzerinden mi kontrol etmek istiyor? İran’la ABD arasındaki görüşmelerden bir anlaşma çıkması için mi Ankara’ya ihtiyaç duyuyor? Ana hatlara bakalım:
* Obama’nın Türkiye ziyareti (Kayıtlar seçilmesinden sonraki en kısa zaman diliminde Ankara’ya geçen ilk ABD başkanı olarak tutulacak) planlaması Ortadoğu’da çatışma risklerinin arttığı bir döneme denk geliyor.
* Türkiye’nin en büyük korkusu Ankara ve Bağdat’ta bağımlı olmayan Kürt ve Şii devleti çıkması. Bu oluşumun da PKK etkisinde kalması ve Kerkük-Musul üzerinde hak iddialarından uzaklaşması. Ankara ve Tahran bu nedenlerle birlikte PKK ve PJAK’a yönelik operasyonlarını sınır ötesi hava harekâtlarıyla sürdürüyor. İstemedikleri Şii devleti konusunda İran’la yaşadığı görüş farklılığı da bu şekilde örtülüyor. Afganistan, Somali’ye asker taleplerini karşılayıp ABD’den bu sorunda destek alıyor.
* ABD Ankara’nın PKK ve PJAK hassasiyetini göz önünde bulundurarak Rusya ve Kafkasya’da yaşadığı bozgunu da telafi etmeye çalışıyor. Gürcistan üzerinden geliştirdiği politikası ağır bir yara alınca, Rusya ile enerji krizi kısa sürede uluslararasılaşınca Karadeniz’e daha fazla yüklenme ihtiyacı duyuyor. Bu bölgede manevra yaparken Ankara’nın hızını kesmeyecek bir pozisyonda kalmasını istiyor.
* Irak’la imzalanan anlaşmaya göre 2011 yılı biterken ABD askeri tamamen çekilmiş olacak. Oysa biz bu tarihten sonra da ABD’nin çekilmeyeceğini düşünüyoruz. ABD, İran’ı Irak’ta istemiyor, ancak ‘Biz çekilince boşluğu İran dolduracak, bu nedenle Türkiye ile işbirliğini arttıralım’ yaklaşımında değil. Çünkü İran zaten Irak’ın bir parçası gibi. Milyonlarca Şii vasıtasıyla, yani tarihsel ve mezhepsel bağların getirdiği kolaylıklardan yararlanıyor Irak’ta. Önleyemeyeceğini bildiği bu durumu neden karşılığında birşeyler vereceği pazarlıkların unsuru yapsın? Asıl olan çekilince ‘PKK bölgeye iyice nüfuz eder’ korkusu.
* ABD’nin İran’la diyalog geliştirmesi, Bush döneminde İsrail ile birlikte planlanan askeri zorun masadan kalktığı anlamına gelmiyor. Pentagon askeri seçenekten vazgeçmiş olsa Beyaz Saray neden Ankara’ya ilgisini daha fazla arttırsın? Dolayısıyla Ankara’ya ilginin nedenlerinden biri İran’a karşı askeri harekat planının rafa kaldırılmamasıdır.
* Küresel kriz ABD’yi İran’ın ve Irak’ın içinde olduğu jeo-ekostratejik denklemden yararlanma çalışmalarına hız kazandırıyor. Hazar’dan, Irak’tan gelen ve gelecek petrol ve doğalgaza İran enerji potansiyelinin de eklenebilmesi için Tahran’ın kontrol edilmesi düşünülüyor.