Mahalle itinden* ne öğrendik? Dünyanın en büyük ekonomileri söz konusu olsa bile kapitalizmde yoksulluğun dizboyu olduğunu öğrendik. Bilmiyor da değildik, aslında… Asya’nın parlayan yıldızı, bilişim-yazılım sektörünün öncüsü, dünyanın ikinci en hızlı büyüyen ekonomisine sahip olan Hindistan’da geleneksel kast ağlarıyla birleşen kapitalizmin yarattığı adaletsizlik, yer yer üçüncü dünyanın diğer kapitalizmlerindeki adaletsizliği dahi aşıyor. Bir milyarın üzerinde […]
Mahalle itinden* ne öğrendik?
Dünyanın en büyük ekonomileri söz konusu olsa bile kapitalizmde yoksulluğun dizboyu olduğunu öğrendik. Bilmiyor da değildik, aslında… Asya’nın parlayan yıldızı, bilişim-yazılım sektörünün öncüsü, dünyanın ikinci en hızlı büyüyen ekonomisine sahip olan Hindistan’da geleneksel kast ağlarıyla birleşen kapitalizmin yarattığı adaletsizlik, yer yer üçüncü dünyanın diğer kapitalizmlerindeki adaletsizliği dahi aşıyor. Bir milyarın üzerinde bir nüfusa sahip ülkede, nüfusun % 70’i kentlerde yaşıyor. Hindistan ayrıca 500 milyonun üzerinde potansiyel işgücünü de barındırıyor -ki bu rakam, bu alanda da dünya ikincisi olduğunu gösteriyor. Buna rağmen, çalışan nüfusun yalnızca % 12’si sanayi sektöründe çalışıyor. Geçtiğimiz yıl %9’luk bir büyüme hızı yakalayan ülkede, nüfusun % 85’ten fazlası günlük 2,5 dolardan, %75’ten fazlası günlük 2 dolardan, %25’i ise günlük 1 dolardan az kazanıyor. Aslına bakacak olursanız aynı rakamlar, gelişmiş kapitalist merkezler için hem mal hem de işgücü piyasası olan pek çok çevre ülkesinde de geçerli…
Toplumsal adaletsizliğin dizboyu olduğu her ülkede olduğu gibi, ekonomik eşitsizliğin, diğer toplumsal eşitsizliklerle vurgu kazandığını; yoksulun yoksuldan, etnik ya da dinsel ayrımlarla da ayrıldığını öğrendik. Hindistan’da ülke nüfusunun %80’ini oluşturan Hindular’a karşılık yaklaşık %15’ler oranında müslüman azınlık yaşıyor. Ama ülkeyi benzerlerinden ayıran yalnızca bu değil elbette… Hindistan’da yaklaşık 2000 etnik grubun yaşadığı tahmin ediliyor. Bu da, devasa nüfuslu bu ülkenin dil, din, ulus ve etnik köken olarak binlerce farklı parçaya bölünmesi anlamına geliyor. Üstelik bunun üzerine, bin yıllık kast sistemi de bindiğinde kocaman bir yap-bozla karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. O kadar ki, toplumsal eşitsizlik mi kapitalizmin sonucu, yoksa kapitalizmin bu kadar “başarılı” uygulanması mı yeni eşitsizlikler doğuruyor; birbirine karışıyor. İşte bu manzara içerisinde, yoksulların ve ezilenlerin didişebilecekleri, kapitalizm dışında, istemedikleri kadar çok “düşmanları” olabiliyor. Buna rağmen Hindistan’da güçlü bir komünist parti geleneği de bulunuyor ama bunu elbette filmden değil, eleştirel gözlü bir dosttan öğreniyoruz.
Büyük bir nüfus, vahşi bir kapitalizm, derin toplumsal yarıklar söz konusu olunca, hem toplumsal olarak hem de bürokratik olarak yozluk ve çürümenin kaçınılmaz olduğunu öğrendik. Hızlı kentleşmenin yarattığı rantla serpilen mafya; çöplüklerden toplanıp, kolu bacağı kırılarak, gözleri kör edilerek dilenmeye zorlanan çocuklar; her nasılsa “köşeyi dönüp” televizyon yıldızı olduktan sonra, popülaritesini kaybetmekten korktuğundan, yarışmacısını yarı yolda koyan sunucular; büyük çete reisleri hürmet görürken, bir yarışma programında fazladan üç-beş soru bildi diye işkenceden geçirilen gençler… Her yanından lime lime dökülen, aşağılık bir düzen bu!
Dünyanın başka yerlerinde de yoksul çocukların polisten çok annelerinden korktuklarını öğrendik. O yoksul çocukların hayallerini yalnızca televizyon yıldızlarından imzalı fotoğraf alabilmenin süslediğini, bunun için gerekirse, boka batıp çıkabileceklerini öğrendik. “Kim 500 Milyon Kazanmak İster” programının vaadinin de, müziği gibi dünyanın her yerinde aynı olduğunu öğrendik. Yoksulun bilgisinin kitaptan değil, hayattan öğrenildiğini; o yüzden akıldan hiç çıkmadığını öğrendik. Herkesin hayatı yaşadığı yerden bildiğini de öğrendik; ülkenin bayrağındaki yazıyı bilmeyenin, mahallede hırsızlık yapanı bildiğini, elektrikle işkence etmeyi bileninse, köşedeki büfede samosanın kaç paraya satıldığını bilmediğini… Hayat öyle gerektirirse, 1000 rupinin üzerindeki Gandhi’yi bilip tanımayan Hintli’nin 100 doların üzerindeki Benjamin Franklin’i bilip tanıyabileceğini öğrendik.
Daha dikkatlı baktıkça, başka şeyler de öğrendik:
Varoşların bir sebebin sonucu olarak değil, “kendiliğinden”, “öylesine” ortaya çıktığını öğrendik;
Yoksulluk eğer Hindistan kadar uzaksa, egzotik ve turistik bile olabileceğini öğrendik;
Kenar mahalle itinin “hayatını kurtarmak” için tek şansının televizyon yarışma programlarına katılmak olduğunu öğrendik;
Cemal’in yoksulluğu gibi zenginliğinin de yalnızca “kader” olduğunu öğrendik;
Cemal’in ancak köşeyi dönmeye yaklaşarak halk kahramanı olabileceğini öğrendik;
Halka sunulan tek seçeneğin Cemal’i televizyon başında desteklemek olduğunu öğrendik;
Cemal milyoner olup Latika’sına ulaştıktan sonra Hindistan’da herşeyin güllük gülistanlık olduğunu öğrendik;
Zaten kapitalizmin değil, mafyanın kötü olduğunu öğrendik;
Zenginin malı züğürdün çenesini yorar misali, mutlu sonla biterse, fakirin dramının Oscar alabileceğini öğrendik;
Bir de; ne olursa olsun, Hindistan’da geçen bir filmin Hint dansı olmadan bitmeyeceğini öğrendik!
* Mahalle iti: Slumdog Millionaire filminin ismindeki “Slumdog”un Türkçesi