“Tanrım siz dostlarımdan koruyun, düşmanlarımla ben başa çıkarım.” VOLTAIRE Bu coğrafyayı korumak, elbette ki güçlenmek, dolayısıyla ülkemizi zayıflatan ve dünyada Türkiye’nin suçlandığı bir kamuoyu yaratmak için kullanılan gerekçeleri hasmın elinden almakla mümkündür. Örneğin Ermeni diasporasının ‘soykırım’ tezini, Türkiye’ye karşı kullanan ‘harici bedhahlar’ın elinden nasıl alırız? Herhalde konuyu Türkiye’de açmaya, tartışmaya kalkanı küfürle, tehditle susturup ‘vatan […]
“Tanrım siz dostlarımdan koruyun, düşmanlarımla ben başa çıkarım.” VOLTAIRE
Bu coğrafyayı korumak, elbette ki güçlenmek, dolayısıyla ülkemizi zayıflatan ve dünyada Türkiye’nin suçlandığı bir kamuoyu yaratmak için kullanılan gerekçeleri hasmın elinden almakla mümkündür.
Örneğin Ermeni diasporasının ‘soykırım’ tezini, Türkiye’ye karşı kullanan ‘harici bedhahlar’ın elinden nasıl alırız?
Herhalde konuyu Türkiye’de açmaya, tartışmaya kalkanı küfürle, tehditle susturup ‘vatan hainliği’ve satılmışlıkla suçlayarak değil.
25 yıldır yurt dışında gazetecilik yapan ben, Ermeni diasporasının Türk nefretini bire bir göğüslemiş, soykırım tezine karşı sadece Türk basınında değil, yabancı medyalarda çoğu kez yapayalnız ve bazen canımı dişime taktığım polemiklere girdim. Fransa’da soykırım yoktur diyene ceza öngören yasanın meclisten geçtiği 12 Ekim 2006 günü, televizyon platosundan atılmak pahasına “soykırım yoktur” diye haykırdım.
Yurt dışında ünlenmek için “soykırım” satmadım. Ermeni Enstitülerinden brifing alıp, romanlarımda Türkiye’nin yaralarını sömürmedim..
Bu coğrafyanın konuyla ilgili tarihini en iyi incelemiş, en iyi bilenlerden biriyim, çünkü polemiğe girebilmem için gerekliydi.
1890’larda başlayan karşılıklı Osmanlı, Ermeni, Kürt (işin içinde Kürtler de vardır çünkü…) kıyımı, bir soykırım değildir.
Ama 1915 tehciriyle, suçlulara bile değil, çünkü onlar yola dökülmediler, suçsuz Ermeni halkına, çoluğa çocuğa bir Büyük Felaket yaşatılmıştır.
Türkiye’yi birbirine katan malum ‘özür’ metninde, Büyük Felaket yerine ‘soykırım’ ifadesi yer alsaydı, imzalamazdım.
Yurt dışında “soykırım” tezinden ekmek yiyenlerin bu metni niçin imzalamadıklarını kimse merak etmiyor mu?
Diyorlar ki “Büyük Felaket” jenosid, yani soykırım anlamına gelirmiş.
Yalan.
Jenosid, babası belli ender sözcüklerden biri olup 1944 yılında Polonya asıllı Amerikalı hukukçu Raphael Lemkin tarafından Yunanca ‘genos’ kökünden türetilmiştir.
Oysa Ermenicede Büyük Felaket deyimi, 1915 yılından beri ve 1915 tehcirini ifade etmek için kullanılır. Diyorlar ki, şahısların özür dilemesi Türkiye’den tazminat ve toprak taleplerine davetiye çıkarırmış.
Yalan. Hem de aptalca, cahilce bir yalan.
Yurttaşların özür dilemesi devleti bağlasaydı, suç işlemesinin de devleti bağlaması gerekirdi. Avrupa hapisaneleri Türk suçlu kaynıyor, kimse işledikleri suçtan Türkiye devletini sorumlu tutmuyor.
***
Diyorlar ki özür dilemeye mahal yok, acılar ortak, acınızı paylaşıyoruz, demek yeterdi…
Yıllarca düşündüm: Ermeni diasporasını “soykırım” tezinde tecrit etmenin yolu, burada, bizimle barış içinde yaşamaktan başka dileği olmayan Ermeni yurttaşlarımıza sahip çıkmaktan geçiyor.
Gönül isterdi ki Türkiye, artık bunu anlasın.
Bir toplumsal vicdan yaratalım ki, başka Hrant Dink’ler öldürülmesin ve ırkçı katiller üretilmesin.
İsteyen acıları paylaşsın, isteyen özür dilesin, istemeyen ikisini de yapmasın. Bir kez, ilk kez demokrat olalım, ötekinin farklı seçimine saygı duyalım. Ama ne mümkün? Bir öfke, bir celal, tehdit, sansür, özür yasak! Çünkü özgür irade yasak!
Türkiye’de eğitimlinin bağnazlıkta cahilden hiç farkı olmadığını, hatta kimi gazetecilerin, okuduğunu anlamadığını, sandığını da itham etmek için kullandığını böylece anladım.
Anladım ki Nâzım Hikmet çağdaşımız olup aramızda yaşasa, Canan Arıtman tarafından dedesinin ‘zaten’Polonyalı olduğu ifşa edilir, hayranı geçinen pek çok gazeteci, yazar ve okuru tarafından da yeniden ‘vatan haini’ilan edilir.
Çünkü Nazım Hikmet, 1950’de hapisten çıkınca yazdığı ‘Akşam Gezintisi’ şiirinde: ‘(…) Bakkal Karabetin ışıkları yanmış /Affetmedi bu Ermeni vatandaş / Kürt dağlarında babasının kesilmesini / Fakat seviyor seni çünkü sen de / Affetmedin / Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına…’ demiştir.
Ve Nâzım Hikmet’in şiirindeki bu beş satır, Türkiye’de sonuncu kez 2002 yılında Kültür Bakanlığı’nın yayınladığı ve Fazıl Say, Genco Erkal, Sertap Erener’in ortak çalışması olan CD’de sansürlenmiş, sansürün adına da yapımcılar tarafından ‘kısaltma’ denilmiştir.
Tarihimizin de böyle kısaltıldığı düşünülünce, akılların neden uzamadığı meydanda.