Haberi okuyunca gözlerime inanamadım, okuduklarıma inanamadım. ABD Başkanı George W. Bush, kan çekmiş olacak, Irak’a veda ziyaretinde bulunmuş. Irak Başbakanı Nuri El Maliki’yle birlikte basın toplantısında. Yüzünde sahte gülücüklerle Irak’ta daha savaşın bitmediğini anlatıyor. Kahire’den yayın yapan El Bağdadi televizyonunun muhabiri olduğu belirtilen Muntazar El Zeydi de gazeteci sıfatıyla basın toplantısını izliyor. Derken El Zeydi, […]
Haberi okuyunca gözlerime inanamadım, okuduklarıma inanamadım.
ABD Başkanı George W. Bush, kan çekmiş olacak, Irak’a veda ziyaretinde bulunmuş. Irak Başbakanı Nuri El Maliki’yle birlikte basın toplantısında. Yüzünde sahte gülücüklerle Irak’ta daha savaşın bitmediğini anlatıyor.
Kahire’den yayın yapan El Bağdadi televizyonunun muhabiri olduğu belirtilen Muntazar El Zeydi de gazeteci sıfatıyla basın toplantısını izliyor. Derken El Zeydi, “Al sana Irak halkının veda öpücüğü, köpek!” diye bağırarak ayakkabılarını peş peşe Bush’a fırlatıyor. Ayakkabılar Bush’un Irak’a yağdırdığı “akıllı füzeler”den daha akıllı! Ama ayakkabılar tam isabetle hedefe yapışacakken, Bush, kendisinden beklenmeyecek bir kıvraklıkla saldırıyı savuşturuyor. Keşke El Zeydi bağırarak Bush’un dikkatini çekmeden önce ayakkabıyı atsaymış!
Rivayete göre, ABD başkanı karısıyla kavga etse ve kadın elindeki tavayı başkanın kafasına indirecek olsa, koruma görevlileri first lady’yi oracıkta haklarlar. Ama Allah’tan, Bush’un muhafızları El Zeydi’nin eylemi karşısında gaflete düşmüşler. Sonuçta Muntazar el Zeydi, üzerine çullanan görevlilerce salondan çıkartılıp gözaltına alınmış.
Arap coğrafyasında gazeteler ve televizyon kanalları olayı birinci haber olarak sunmuşlar. Gazeteciler, “Kim ABD’lilere ayakkabı fırlatacak kadar cesur?” diye birbirleriyle şakalaşmışlar. İnternet sitelerinde, “14 Aralık uluslararası ayakkabı günü ilan edilsin!” çağrıları yapılmış. İşgal acısıyla kıvranan yurtsever Iraklılar gösteriler düzenlemişler; Necef’teki göstericiler bir Amerikan konvoyuna ayakkabılarını fırlatmışlar.
Gazete haberlerine göre, Muntazar el Zeydi, pek de öyle radikal yaratılışta değilmiş. Ailesi Saddam Hüseyin döneminde zulme uğramış. El Zeydi şimdi ülkesinde yurtseverlerce milli kahraman ilan edilmiş. Kardeşi Uday el Zeydi, “Allah’a şükür, Muntazar, Iraklıların kalplerini gururla doldurdu. Eminim Iraklıların çoğu, Muntazar’ın yerinde olmak isterdi” demiş.
El Zeydi’yi kınayan gazeteci derneği ve gazeteciler
Şaşırdığım haber bu değil. Bir gazeteci derneğinin açıklamasına şaşırdım. Şaşmakla kalmadım. Bu derneğe geçmişte genel başkan, genel sekreter, onur kurulu başkanı ve en önemlisi de aktif bir üye olarak katkıda bulunduğumu anımsayarak, hüzünlendim.
Habere göre, Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Başkanı Ahmet Abakay, ANKA Ajansı’nın sorusu üzerine ABD Başkanı George Bush’a ayakkabı atan gazeteciyi kınamış. Muntazar El Zeydi’nin saldırganlık yaptığını söyleyen Abakay, “Iraklı gazeteci ağır bir soru sorarak, Bush’u en ağır şekilde sözleri ve soruları ile vurabilirdi. Gazetecinin dışarı atılması son derece doğal. Sonuçta bir saldırı var. Bugün ayakkabı fırlatan yarın taş atar, öbür gün kurşun atar. Gazeteci, gazetecilik yapmalı gazetecilik ölçüleri dışına çıkmamalı” demiş. Abakay, bir zamanlar Türkiye Gazetesi’nin bir muhabirinin gazeteci olarak gittiği Bosna’dan “Cephede Sırp vurdum” diye haber yaptığını da anımsatmış.
Ahmet Abakay, El Zeydi’ye tepkisinde yalnız değil. Milliyet Başyazarı Güneri Cıvaoğlu, “Bush’u ‘pabuç fırlatarak’ uğurlamak onaylanacak bir davranış değil” diye fetva vermiş. Beş yıl önce nasıl savaş akbabalığı yaptığını, Irak’ın işgal edilmesinin nasıl hayırlı bir iş olacağını yazdığını, Bush’a nasıl destek verdiğini kimsenin bilmediğini varsayarak utanmadan şunları da yazmış:
“‘Yalan’ üzerine bina edilmiş Irak işgali… Dünya haritasında hiçbir devlete danışmaya, onaylarını almaya gerek duymayan, ‘Ben süper gücün sahibiyim’ babalanmasıyla yüz binlerce kişinin ölümüne neden olmak zaten Bush’u ve onun şahinlerini tüketmişti ama jübilesini oluşturan ekonomik kriz, daha önce yaptıkları üzerine tüy dikti.” (Milliyet, 16 Aralık 2008)
(Ara not: Türkiye’deki savaş akbabaları Irak işgal edilirken sevinç çığlıkları atıyorlardı, Bağdat’ın teslim edildiği gün köşelerinde “Canım Bağdat’ta olmak istiyor” başlıklı sevinç yazıları kaleme almışlardı. Saddam’ın devrildiğini resmeden manşetleri çerçeveletip “gururla” gazetelerinin duvarlarına asmışlardı… Halen yazımı süren, savaş vampiri ve akbabası gazetecileri ve medya kuruluşlarını teşhir edecek kitabı en kısa sürede bitirmek farz oldu artık.)
Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila da eylemin gazeteci kuruluşlarınca tereddütsüz kınanması gerektiğini yazmış. Bila, “Zeydi’nin bu hareketini tasvip etmek mümkün değil. Bu hareketi, gazetecilik mesleğiyle bağdaşmaz. Yaptığı, gazetecilik mesleğinin sağladığı olanakları kötüye kullanmaktan başka bir şey değil. Gazeteci kimliğiyle basın toplantısına girip saldırıda bulunmanın gazetecilikle ilgisi olamaz. Bu hareketinden sonra Zeydi’yi gazeteci saymak mümkün değildir. Nitekim olaydan sonra basın toplantısında katılan diğer Iraklı gazetecilerin Bush’tan özür dilemeleri de Zeydi’nin davranışını tasvip etmediklerini gösteriyor.” demiş. (16 Aralık 2008)
Beş yıl önce Irak’ın işgalini alkışlayan köşe yazarlarının daha ağır benzer şeyler yazacakları muhakkak. “Saddam’a papuç atabilir miydi?” diye yazacaklar da çıkacaktır herhalde.
Savaş akbabalarıyla gazetecilik etiğini tartışmak zor iş
Doğrudur. El Zeydi’nin eylemi gazeteciliğin biçimsel mesleki kurallarına aykırıdır. Gazeteci eylemci değil gözlemci olmalıdır; haber yazmalı, fotoğraf çekmeli, yorum yapmalıdır. Gazeteci haberleştireceği olayın öznesi değil, izleyicisi olmalıdır. Ama vurgulanmalı ki, El Zeydi’nin eylemi gazetecilik bağlamında, ancak Irak’ta iyi kötü basın özgürlüğü varsa tartışılabilir. Böyle bir tartışma, ülke işgal altında değilse yapılabilir. Ülke işgal altındaysa, gazeteciliğin biçimsel kuralları üzerinden tartışma yapmak, “lüks” kapsamına girer.
Tartışabilmek için basın özgürlüğü şöyle dursun, Irak işgal edilirken, harekâtı ancak “embedded journalist” olarak işgal ordusu irtibat subaylığına yazılanların izlemesine izin verilmişti. Embedded “yamanmış”, “iliştirilmiş” anlamına geliyor. Biraz daha kurcalandığında “yataktaki” anlamına da geliyor. Yamanmayanların, yatağa girmeyenlerin değil basın özgürlüğü, can güvenliği bile yoktu. İgalin beşinci yılı dolarken Irak’ta öldürülen gazeteci sayısı 290’ı bulmuştu. Bağdat’ın teslim alındığı günlerde iki yabancı gazeteci, Reuters’ten Ukraynalı Taras Protsyuk ile Telecino TV’den İspanyalı Jose Couso’dan geriye parçalanmış kamera kaldı. İki gazeteci, konakladıkları otelde, Amerikan topçu ateşiyle öldürülmüşlerdi. Bir Amerikalı çavuşun sonradan açıkladığı gizli ABD belgelerinde, öldürülen gazetecilerin kaldığı Bağdat’taki Filistin Oteli’nin muhtemel hedefler listesinde yer aldığı ortaya çıkmıştı.
Embedded gazetecilik yetmedi. ABD, Irak’ta yandaş basın yaratmak için yüz milyonlarca dolar harcadı, gazetecileri rüşvete boğdu.
(Ara soru: ABD Irak’ın işgaline kamuoyu oluşturmak için Türkiye’de siyasi iktidar, medya ve asker-sivil bürokrasi için benzer bir bütçe ayırdı mı?)
Basın özgürlüğü şöyle dursun. Irak, tarihte görülmüş en ağır şiddet ve zorbalığın kurbanı oldu. Dünya Sağlık Örgütü rakamlarına göre beş yılda 1 milyona yakın ölü. Yerinden yurdundan olan milyonlarca Iraklı… Milyonlarca öksüz ve yetim… Tecavüze uğrayan kadınlar ve çocuklar… Savaş ekonomisinde fuhuşa zorlanan kadınlar… Kürt bölgesinde çok karılı evliliğin resmileşmesi… Etnisite ve din farklılıkları kaşınarak birbi
rlerine düşürülen Araplar, Kürtler, Türkmenler, Sünniler, Şiiler… Ve elbette işgalci devletin firmaları arasında paylaştırılan ihaleler ve petrol yağması… Ve de ABD’nin armağanı demokrasinin anayasasında “İslam cumhuriyeti” olduğu yazılı bir Irak…
Kan çektiği için olsa gerek, katiller çetesinin başkan kılıklı şefi, fütursuzca cinayet mahalline uğruyor, bir de kahramanlık taslıyor. Basın toplantısında El Zeydi’nin ayakkabılarının hedefi oluyor.
Türkiye’de bir gazetecilik derneği ve köşe yazarları ise El Zeydi’nin eyleminin gazetecilikle bağdaşmadığına, katiller çetesi şefinin saldırıya uğradığına fetva veriyorlar.
Gazeteci derneği ve köşe yazarları ne derlerse desinler, El Zeydi’nin eylemi sonuna kadar barışçı bir eylem. Gazeteciliğin biçimsel ölçülerine aykırıymış ne gam. Muntazar el Zeydi’nin fırlattığı bir çift ayakkabı; binlerce çift makaleden, haberden çok daha etkili oldu. Sözün ve insanlığın iflas ettiği zeminde demokrasi adına veda ziyaretine gelen katiller çetesi şefine ancak böylesine ironik ve barışçı bir karşılık verilebilirdi. El Zeydi’nin 30-40 dolarlık papuçları, ABD’nin Irak’ta yandaş basın yaratmak için harcadığı yüz milyonlarca dolardan daha etkili oldu. El Zeydi, Bush’a ayakkabı yerine kurşun atsaydı, bu denli etkili olamazdı.
Türkiye’nin El Zeydileri
El Zeydi’nin eylemi sonuna kadar barışçı, insani mesaj yüklü. Umarım Türkiye’deki akla ve vicdana ziyan tartışmadan haberdar olmaz.
El Zeydi bilmeli ki, barışçı eylemini gazeteciliğe aykırı bulanlar olduğu gibi, kendisi gibi işgalciyi protesto eden basın emekçileri de vardır Türkiye’de.
2003 yılı Mart ayındaydı. AKP hükümetinin Irak’ın işgaline ortaklık tezkeresi Meclis’ten geçememişti. Medyadaki savaş vampirleri öfkeden deliye dönmüşlerdi. Ama vicdan sahibi basın emekçileri de vardı. Nisan ayının ilk gününde işgalciler adına ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell Ankara’da, işgal projesi BOP’un Eşbaşkanı Başbakan Erdoğan’ı ziyaret etti. Powell’ı Başbakanlık binası önünde bir sürpriz bekliyordu. Sayıları az da olsa 20-30 kişilik bir grup protesto gösterisi yaptı. “Türkiye satılık değil”, “Katil ABD” sloganları atan grup, kendilerini engellemek isteyen güvenlik görevlilerine yumurta attı. İçlerinden bazıları, ellerindeki pet şişede bulunan kırmızı boyayı yola serptiler. Asıl sürpriz ise muhabirlerden geldi. Başbakanlık muhabirleri, Irak’a saldırıyı ve gazetecilerin öldürülmesini protesto etmek için Powell’a sırtlarını döndüler.
Türkiye’de de El Zeydiler çıkmıştı. O gün de, savaş destekçisi köşe yazarı vampirler, muhabirleri kınamışlar, eylemlerinin gazetecilikle bağdaşmadığını yazmışlar, böylelerinin gazetecilikten atılmasını önermişlerdi. Herhalde artık gazetecilik yapamıyorlardır.
El Zeydi’nin eylemi daha çok tartışılır. ÇGD Başkanı Ahmet Abakay gibi meslek fetişizmiyle ya da ABD sevdasıyla El Zeydi’yi kınayacaklardan geçilmez.
Tekrar vurgulanmalı ki, Türkiye şartlarında gazetecilik algısı ve duyarlılığıyla Irak’ta neyin gazetecilik sayılıp sayılmayacağını tartışmak akla olduğu kadar vicdana da ziyandır. 1919’da olsa, İzmir’de Hasan Tahsin’in işgalciye kurşun sıkmasının gazetecilik olup olmadığı tartışılırdı herhalde. Araştırılsa, tartışıldığı da ortaya çıkabilir. İşgal altındaki İstanbul’da bunu tartışacak, Hasan Tahsin’i kınayacak yığınla gazeteci vardı.
Bitirirken sade bir temenni:
El Zeydi’nin ayakkabıları, ülkesini tarihte benzeri görülmemiş bir yıkıma uğratan emperyalist zorbalığa karşı yurtseverce ve barışçı isyanın simgesidir. Saygı duyulmalıdır.
Bitirirken bir de soru:
Bush’un Türkiye’deki arkadaşı, BOP Eşbaşkanlığı’ndaki ortağı, meslek fetişizminin esiri gazeteciler ve savaş vampiri kanaat esirleri ders alırlar mı El Zeydi’nin ayakkabılarından?
Rahmi Yıldırım/16 Aralık 2008