Halkın gündelik yaşamsal sorunları üzerinden siyasete müdahale edebilmesi ve yine öğrenci hareketine canlılık kazandırabilmek için şu günler oldukça değerli. Üniversitelerde, liselerde, mahallelerde, kent merkezlerinde, iş yerlerinde AKP’yi piyasacı ve gerici politikalarının gündelik hayattaki karşılıkları üzerinden teşhir eden ve teşhir etmekle yetinmeyip sonuç almaya dönük muhalefet geliştiren bir politik çizgi toplumsal muhalefeti geliştirme açısından önemli birikimler […]
Halkın gündelik yaşamsal sorunları üzerinden siyasete müdahale edebilmesi ve yine öğrenci hareketine canlılık kazandırabilmek için şu günler oldukça değerli. Üniversitelerde, liselerde, mahallelerde, kent merkezlerinde, iş yerlerinde AKP’yi piyasacı ve gerici politikalarının gündelik hayattaki karşılıkları üzerinden teşhir eden ve teşhir etmekle yetinmeyip sonuç almaya dönük muhalefet geliştiren bir politik çizgi toplumsal muhalefeti geliştirme açısından önemli birikimler elde edecek.
Ancak bu süreçte son günlerde tanık olduğumuz üzere AKP’ye karşı geliştirilen sistem içi muhalefetin yıpratıcı etkisi gözde büyütülmemeli. Kuşkusuz AKP, Doğan Medya ve CHP’nin gündemlerine “yolsuzluğu” almasıyla daha bir hırpalanır oldu. Deniz Feneri, Şaban Dişli, Dengir Mir Mehmet Fırat, Zahit Akman fiyaskoları AKP’nin de boş durmayacağını, karşılıklı yıpratma atakların devam edeceğini ve yer yer ateşkesler ilan edilebileceğini de hatırlatmalı. Hepsinin “kirli” olduğu bir ortamda karşılıklı “karalamalar” da bir dengede ve mümkün mertebe sınırlı konularda kalmaya mahkûm. Nihayetinde AKP-CHP çekişmesi yerel seçimlere koşullanmış durumda ve AKP-Doğan çekişmesi de kirli bir rant-iktidar kavgası biçiminde seyrediyor.
AKP’nin sistem içi muhalefetle geçirdiği bu “zor günlerinin” ne kadar süreceği su götürür ama bizim için önemli olan asıl kavga “aşağıda” patlamaya başlayanı. Sakarya’da fındık üreticileri AKP il binasını taşladı, İTÜ’de öğrenciler Tayyip’e güzel bir hoş gelmedin töreni hazırladı, Ankara’da öğrenciler AKP il binasını muhalefet yoluna çevirdi, Deniz Feneri rezaletine karşı Öğrenci Kolektifleri ve Halkevleri’nin hızlı ve öngörülü müdahale girişimleri muhalefete seyirci değil, özne olmayı, meşruluğu ve özgüveni hatırlattı…
AKP’nin en özgün yanlarından birisi 2002’den beri küresel ekonomik sakinliğin konjonktürel avantajlarından faydalanması ve hegemon siyasi güçlerin desteğini arkasına alması idi. Fakat, Gül’ün açılışını yapma şerefine nail olduğu ABD borsaları hiç de iyiye gitmiyor. Serbest piyasa efsanesine “bizim” akıl danesi liberallerin bile inancının sarsıldığı şu günlerde ABD’de binlerce emekçi eylemdeler. Batık bankaları kurtarmak için halkın yüz milyar dolarlarını finans tekellerine paket servis yapmayı düşünen Bush’a karşı talepleri ise çok tanıdık: “Bankaların sistemsizce büyümesinin faturası halka kesilemez. Batık bankaların üst düzey yöneticilerinin altın paraşütleri için vergi vermiyoruz. Sistem düzeltilmeli. Wall Street’e yardım etmeden önce sokağı düşünün, halkı düşünün. Sağlık, eğitim harcamalarını azaltmayın. Ekonominin düze çıkması için yağmacı bankaları değil mağdur halkı düşünün.” Tayyip de yaptığı son ulusa sesleniş konuşmasında “artık eskisi gibi dalgalanmalara-krizlere karşı zayıf değiliz” diyor ama Türkiye ekonomisinin sıcak para giriş çıkışına mahkum bir yapısının olduğunu ve bunun da finansal krizle ne kadar yapısal bir bağı olduğunu unutuyor. Ya da “zayıf değiliz” derken krizin yükünü kimin çekeceğini-çekiyor olduğunu “benim cefakâr halkım sana bir şeycik olmaz” dercesine itiraf ediyor. Tabi bu durum elektriğe, doğal gaza, suya, benzine gelen zamlardan daha büyük yıkımları vaat ediyor.
Fethullah işi toplum mühendisliğiyle gericilik ve neo-liberalizmin “sosyal aldatmacalarını” birleştirme başarısı gösteren AKP için önümüzdeki günler eskisi kadar rahat olmayacak. Üstelik uzatmalı Ergenekon gözaltı ve tutuklamaları bahanesiyle şişirilen “darbe karşıtı, demokrat imajı da” AKP’nin ırkçı, faşist yüzünü daha fazla koruyamıyor. Şimdi halkın gündelik hayat gailesinin siyasetini daha güçlü örgütleyebileceği bir zemin var. AKP’nin sosyal aldatmacanın en rezilcesi Deniz Feneri soygunuyla teşhir olmuş oldu. Sosyal devletin “görece” eşit, parasız ve onur zedelemeyen (hak olan) vatandaşlık hizmetlerinin yerine ikame edilen bu tür piyasacı, cemaatçi “hayır” kuruluşları aynı zamanda hırsızlığın ve AKP güdümünde cemaatleşmenin kuruluşları şeklinde işlev görmektedir. Deniz Feneri, İHH, AKP ve Belediyelerine bağlı şirket, vakıf ve dernekler neo-liberalizmin bu topraklara has bir gericilikle iç içe geçmiş “sivil toplum” modelleridir. Halkın gözünde bu kurumların ve ilişki biçimlerinin teşhir olmasının en doğru-meşru yolu bu adamların gericiliği-tüccarlığı-soygunculuğu-işbirlikçiliği içselleştirmiş olduklarının ve dahası kimsenin bu düzeneğe mahkum olmadığının kanıtlanabilmesidir. Deniz Feneri yolsuzluğunda pek çok yerde tartışıldığı üzere “halkın AKP’ye dair bakış açısında değişiklik yaratmadı” ya da “halkın güveninde ciddi sarsıntılar oluştu” yorumları tam gerçekliği yansıtmadığı gibi halk için doğru olanı da işaret etmiyor. Deniz Feneri Doğan Medya’da teşhir edildikçe sokakta standları, pankartları çoğaltılıyor. AKP klasik taktiğini uyguluyor ve “yüz yılın iyilik hareketiyle” sokağın “vicdanını” tutmaya çalışıyor.
Oysa bu vicdan sömürüsünü ve sömürgen ilişki biçimini dayatan kurumları “aklamayan” ve “haklamayı” önüne koyan çizgi kitleselleşmek zorundadır. İşte sistem içi muhalefetin en büyük engeli burada yani “haklama noktasında” kendini gösteriyor. Elektrik, su, doğal gaz, benzin zamları başka zamları peşinden getiriyor. Fırat’ın yaptığı yolsuzluk yanına kalıyor ki tarihte hangi baba yiğidinki yanına kalmamış! Tek aksi durum işin içine halkın dahil olmasıdır. Deniz Feneri’nin (ve Kanal 7’nin) hala açılması “beklenen” davasında olduğu gibi ya da Fırat-Kılıçdaroğlu düellosunda olduğu gibi sistemin “arızalarını” sistem içerisinde görevli mercilerin “demokratik usullerle” çözebileceği inancı-kaderciliği topluma aşılanıyor. Yani moda tabirle “Kazanan Uğur Dündar oluyor”. Ama AKP’nin buna bile tahammülü yok. Köksal Toptan’dan, Gül’e ve Tayyip’e kadar hepsi bu “demokratik düellonun bile” ne tehlikeler içinde barındırdığını görüyor. Ama bunu en güzel Bülent Arınç tarif etti: “Bu tartışma ve gerginlik, ağızlardan köpükler saç saça çiftçiye de siyasetçiye de bürokrata da ev hanımına da gençlere de yansır ve kavganın içinde kendimizi buluruz.”
Evet, kavgayı “bu tarafa” çekmemiz gerekiyor ve eğer kazanan biz olacaksak hemen şimdi kendi haklarımızı kendimiz almayı önümüze koymalıyız. Toplumsal muhalefetin ve solun özneleri halkın eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir zeminde özne olabilmesinin öncü eylemlerini yaygınlaştırabilmeli. Eğitim, sağlık, elektrik, doğal gaz, su, ekmek, barınma konularında oluşturulan-oluşturulacak olan yerel inisiyatifler, meclisler, platformlar halkın hak bilinci kazanacağı okullara ve demokratik mücadele örgütlerine, zeminlerine dönüştürülmeli. Sol, meşru olduğunu ve özgüvenle hareket edebileceğini hatırlamalı. Öğrencilerin, Halkevleri’nin ve ardından ÖDP Keçiören Şubesi’nin Deniz Feneri’ne karşı başlattıkları ülkesine, haklarına sahip çıkan gericileri, piyasacıları aklamayan çizgi ise solun aktüel siyasete sokaktan dahil olabilmek, seyirci değil özne olmak gerektiği noktasında ufak ama öngörülü bir örnek teşkil ediyor.
Üniversiteliler örnek olsun
AKP’nin üniversitelere gerici ve piyasacı zihniyeti hakim kılma ve üniversiteyi kendi siyasal bir mevzisine dönüştürme atağına, daha üniversitelerin tamamı açılmadan iki sert tokat geldi. İlki İTÜ’den ikincisi ise Ankara’dan. Her iki tokat da gerek öğrenci hareketinin durumu gerekse de yaratmış olduğu tecrübe itibariyle toplumsal muhalefetin diğer güçlerine de örnek olabilecek özellikler
sergiliyor. Bu özellikler iyi değerlendirilmeli.
Gül’ün İTÜ’ye atadığı rektör Muhammed Şahin’in ilk işinin üniversitenin açılışına Tayyip Erdoğan’ı çağırması ve Tayyip’in de kale zapt eden muzaffer komutan edasıyla ayak bastığı İTÜ’deki görüntü Türkiye’deki siyasi tablonun minyatür bir örneği gibiydi. Salona alınmayan öğrencilere piyasa kurallarıyla bezeli öğütler dizen, demokrasi ve özgürlüklerden bahseden Tayyip aynı dakikalarda İTÜ Öğrenci Kolektifi ve TKP’li öğrencilerin olağanüstü güvenlik önlemleri içerisinde yaptıkları protestolara tanık oldu. İTÜ Öğrenci Kolektifi’nden öğrenciler üniversitelerinin gerçek sahibi olma özgüveni ve meşruluğuyla ve üniversitelerini AKP’ye bırakmama iddiası ve militanlığı-kararlılığıyla polise direndiler ve Tayyip içerde demokrasi ve özgürlük nutukları atarken yaka paça gözaltına alındılar. Bu eylem sonrasında basit bir protestoya dahi zerre kadar tahammülü olmayan Tayyip’in, dönemin ilk üniversite açılışı “protestolu üniversite açılışı” damgasını yedi. 3 gün sonra ise Tayyip’in İTÜ’ye gelişini ve Kolektif üyelerinin gözaltına alınmasını protesto amacıyla ilk ders gününde 500 kadar İTÜ’lü öğrenci rektörlüğe bir yürüyüş düzenledi.
Bir diğer eylem ise Ankara Öğrenci Kolektifleri’nden 9 öğrencinin AKP İl Başkanlık binası önünde gerçekleştirdiği “Ülkemizi ve Üniversitemizi AKP’ye bırakmayacağız” eylemi idi. Burada da AKP’lilerin, özel güvenlikçilerin ve polisin saldırısına uğrayarak gözaltına alınan öğrenciler bir iddia, özgüven, meşruluk ve militanlık örneği sergileyerek bir sonraki eylemin de örgütçüsü oldular. Gençlik Geleceğine Sahip Çıkıyor Ankara İnisiyatifi ve Yarınlar dergisi etrafındaki öğrencilerin de katılımıyla 200 kadar öğrenci yolu trafiğe kapatarak AKP il binası önüne kadar yürüyerek “üniversitelerini AKP’ye bırakmama” kararlılıklarını dile getirdiler ve AKP faşizmini teşhir ettiler. (Burada bir not düşecek olursak, ilk eylemin video ile kayıt altına alınması muhalefetin kendi medyasını kendisinin olmasının, tarihi kayıt altına alma ve sesini duyurabilme açısından ne kadar kritik bir rol oynadığını göstermiştir. Bu yöntem artık toplumsal muhalefetin tamamı açısından yaygınlaşırken aynı zamanda bunun iletişim tekellerine karşı halkın kendi iletişim hakkını ve medyasını yaratması açısından taşıdığı ekonomik, politik, ideolojik ve kültürel önemin de üzerinde durulmalıdır.)
Ankara ve İstanbul öncelikle AKP’ye ve onunla cisimleşen gerici-piyasacı politikalara karşı üniversiteliler içerisindeki hoşnutsuzluğun tepki verme noktasına geldiğini göstermiştir. Ancak bu tepkinin nasıl, nerede ve ne biçimde verileceği noktasında yaşanan edilgenlik ve boşluğun özellikle Öğrenci Kolektifleri’nin pratiğinde en geniş kitlenin duyarlılıklarını da kapsayacak bir şekilde ve öngörülü bir biçimde eyleme döküldüğünde cisimleşebileceği görülmüştür. Burada kritik noktayı bağımsızlık, meşruluk, militanlık, iddia ve özgüven oluşturmaktadır. Gençliğin en çok ihtiyaç duyduğu bu özellikler hayata geçirildiğinde yapılan bir öncü eylemin nasıl kitleselleşebildiği ve hatta gençliğin diğer örgütlü güçlerinin de kendilerini ifade edebilecekleri bir zemine kavuşturulduğunu göstermektedir.
Ancak bu iki eylem deneyiminden çıkarılacak başka somutluklar da var. Bir eylem öncesi, anı ve sonrasıyla bir eylemdir. Ortada hiçbir şey yokken inisiyatifi ele alabilen gençlik hareketinin öncüleri aynı zamanda eylemlerini ideolojik, politik ve örgütsel bir istikrara da kavuşturabilmeliler. Bu durum ancak muhalefet etme biçim ve kanallarının en basit biçimde herkesin katılabileceği, tekrarlayabileceği formlarda çeşitlilikler arz etmesine ve yaratıcılık taşımasına da bağlı.
AKP’nin üniversiteler üzerinde yürüttüğü saldırı programı önümüzdeki günlerde üniversitenin her dokusunda kendisini piyasacı, gerici, faşist yüzleriyle göstermeye devam edecektir. Üniversiteliler gerek ülke genelinde gerekse de üniversiteler üzerindeki AKP politikalarına karşı nasıl bir savunma ve saldırı hattı kurduklarının ipuçlarını göstermeye başladılar. Şimdi bunu yaygınlaştırma zamanı.