Kuşatmayı çatışarak yarmaya karar verdiklerinde, ‘ilk ben çıkarım’ diyendi Mine. İlk O çıktı. Çıkar çıkmaz da, kuşatanların yüzlerce silahından yüzlerce mermi aktı gencecik bedenine. HEPİMİZ BİRER RAMONA’YIZ (Burhan Sönmez BirGün’e), kısa bir süre önce böbrek yetmezliği nedeniyle aramızdan ayrılan Zapatist kadın önder Ramona ile ilgili bir yazı çevirip göndermiş; Birgün okurları bilsinler istemiş Ramona’yı. Burhan […]
Kuşatmayı çatışarak yarmaya karar verdiklerinde, ‘ilk ben çıkarım’ diyendi Mine. İlk O çıktı. Çıkar çıkmaz da, kuşatanların yüzlerce silahından yüzlerce mermi aktı gencecik bedenine.
HEPİMİZ BİRER RAMONA’YIZ
(Burhan Sönmez BirGün’e), kısa bir süre önce böbrek yetmezliği nedeniyle aramızdan ayrılan Zapatist kadın önder Ramona ile ilgili bir yazı çevirip göndermiş; Birgün okurları bilsinler istemiş Ramona’yı. Burhan ve Zapatistalar için sınırlar aşılmaz mı? Çevirinin tamamını buraya sığdırmak mümkün değildi ama Birgün okurlarını bu öyküden mahrum etmek de olmazdı. Kaldı ki, Meksikalı Ramona da bizimkilerdendi, tıpkı İzmirli Mine, Fatsalı Ayşe gibi.
Komutan yardımcısı Marcos, 1994’ün Ocak ayında Meksika’nın güneydeki Chiapas eyaletinde Zapatacı isyanı başlattığında, yanında yerlilere özgü işlemeli bluzuyla, kısa boylu bir kadın dikkat çekiyordu. Gözleri hariç bütün yüzü pembe bir mendille kapalıydı. Yanında Vietnam savaşından kalma kocaman bir tüfek bulunuyordu. Rivayet; tüfeğini hiç kullanmadığı yönündeydi. Marcos, yerlilerin gerçek liderinin Ramona olduğunu söylerdi. Ramona’nın İspanyolca bilmediğini, bu yüzden kendisinin onlar adına konuştuğunu belirtirdi. Marcos, Zapatacıların sesi ve gözleriydi ama 1994’teki ilk isyanın örgütleyicisi, yürütücüsü Ramona’ydı. 1994’teki ilk barış görüşmelerine de Zapatacıları temsilen katılan oydu. Marcos gibi hiç çıkartmadığı maskesinde şirin bir püskül bulunuyordu. “Küçük Savaşçı”ya çıkmıştı adı. 1996’da böbrek rahatsızlığı yaşayan Ramona’ya böbrek nakli yapıldı. Rahatsızlığına rağmen, Yerli Halklar Ulusal Kongresi’ne katılmak üzere Meksiko City’ye gitti. Kongrede çiçek yağmurlarıyla karşılandı. Yüzbin kişiye coşkulu bir konuşma yaptı. Kalabalığın içindeki erkekler “Todos somos Marcos” (Hepimiz birer Marcos’uz), diye bağırırken, kadınlar buna “Todos somos Ramona” diye karşılık veriyordu. 6 Ocak 2006’da hayata gözlerini yumdu. Gerçek adı ve devrimci mücadeleden önceki kimliği hakkında hiçbir bilgi verilmedi. O, Zapatacıların, Meksikalı yoksul kadınların Ramona’sıydı. Önemli olan buydu.
FIRTINA GİBİ BİR KIZ GELİYOR
‘Fırtına gibi gelen kız’, 1962 yılında İzmir’in Alaçatı Kasabası’nda doğan Mine Bademci’ydi. Buca Eğitim Fakültesi’ni kazanmış, ünü ondan önce okula ulaşmıştı. Okula fırtına gibi gelen Mine, yine fırtına hızıyla okuldan ayrılıp kendisini devrimci mücadeleye adamıştı. Urla’daki tütüncüleri yalnız bırakması mümkün değildi. Ailesi de tütünden sağlıyordu geçimini. Hal bilir, dert bilir, yol bilirdi. Dermanın kimde olduğunu anlatmak kalıyordu geriye. Bunun için okulda değil, tütünde olmalıydı. Kendisinden önce abisi düşmüştü toprağa. Mine o sıralarda 18 yaşındaydı. 12 Eylül Mine Bademci’yi yoksul tütün işçilerinin yanında yakaladı. Kentlerde, köylerde barınmalarının mümkün olmadığına karar veren grubun arasındaydı Mine. Yaklaşık bir ay kırlarda saklanan, yerleşik düzen almaya çalışanlardan birisiydi Mine. 15 Ekim 1980’de 20 kişilik arkadaş grubu bir bağ evinde kuşatıldığında, aralarındaki tek kadındı Mine. Kuşatmayı çatışarak yarmaya karar verdiklerinde, ‘ilk ben çıkarım’ diyendi Mine. İlk O çıktı. Çıkar çıkmaz da, kuşatanların yüzlerce silahından yüzlerce mermi aktı gencecik bedenine. Fırtına gibiydi; vücudunda mermi isabet etmedik hiç bir nokta kalmayana kadar karşılık vermeye, kuşatmayı yarmaya çalıştı. Çatışmaya tanık olanlar, yüzündeki tebessümü tarihe not olarak düştüler. “İsmini arkadaşlarına, sevdasını dağlara bırakmanın” tebessümüydü, dudaklarına oturan. Bir notta ben düşeyim: Mine Bademci, 12 Eylül sonrasında öldürülen ilk kadın olarak tarihteki ve kalbimizdeki yerini aldı.
Ayşe Makar da öldürüldüğünde 18 yaşındaydı. 12 Eylül’den sonra Fatsa’da öldürülen ilk kadın olarak geçti kayıtlara. Mine 15 Ekim’de, Ayşe 15 Kasım’da öldürüldü. Birbirlerini tanımıyorlardı. Ama birbirlerinin kalp atışlarını duydukları kesindi.
Fatsa’da doğmuştu Ayşe. İlk ve ortaokulu Fatsa’da tamamlamış, Fatsa Lisesi’ne başladığında devrimci hareketle tanışmıştı. O yıllarda Fatsa Lisesi faşist saldırıların hedefiydi. Faşistlerin Fatsa’dan atılması için birilerinin ‘gözünü budaktan esirgememesi’ gerekiyordu. Lisede yakılan kıvılcım kısa sürede tüm Fatsa’yı saracaktı. Ayşe, hem Fatsa Halkevi’nde çeşitli görevler üstleniyor hem de mahalle çalışmalarına katılıyordu. Fikri Sönmez’in belediye başkanı seçildiği 14 Ekim 1979 seçimlerinde Ayşe’nin çalıştığı mahalleden Terzi Fikri’ye yüzde 70 oy çıkmıştı. Ayşe daha lise 3 öğrencisiydi ama hem belediye etkinliklerine hem de kırsal alandaki kadın çalışmalarına tüm zamanını ayırıyordu.
12 Eylül Fatsa’ya iki ay önce, Nokta Operasyonu’yla gelmişti. Devrimciler Fatsa kent merkezinde barınamaz haldeydi. Birilerinin ‘gözünü budaktan esirgememesi’ ve direnişi Fatsa dağlarına kaydırması gerekiyordu. Fatsa dağlarında yakılan kıvılcım, tüm Karadeniz’i saracaktı. Ayşe ‘gözünü budaktan esirgemeyenlerin’ safında dağa çıktı. 15 Kasım 1980’de bir sığınakta Kemal Özdemir ile birlikte öldürüldüğünde, Urla’daki arkadaşının kalp atışlarını artık hissetmediğinin farkındaydı.
Yaşanılası bir dünya uğruna üç kadın düştü toprağa; biri Urla’da, biri Fatsa’da, biri Meksika’da.