ABD’de Merkez Bankası-Hazine-Wall Street-Kompleksi’nin 700 milyar dolarlık batık bankaları kurtarma paketi pazartesi akşamı meclise takılırken bir başka 612 milyar dolarlık paket, geçen çarşamba günü Temsilciler Meclisi’nden hiçbir sorun yaşamadan geçti (Josua Holland, Alternet, 26/09). Bu askeri-sınai kompleksin paketiydi, ekleri ve geçici maddeleriyle birlikte bir trilyon dolara ulaşması beklenen 2009 yılı savunma bütçesinin ana parçasını oluşturuyordu. […]
ABD’de Merkez Bankası-Hazine-Wall Street-Kompleksi’nin 700 milyar dolarlık batık bankaları kurtarma paketi pazartesi akşamı meclise takılırken bir başka 612 milyar dolarlık paket, geçen çarşamba günü Temsilciler Meclisi’nden hiçbir sorun yaşamadan geçti (Josua Holland, Alternet, 26/09). Bu askeri-sınai kompleksin paketiydi, ekleri ve geçici maddeleriyle birlikte bir trilyon dolara ulaşması beklenen 2009 yılı savunma bütçesinin ana parçasını oluşturuyordu.
Gerileme ve refleks
Pazartesi günü, “krizin, küresel düzeyde hem ekonomi yönetimi hem de jeopolitik dengeler açısından çok tehlikeli bir döneme girdiğini” yazmıştım. Bu, batık bankaları kurtarma paketinin başarılı ya da yeterli olup olmayacağı belirsizdi. Ancak, ABD kamu maliyesi üzerine çok büyük bir ek yük getireceği kesindi.
The Institute for Truth in Accounting
www.truthinaccounting.org
hesaplarına göre, ABD’nin toplam kamu borcu, 55 trilyon dolar. Prof. Nouriel Roubini, Fannie&Freddie’nin devletleştirilmesinin buna 9 trilyon dolar daha eklediğini söylüyor. Prof. Yardeni’nin web sitesinde de mali sektör dışı kamu borçları toplamının 30 trilyon doların üstünde olduğu hesaplanıyor. ABD GSMH’si ise 14-15 trilyon dolar civarında.
ABD salt hane halkı tüketimini, özel sektör borçlarını değil, bu kamu borçlarını da son yıllarda giderek dış dünyadan özellikle de Çin, Japonya gibi büyük güçlerden gelen kaynaklarla finanse ediyor.
London School of Economics’den Prof. John Gray’in pazar günü The Observer’deki yorumunda işaret ettiği gibi ABD’nin mali sektörü ve ekonomisini kurtarma işlemleri dış dünyadan gelen fonlara gereksinimi, diğer bir deyişle “yükselen güçlere”, rakiplerine, bağımlılığını daha da arttıracak. Gray, imparatorlukların kaderini, Britanya İmparatorluğu’nun ve Sovyetler Birliği’nin tarihlerinin de gösterdiği gibi borç – savaş ilişkisinin belirlediğine dikkat çekiyor. Gray’e göre nihayet bir gün kriz aşıldığında, ABD mali sisteminden ayakta kalanları da bu yükselen güçler satın almış olacaklar. Bence, öngörüye, “eğer ABD serbest piyasa modelini savunmaya devam etmekte ısrar ederse” kaydını düşmek gerekir.
Ancak, ABD savunma bütçesinin, dünyanın geri kalan ülkelerinin savunma bütçelerinin toplamına eşit bir büyüklükte olması ABD’yi, barışçı bir güç transferi ya da “Küresel Yönetişim” projelerinin (bence fantezilerinin) peşinde koşmaktansa, bu mali ekonomik gerilemeyi, yükselen güçlerin artan etkisini, dengelemek için askeri gücüne dayanmaya yönlendiriyor.
Dengelemenin yolu
Dış ticaret açığı, bütçe açığı, yüksek kamu ve özel sektör borçları gibi mali gerçekler, ABD’nin bu dengelemeyi en ekonomik yollardan başarmasını gerektiriyor. Dünyanın tüm bölgelerini denetleyen bir “Pax Americana” yerine, yalnızca enerji kaynakları, doğal kaynaklar, besin, su havzaları ve stratejik ulaşım yolları üzerinde belirgin bir egemenlik kurarak, büyük güçlerin “enerji besin kaynaklarının” tedariki üzerinde söz sahibi olmak etkin bir çözüm yolu olabilir.
Nitekim, Pentagon’un “sürekli ve kalıcı bir çatışma dönemine”, “gittikçe artan hızda aşınan kaynaklar üzerinde gittikçe artan bir rekabet ortamına” ve “gelişmekte olan ülkelerde bir genç nüfus patlaması” dönemine girildiğini saptayan “Orduyu Çağdaşlaştırma Stratejisi 2008” raporunun paradigmasını da bu “çözüm yolu” oluşturuyor “Bakınız”Rapor, önümüzdeki 30-40 yıl boyunca ordunun kaynak savaşlarına (siz bunu sömürge savaşları olarak okuyabilirsiniz) uygun biçimlerde şekillendirilmesini öngörüyor.
Prof. Mary Kaldor’un, ABD savunma çevrelerinde yaşanan tartışmalara ve yeni yönelimlere ilişkin Open Democracy sitesinde aktardıkları da (25/09/08) benim yukarıdaki gözlemlerime uygunluk halinde. Prof. Kaldor, ABD ordusunda 1940’lardan kalma, ancak Vietnam’dan sonra gözden düşen “Küçük Savaşlar” kuramına, çok daha yeni bir yaklaşım olan “IV. Kuşak Savaşlar” kuramının ışığında geri dönülmeye başlandığını aktarıyor. Bu bağlamda işgal edilen yerlerde “halkın kontrolü”, sosyal, ekonomik yaşamın yeniden şekillendirilmesi gibi etkinliklere, diğer bir deyişle kalıcı sömürge yapıları oluşturmaya yönelik stratejilere ilişkin tartışmaların yoğunlaştığı da görülüyor.
Daha önce yazılarımızda, kredi köpüğüne yol açan “aşırı üretim/ talep yetersizliği sorununun” ve bunu tetikleyen “kâr oranları düşme eğiliminin” yarattığı basınçla, yeni piyasalara, doğal kaynaklara, ucuz emek depolarına ulaşmanın öneminin arttığını, bu bağlamda klasik sömürgeciliğin geri gelmekte olduğunu ileri sürmüştük. Mali krizin bu yeni aşamasında bu sürecin daha da hızlanarak büyük güçlerle diğer bölgeler arasındaki ilişkilerde belirleyici dinamik haline gelmesini beklemek gerekiyor.